Suriye krizinin yaratmış olduğu etki Türkiye'nin AB ile ilişkilerinde önemli bir dönemin yaşanmaya başlamasına kapı araladı. Bu durumun öncelikli nedeni meselenin siyesi yanlarından öte Türkiye'nin jeostratejik ve jeopolitik konumundan kaynaklanıyor desek yeridir.

Neticede AB ülkelerine Türkiye üzerinden ulaşmaya çalışan üçüncü ülke vatandaşlarının hepsi Ortadoğu ve Asya ülkelerinden gelen insanlardan oluşuyor. Sahip olduğu konum, Türkiye'yi kriz yaşanan ülkelere komşu yapmakla beraber, doğu ve batı arasındaki en önemli geçiş güzergahında olduğu durumunu bir bakıma tescil ediyor.

AB ile Türkiye arasında 7 Mart günü yapılan görüşmelerde Türkiye'nin 12 maddelik önerisi üzerinde yapılan görüşmelerde Türkiye'nin taahhütte bulunduğu başlıklar şunlar oldu:

-Yunanistan'a Türkiye'den giden tüm düzensiz göçmenler geri alınacak.

-Geri kabul sürecini, Yunanistan ile ayrı bir anlaşma yapılarak Türk irtibat görevlilerinin de yer alacağı Midilli, Sakız, Leros, Sisam, ve İstanköy adalarında ortak istasyonlar kurulacak.

-Türkiye, Yunanistan ile tüm idari ve yasal enstrümanları bu amaçla uygulayacak.

-Yunan adalarından geri gönderilen her bir Suriyeli'ye karşılık, AB ve BM Mülteciler Yüksek Komiserliği ile yük paylaşımı ruhuna uygun olarak, Türkiye'den bir Suriyeli alınarak Avrupa'ya yerleştirilecek.

-Türkiye tarafından sunulan ve ortak komite tarafından kabul edilen projeleri, Suriye içerisinde insani güvenli bölgeler oluşturmak için uygulayacak.

Ahmet Davutoğlu anlaşmanın bu haliyle yürürlüğe girmesi halinde Türkiye'deki Suriyeli sayısının artmayacağını söylüyor. Temel dayanak noktası ise Avrupa'dan gelecek tüm Suriyelilere karşılık, bir Suriyelinin Avrupa'ya yerleştirilmesi ve Suriyeli haricinde, gelen diğer ülke vatandaşlarının (Afganistan, Irak, Fas gibi) ülkelerine geri gönderileceği konusu. Davutoğlu burada üçüncü ülke vatandaşlarının geri gönderilmesi meselesinin de yaratacağı masrafların AB tarafından karşılanacağını söylüyor.

 

Anlaşma Ne Kadar Gerçekçi?

Anlaşmanın detaylarına bakıldığında Türkiye kendisine iade edilen Suriyelileri, AB'den gelecek 3 milyar Euro tutarındaki fonlarla takviye edeceği kamplara yerleştirecek. Bu fon kampların inşası, sosyal, kültürel, eğitim ve sağlık alanlarının kullanımı için değerlendirilecek. Fakat Avrupa'nın bu kamplardan istediği, kendi tespit ettiği Suriyelileri alacak olması akıllara soru işaretlerini getiriyor. Şüphe yok ki AB ülkeleri kendi kıstasını ortaya koyarken önceliği eğitim seviyesi yüksek olan, kendi bünyesindeki nüfus yapısını etkilemeyecek yaş gruplarında ve hatta Müslüman olmayan kesimlere ağırlık verecektir. Hali hazırda 2,7 milyon kişiyi bulan Suriyelilerden Türkiye'ye geriye kalansa eğitim seviyeleri düşük, toplumsal adaptasyonu zor ve Türkiye'nin kendi içyapısını olumsuz yönde etkileyecek kesim olacaktır.

