Kerkük yüz yıllarca Türk egemenliğinde yaşamış, türküleriyle ünlü bir Türkmen şehridir. 

 

Kerkük öyle bir şehirdir ki biz doğmadan önce sevgisi kalbimize nakış nakış işlenmiştir.

 

Bir insan sevdiğine kavuşacağı zaman heyecanlanır, aşığın maşukla kavuşma anında olduğu gibi… Kerkük adı geçtiği zaman da bizi bir heyecan sarar. Kalp atışlarımız hızlanır, avuç içlerimiz terlemeye başlar… Gün geçtikçe azalması gereken yerde, daha da çoğalarak bizi saran bir heyecan ve duygudur bu…

 

Bizim için mukaddes olan o toprakları dünya gözüyle görememiş olsak ta,  bize kendi evimizden daha sıcak bir yuva özlemiyle içimizde kanayan bir yara olarak yaşamaktadır.

 

Bir millet bir şehre yerleşir ve o şehir için türküler yakar, hoyrat çağırırsa, o şehri kutsal kabul etmiş ve vatan edinmiş demektir.

 

Bugün nerede hoyrat bir Kerkük türküsü duysak, yüreğimiz yanar. Oradaki insanların bizi bu zulümden kurtarın çığlıkları inler kulağımızda…

 

Kerkük Türk hakimiyetinde bulunduğu süre zarfında tüm dinleri, ırkları ve mezhepleri bir arada barış ve adaletleyönetilmiştir.

 

Osmanlı’nın çöküş devriyle birlikte Kerkük topraklarına nifak tohumları atılmaya başlamış ve sonucunda 1926’da İngiltere himayesinde kurulan Irak devletinin egemenliğine geçmiştir.

 

Yaklaşık olarak 100 yıldır Kerkük topraklarında zulüm hüküm sürmektedir. 92 yıl gözyaşının sel olup aktığı şehirde son 10 yıldır gözyaşlarına kan bulaşmıştır.

 

4 Mayıs 1924, 4 Temmuz 1946 ve 14 Temmuz 1959’da Türkmenlere çok ağır şekillerde büyük katliamlarda bulunulmuştur. 2003’den beri yapılanlar ise soykırım’ın manasını bile hafif bırakacak duruma gelmiştir.

 

Kerkük’te yapılan zulmün acısını en çok çocuklar çekmektedir. Yeni doğan bebeklere bile düşman gözüyle bakan milletlerin kontrolünde olan Kerkük’te ilaçsızlıktan, gıdasızlıktan, sağlık hizmetlerinin yetersizliğinden yüz binlerce çocuk hayatını kaybediyor.

 

İnsanların organları çalınıyor, kadınlar işkencelere uğruyor, camiler yakılıyor, düğünler basılıyor, canlı bombalar patlıyor, çocuklar ölüme terk ediliyor.

 

Kerkük topraklarında ne gün kaldı ne çiçek, ne cıvıl cıvıl ötüşen kuşlar, ne millet seven erler, ne sağa sola koşturarak oynayan çocuklar... Kerkük zalimlerin elinde yanıyor biz ise hasretle tütüyoruz….

 

Oradan çıkacak petrol için insanlar değersiz bir eşya gibi gözden çıkartılıyor! Bizse Kerkük’ten çıkacak petrolü umursamıyoruz bile.  Biz Kerkük petrolünün değil, insanının, toprağının, türkülerinin sevdalısıyız.

 

Orası bize atalarımızdan yadigar topraklardır. Yıllarca barış ve adaletle yönetilen o topraklarda huzurun daim olması atalarımızın bize vasiyetidir.

 

Mustafa Kemal Atatürk’te : “Allah nasip eder, ömrüm vefa ederse Musul, Kerkük ve adaları geri alacağım. Selanik de dahil, Batı Trakya’yı Türkiye hudutları içine katacağım” diyerek Türk gençliğine hedefi açıkça göstermiştir.

 

Son Ülkücü yaşadığı müddetçe de bu dava sönmez bir ateş gibi devam edecektir.

Bu iddia körü körüne bir Türk sancağını, Kerkük topraklarına dikerek güç gösterisi yapma iddiası değildir.

 

Bu iddia aleyhimize dahi olsa bizim yaşadığımız dünyada, bir mazlumun akacak bir damla gözyaşı için bin zalimin gözyaşının akıtılacağının zihinlere işlenmesi iddiasıdır.

 

 

Yıllar geçti ama zırnık ödün vermedik Kerkük sevdamızdan. Bir gün mutlaka ama mutlaka Kerkük, Musul ve Süleymaniye Türk sancağı altında yeniden eski günlerine dönecektir… Bir gün mutlaka Kerkük'te dere tepe eskisi gibi renk renk çiçek açacak, kuşlar ötüşecek, ağaçlar yeşerecek, cami'lerden yine Allahu ekber sesleri yankılanacak... Bu sevda söylendiği gibi yarım kalmış değildir… Henüz son sözümüzü söylemedik…

 

Bizim hasretimizin bekçileri olan Irak Türkmen Cephesi Genel Başkan Yardımcısı Ali Haşim Muhtaroğlu başta olmak üzere tüm şehitlerimize Allah'tan rahmet, Türk Dünyasına da başsağlığı diliyorum...

 

 

AHMET YİĞİT YILDIRIM