Uluslararası Kriz Grubu'nun (International Crisis Group – ICG) 6 Kasım'da Brüksel'de yayınladığı ve geçtiğimiz hafta Ankara'da basın toplantısıyla tanıttığı "Türkiye ve PKK: Barış Sürecini Kurtarmak" başlıklı raporda Barış Süreci denen sürecin başarıya ulaşabilmesi için atılması gereken adımlar sıralanıyor. Sponsorları ve akıl hocaları arasında uluslararası petrol devlerinden ünlü spekülatörlere, eski NATO komutanlarından IMF yöneticilerine kadar milletçe iyi tanıdığımız pek çok ismin yer aldığı ICG'nin akla ziyan önerilerinden bazıları şunlar:

- PKK'nın sadece "Türkiye içinde" silahlarını bırakması,

- AKP iktidarı ile PKK/HDP arasındaki pazarlıkta üçüncü bir ülkenin ya da bağımsız bir kuruluşun devreye girmesi,

- PKK'nın özerklik mi, fedaralizm mi, yoksa bağımsızlık mı istediğini açıklığa kavuşturup netleştirmesi,

- Özel kanun çıkarılarak PKK'lı "aktivistlere" karşı işlenen suçların araştırılması, faili meçhul olaylara karışan kamu görevlilerinin cezalandırılması, "mağdurlara" tazminat ödenmesi,

- Öcalan'ın Kandil ve yurtdışındaki diğer uzantılarıyla "özel" olarak görüşmesinin sağlanması,

- Hasta tutuklu ve hükümlülerin serbest bırakılması,

- Silah bırakan militanların kamuda çalışabilmesinin önünün açılması,

- Türkiye'nin Avrupa Yerel Yönetimler Şartı'na koyduğu çekinceleri kaldırması,

- Bölge zenginliklerinden yerel yönetimlere pay verilmesi,

- Ana dilde eğitimin serbest bırakılması,

- Anayasa'dan "Türk" kelimesinin çıkarılması,

- Valilerin seçimle göreve gelmesi,

- Bölgesel parlamentoların kurulması ve bu parlamentoların politik yetkilerinin olması,

- Elli bin kişiyi bulan korucu sisteminin kaldırılması,

- Yirmi veya yirmi bir şehirde kamu düzenini tesis etme görevinin yerel polis ve öz savunma güçlerine teslim edilmesi,

- Öcalan'ın önce ev hapsine çıkarılması ve sürecin sonunda serbest kalması.

     Özetle Türkiye'ye otuz bini aşkın insanını katleden, yedi binden fazla asker, polis, korucu ve kamu görevlisini şehit eden ve ülke ekonomisine en aşağı bir trilyon dolar zarar veren bölücü terör örgütünün tüm uçuk taleplerini karşılaması salık veriliyor. Türk devletinin anayasasından Türklüğün çıkarılıp atılması, üniter devlet modelinden vazgeçilip çok parçalı bir yönetim modelinin benimsenmesi, terörle mücadelede yer almış kamu görevlilerinin cezalandırılıp teröristlere kamuda iş verilmesi, dağdan inen PKK'lıların öz savunma gücü adı altında Güneydoğu Anadolu kentlerini teslim alması, müebbet mahkumu teröristbaşının özgür kalması ve bütün bunlar karşılığında da örgütün tümüyle bile değil, sadece Türkiye içinde silah bırakmasından bahsediliyor.

     Şayet ICG'nin hükümet yetkilileri, Kürt siyasetçiler ve Kandil ile görüşmeler yaparak hazırladığı söylenen söz konusu rapor hükümetin kamuoyundan ısrarla sakladığı pazarlık noktalarına işaret ediyor ve içinden geçtiğimiz sürecin nihai hedefini gösteriyorsa Türk milleti olarak ikinci bir Sevr ile karşı karşıyayız demektir. Türk devletine savaş kaybetmiş bir devlet ve Türk milletine teslim olmuş bir millet muamelesi yapılarak Sevr benzeri şartlar dayatılırken, Türk kamuoyu Dersim olayı, Atatürk'ün dini inancı, Amerika'yı kimin keşfettiği ve kadın ile erkeğin eşit olup olmadığı gibi tamamen fuzuli tartışmalarla uyutulmaktadır. Suni gündemler yaratarak gerçek gündemi unutturma konusunda usta olan iktidarın tuzağına düşmemek ve "analar ağlamasın" edebiyatıyla ülkenin nasıl bir uçurumun eşiğine getirildiğini Türk milletine anlatmak ise Türk aydınlarının kısa vadedeki en önemli sorumluluğu olarak öne çıkmaktadır.