Davutoğlu'nun açıklamalarında, AB'nin Türkiye'nin alacağı Suriyelilerin 29 Kasım 2015'ten evvel gelenler olduğu bilgisi de göze çarpıyor. Yani bu tarihten sonra gelenler için ortada bulunacak tek adres Türkiye olacak. Bu kesimin kimler olduğu düşünüldüğünde Rus bombardımanlarından sonra Türkiye'ye gelmek zorunda kalan ve Suriye iç savaşının ülkeyi en son terk etmek durumunda bıraktığı daha yoksul ve eğitim seviyesi düşük kimseler olduğu anlaşılıyor. Bu da Türkiye açısından sorun arz eden bir başka konudur.

AB ile yürütülen müzakerelerde önem arz eden bir başka konu ise Suriye'de kurulması planlanılan güvenli bölge ile ilgili durumdur. Davutoğlu'nun verdiği bilgilere göre Türkiye ile yapılacak olan müzakere öncesinde Almanya, Rusya, İtalya, İngiltere ve Fransa'nın liderleri video konferans yöntemiyle bir görüşme gerçekleştirmişler. Bu görüşmede ele alınan konu ise Suriye'de adı güvenlikli bölge olmasa da benzer niteliğe sahip olacak bir alanın kurulması. Hatta Davutoğlu'nun iddiasına göre güvenli bölge meselesi ilk kez AB Belgesi'ne de girmiş. 

Bu adımın hayata geçmesi, sığınmacı akınının önlenmesi konusunda Türkiye ve AB açısından en makul seçenek gibi gözükse de Rusya'nın böylesi bir seçeneğe sıcak bakacağını düşünmek şimdilik çok güç. Moskova yönetimi Suriye krizini Avrupa üzerinde kurduğu baskının bir aracı olarak değerlendirirken, böylesi bir seçeneğe onay vermesi oldukça uzak bir ihtimal olarak duruyor. Özellikle Batık Bölgesi, Norveç Denizi, Doğu Avrupa ve Ukrayna üzerinde Avrupa ile Rusya'nın çıkarları çatışıyorken... Bu nedenle Türkiye, Suriye'den gelecek tüm sığınmacı akınlarına hala açık bir vaziyettedir ve durumun koşulları gittikçe ağırlaşabilir, neticede bu durum AB ile Türkiye arasında imzalanan geri kabul anlaşmasının hükümleri gereğince vizelerin kalkması karşılığında Türkiye'nin sığınmacı akışını kontrolü üzerindeki etkinliğini de zorlayabilir. 

Böylesi bir durumda AB, Türkiye'nin üzerine düşen yükümlülükleri tam olarak yerine getirmediği kanaatini ortaya koyarsa, Türk vatandaşlarına AB ülkelerinde serbest dolaşım hakkının verilmesi durumu, sürekli ileri bir tarihe ertelenen bir hal alır. 

 

Vizelerin Kaldırılması Meselesindeki Gerçekler

Haziran ayında vizelerin kalkması bahsi AKP tarafından AB ile varılacak anlaşmanın en süslü ve göz boyayan alanı olsa da, vize muafiyetinin sağlanması için Türkiye'nin yerine getirmesi gereken 72 kriter bulunuyor. Şuana kadar kriterlerin sadece 19'u yerine getirildi, 17'si hemen hemen, 33 tanesi ise kısmen tamamlandı. 3 kriterde ise hiç ilerlemenin olmadığı bilgisi mevcut.  Yani bu kriterlerin karşılanması konusu AB'nin kuracağı komisyon tarafından uygun bulunmazsa, vizelerin kaldırılması meselesi de sürüncemede kalmaya devam edecektir.

Genel perspektifle bakıldığında AB ile Türkiye arasında varılacak anlaşmanın Avrupa'nın lehine olacak pek çok sonuç yaratacağı ortadadır. Özellikle Almanya gibi yoğun sığınmacı problemiyle karşı karşıya kalıp, toplumsal dokusu ile huzuru kaçmış olan ülkelerin yeniden moral kazanmalarını sağlayabilir.

