Şartlandırılmış insanlar bir din, dava ya da ideal uğruna öldürdüklerini sanırlar. Oysa onlar insanları öldürürken gerçekte savundukları sandıkları değerleri de öldürmüş olurlar. Kaldı ki İslam, birilerinin sandığı gibi bir öldürme değil yaşatma, kurtarma dinidir.

Müslümanlık, bir kişinin öldürülmesiyle bütün bir insanlığın ölümünü aynı gören bir dindir. İslam kime karşı yapılırsa yapılsın asla katilliği, zalimliği ve caniliği onaylamaz.

Sultanahmet’te, Paris’te ya da Suriye’de işlenen barbar/vahşi cinayetler aynı kategoridedir. Hangi sloganla, kim, kime karşı ve nasıl bir gerekçeyle işlenmiş olursa olsun bu cinayetler hem İslam hem de insanlık dışıdır.

Cinayetlerin özgünlüğü üzerinde değil, daha çok teröristlerin felsefesi ve nasıl üretildiği üzerinde durmak gerekir.

Belirtilmelidir ki şiddetin ahlakı yoktur. Şiddet sadece bir tekniktir. Ahlakın başladığı yerde şiddet geri çekilir veya yok olur. Şiddete başvurmadan önce birey amacını ahlakileştirmeyi dener. Bu olmayınca doğrudan doğruya amacını ahlak edinir.

Amacını ahlak edinen birey, vicdanını rahatlatacak gerekçeyi edinir. Böylece, gönül huzuru içinde amacına katkı sağlayacak şiddetin ve caniliğin her çeşidini hemcinslerine rahatlıkla uygulayacaktır.

Ünlü anarşist Bakunin’in şu sözleri, amacını ahlak edinmiş bir meczubun ruh halini göstermesi bakımından ilginçtir; “Bu yüce davaya hizmet etmek için davulculuk yapmaya, hatta bir alçak olmaya hazırım; davayı saçımın bir telinin uzunluğu kadar bile ilerletmeyi başarırsam, bu bana yeter”.

Cinayet önderleri; eylemcileri, “dava” diye adlandırdığı ve bizzat ‘kendi inşa ettikleri alandaki’ mücadelede basit bir araç mertebesine indirgeyerek, onları kişisel onurlarından ve kimliklerinden koparmakla işe başlarlar.

Onlara; önce bir davanın yararına gerçekleştirilmek kaydıyla eylemin ne denli adi, vahşi ve barbarca olmasının önemli olmadığı inancı verilir. Dava yararına olan eylem meşrudur. Meşru olan aynı zaman da ahlakidir de.

Eylemcileri bu inanca ulaştırmak için yoğun bir bilinçsizleştirme ve katılaştırma seanslarından geçirilir.

Çernişevski’nin “Ne Yapmalı” adlı ünlü romanındaki kahraman Rahmetov; kendini katılaştırmak için pişmemiş ekmek yer ve çivili yatakta uyur. Kişisel bir yaşamı, karısı, dostları, onu amacından uzaklaştırabilecek aile bağları yoktur. Boş sözler ve formalitelerle zaman yitirmemek için bilerek kaba bir konuşma ve davranış tarzını benimser. Parasını kişisel gereksinmelerine değil yoksul öğrencilere ve devrimci davaya hizmet etmek amacıyla kullanır...

Dava uğruna kendilerini tamamen geri planda tutabilmek için dostlarından; ailelerinden, kişisel yaşamlarından, hatta isimlerinden vazgeçerler. İşutin’in sözleriyle bu amaca ulaşmak için hırsızlık, şantaj, hatta cinayet dahil her araca izin veriliyordu.

Sahtekârlık, aldatma, masum insanların suçlanması, denetimlerini ele geçirmek üzere rakip gizli derneklere sızma gibi. Üyelerden birisi, babasını zehirleyip mirasını davaya aktarmayı bile düşünebiliyordu.

Sonuçta eylem gerçekleştirilince, eylemi yapan teröristin son hareketi, dişlerinin arasına sıkıştırdığı cıvalı patlayıcının pimini çekerek kendini yok etmek olmalıydı.

Davayı gerçekleştirmek için kurulmuş olan örgütler, genellikle,  “tutkuyla ve hiç yorulmadan sadık kalan, kişisel çıkarlarından olabildiğince vazgeçen, insanları cezbeden; her şeyden, her türlü maddi konfor ve sevinçten, hırs, statü ve ünün getirdiği doyumlardan; yaşamak için, ya da bizzat ölümün kendisi için ebediyen vazgeçen”  kişilerden meydana gelir.

Amaç edindiği davası için öğrenimini yarıda bırakan bir öğrenci, “kitleler eğitimsizdir; bu yüzden bizim eğitim almaya hakkımız yok. Halka dolandırılıp soyulduklarını anlatmak için çok şey öğrenmeniz gerekmiyor” demekteydi.

Teröriste değil terörü besleyen fikrî/zihnî temeller üzerinde yoğunlaşmak gerekir. Unutmamak gerekir ki terörü neyin, nasıl ürettiğini bilmek, yarı yarıya önlemenin ilk şartıdır.