Ülkücü Yazar Savaş Erman, yeni kitabını Sabri Şenel’e hediye etti Ülkücü Yazar Savaş Erman, yeni kitabını Sabri Şenel’e hediye etti
Günlerden bir gün, aslan yine ormanda gezer imiş.

Kendinden emin ve mağrur adımlarla yürür, diğer göçebe aslanlar gibi başına buyruk yaşarmış.

Yine av avlayıp kuş kuşladığı günlerin birinde, ilerleyen yaştan olacak, bitkin düşmüş. Takati kesilen aslan, yırtıcı kuşların ve timsahların saldırılarına karşı koyamaz hale gelmiş. Anlamış ki yuvaya dönmeli, ağır aksak adımlarla yönelmiş ait olduğu topraklara…

Doğup büyüdüğü yer çok güzel ve korunaklıymış. Üstelik avlak bir bölgeymiş, her daim bereketliymiş. Salimen yuvasına kavuşan aslan uzanmış güneşe karşı, yaralarını yalaya yalaya tımar etmiş kendini… Uyuyup dinlenmiş, gücünü yeniden toplamak için döndüğü, ana kucağı gibi bildiği bu yuvada yeniden huzur bulmuş.

Kalkıp doğrulmuş yerinden, esneyerek gerinmiş, bir kükreyiş kükremiş ki döndüğü bilinsin!...

Yeniden av avlayıp tavşan kovalamaya çıkmış. Körpe bir ceylan görmüş uzaktan, gözüne kestirip mideye indirecek, böylece büyük avlar için enerji depolayacak. Kurmuş tuzağını, başlamış beklemeye…

Aslan bu ne de olsa, avcıların ve ormanların kralı. Çetin bir kovalamacadan sonra yakalayıp ceylanı, sürükleye sürükleye götürmüş az ötedeki yerine… Soluğu dinginleşip de tam yemeye başlayacakken avını, çıkagelmiş sırtlan ve çetesi…

Biliyorlar elbet, karşılarındaki ne de olsa aslandır, şakaya gelmez; kurnazca davranıp anlaşma teklif etmişler usta avcıya: “Aslan kardeş, bizim senle alıp veremediğimiz yok. Ama senin bölgen çok değerlidir. Bu avlağı bize bırak, sen nerede olsa karnını doyurursun. Biz sana yer de gösteririz, ant olsun ki sana ve avlarına bundan böyle asla ilişmeyiz.” demişler.

Aslan önce bir bozulmuş, homurdanmış, lakin karşısındaki beş güçlü çeneyle baş edemeyeceğinin farkındaymış. Hey gidi hey, eski zamanlarda olsa bu çapulculara pabuç mu bırakırdım, diye hayıflanmış. Avını da avlağını da bırakıp sırtlanlara, yeniden düşmüş yollara…

Varmış sırtlan sürüsünün tarif ettiği kuş uçmaz kervan geçmez yere, başlamış etrafta nesnelere sürünüp koku bırakmaya ve işeyip işaretlemeye… Hâlâ açmış bizim aslan, beklemiş bir av çıkar mı diye… Çok geçmeden bir Beç tavuğu görünmüş çalılıkların ardında, avcı karnının üstünde hissettirmeden ilerlemeye başlamış. Kurmuş pusuyu, başlamış beklemeye…

Küçük ama leziz avı menzile tam girdiğinde, birden peyda olmuş sırtlan sürüsü yine aslanın önünde… Küstah bir edayla ulumuş beriki, ona eşlik etmiş diğerleri… Ürümüşler aslana doğru, “Burada sayemizde avlanırsın, yoksa açlıktan ölür gidersin, bunun bir diyeti olmalı, aslan avından bize pay vermeli.” diyerek niyetlerini açık etmişler. Bu söz aslanın onuruna dokunmuş, gururu açlığını ve güçsüzlüğünü bastırmış. Olanca öfkesiyle kükreyip semaya doğru, eski günlerini anımsatırcasına saldırmış bu beş densiz leş yiyiciye karşı...

Dört bir yana dağılmış sırtlan sürüsü viyaklaya viyaklaya… Arkalarına bakmadan kaçarken bir yandan da devam etmişler tehditler savurmaya…

Bizim aslan nihayet huzur ve sükûn bulur mu bilinmez ama bu hikaye de burada bitmez.

Derim ki; dünya böyle dostlar, ne çare!… Aslan aslanlığını yapacak, sırtlan ise sırtlanlığını… Biz de anlatacağız dostlarımızın serüvenlerini, böylelikle açıvereceğiz size penceremizi… Bundan gayrı… Koç yiğitler, şah yiğitler söylesin; alnı açık cömert erenler dinlesin.


Editör: TE Bilisim