Ancak Türkiye için var olan belirsizlikler oldukça fazladır. En genel tabirle Türkiye, Avrupa'nın toplama kampı statüsüne sokulmaya çalışılmakta, Avrupa'nın seçici davranışı, Türkiye'ye toplumsal uyumu zor bir sığınmacı sorunu sonucunu çıkarmaktadır.

Dolayısıyla varılacak anlaşmanın AB tarafından kabul edilmesi halinde yakın vadede bunu kullanacak iki kesim vardır. Bunlardan birisi Almanya'da eyalet seçimlerinde sahip olduğu toplumsal desteği korumaya çalışan Angela Merkel, diğeri ise Türkiye'de rejim değişikliği çabasıyla toplumu ikna etmeye çalışan AKP. Merkel'in kozu mülteci akınlarının kontrol altına alınması, AKP'nin ise vizelerin kaldırılacağı propagandasıdır. 

AB'nin burada istediğini alacağı kesindir, ancak Türkiye'nin istediğini tam olarak karşılayıp, karşılamayacağı ne yazık ki belirsizdir. Almanya, AB üzerinde büyük bir ağırlığa sahip olsa da üye ülkelerin geneli nazarında Türkiye aleyhinde sahip olunan olumsuz düşünce oldukça fazladır ve ayrıca Türkiye'ye AB'ye katılım konusunda verilmiş bir garanti de söz konusu değildir. Yaşanan bahar havası dönemsel bir anlam taşımaktadır. 3+3 milyar euro yani toplamda 6 milyar euroluk mali destek bahsinden öte, Türkiye'ye verilecek vizelerin kaldırılması konusunda AB ilerleyen dönemlerde yine oyalama kozunu kullanacaktır. Nasıl ki Güney Kıbrıs Rum Kesimi'nin birliğe üye yapılması, geçmişte Kıbrıs konusunda Türkiye'yi aldatıcı bir sorun doğurup, bugün Kıbrıs'ın tamamının Rumlara verilmesi bahsini ortaya çıkarmışsa, vizelerin kaldırılması ve açılacağı söylenen yeni fasılların nihayete erdirilmesi meselesi de aynen böyle olacaktır.

Şüphe uyandıran bir başka durum, Suriye haricinde diğer üçüncü ülke vatandaşı olanların neden Avrupa ülkeleri tarafından doğrudan değil de, önce Türkiye'ye gönderilip, ardından kendi ülkelerine teslim edildiğidir. Bu seçenekle Türkiye finansal olmasa bile, güvenlik ve uğraş açısından yine bir başka zahmetin altına daha girmektedir.

AKP iktidarı vize muafiyetini öne sürerek, muhalefet partilerinden destek umarken, akıllara takılan bu sorulara açıklayıcı ve tatmin edici cevaplar vermelidir. Türkiye'nin huzur ve sükununu tesis etmede birincil derecede sorumluluğu bulunduğundan, aynı zamanda bir milli güvenlik meselesi olan böylesi bir konuda gizli ajandayla yahut saklı kalmasını istediği meselelerle Türk Milleti'nden bir şey kaçırmamalıdır.

AB ile Kayserili pazarlığı yaptığını iddia eden Davutoğlu ise Kayseri'yi ve Kayserilileri anlamadığını her haliyle gözler önüne sermiştir. Kayserili bir malı satarken değil, alırken kazanmayı ticari stratejisinin ilkesi kabul eder. AKP ise AB'ye verdiği tavizlere karşılık henüz pazarlık aşamasında ne kaybettiğinin farkında değildir!

Uzun yıllardan bu yana Türkiye'yi yakından ilgilendiren tüm meselelerde, tıpkı PKK ile yürütülen pazarlıklar ve malum cemaatle olan yakın ilişkilerde olduğu gibi "aldatıldık" söylemini kullanan AKP'nin, çok değil bir yıl içerisinde benzer sözü bu kez AB için söyleyeceğinden kimsenin şüphesi olmasın.
İSMAİL ÖZDEMİR