Ülkücü Yazar Savaş Erman, yeni kitabını Sabri Şenel’e hediye etti Ülkücü Yazar Savaş Erman, yeni kitabını Sabri Şenel’e hediye etti
 DELİ YAĞMURLAR---ÖMER SEYFETTİN
(Bu hikâyenin sonundaki notları mutlaka okuyun)

Ling-Yu gayet akıllı, gayet ihtiyar bir imparatordu. O kadar ilerlemeyi severdi ki halkın geçmiş ile hiçbir alakası kalmamasını temin için bütün Çin’in eski kitaplarını, eski kütüphanelerini yaktırmıştı. 
Çinliler adeta onun tanrılığına bile inanır gibi oluyorlardı. 
Derlerdi ki:
"Ling-Yu, Dünyada Allah’ın dehasından bir örnektir. "
Devri; rüyasız, yorgun bir uyku gibi geçiyordu.

Bir gün huzuruna bir soylu girdi. Secdeye kapandı.
- Efendimiz, baş müneccim geldi, mutlaka size bir şey arzetmek istiyor, dedi.
İmparator Ling-Yu, dehası sayesinde gelecekte ne olacağını bilirdi.
Derdi ki: 
"Sebepleri doğru görebilenin sonuçtan şüphesi kalmaz." 
Onun için baş müneccimden daima kendi tahminlerini dinlerdi. 
Şimdiye kadar o, hiç böyle habersiz gelip bir şey söylememişti.
- Tuhaf, diye başını salladı, acaba ne söyleyecek?
- Gayet mühim bir şeymiş efendim.
İmparator düşündü, işler tıkırındaydı. Öyle mühim bir şeyin olabileceği yoktu.
- Gelsin, buyurdu.
Huzura giren başmüneccim, resmi secdesinden kalktıktan sonra:
- Ah efendim, gayet korkunç bir felaket bizi tehdit ediyor, dedi.
İmparator, dünyanın her şeyine vakıftı. Şaşırdı. 
Görünürde savaş, kıtlık, ihtilâl gibi bir şey yoktu. Badem gözlerini süzerek:
- Yanılıyorsun, dedi.
- Hayır efendim, muhakkak bir felaket!
- Savaş mı?
- Hayır.
- Ya ne?
- Bir yağmur, efendim.
- Yani taşkın.
- Hayır, yalnız yağmur…
İmparator, liyakatli başmüneccimin saçmaladığına ihtimal vermezdi. 
Tekrar onu bir süzdü. Merakla sordu:
- Yağmur niçin bir felaket olsun?
- Bu yağmur çok sürecek.
- Sürsün.
- Suyundan kim bir damla içerse deli olacak!
İmparator düşündü. Hakikaten felaket korkunçtu. 
Tahmininde yanılıp-yanılmayacağını başmüneccimine tekrar sordu. 
Zavallı alim bundan son derece emindi. Korkusundan tir tir titriyordu. 

Saraya hemen bütün soylular toplandı. Günlerce süren görüşmeler, toplantılar sonunda daha bu uğursuz yağmur başlamadan sarayın bütün sarnıçlarının, küplerinin, vazolarının, mahzenlerinin yedek olarak temiz sularla doldurulmasına karar verildi.
Aradan bir hafta geçmedi, başmüneccimin haber verdiği yağmur hafif yağmaya başladı. Bir gün, iki gün oldu. Dinmedi, hızlandı. Bardaktan boşanırcasına yağdı-durdu. Her tarafı sel aldı. Nehirler, çeşmeler, oluklar taştı. Adeta mini mini bir tufan! Başmüneccimin haber verdiği felaket hakikaten, aynen meydana geldi. Kim bu yağmurdan bir damla karışmış bir suyu içerse hemen çıldırıyordu. 
On beş- yirmi gün içinde bütün halk çıldırdı. Yalnız imparatorla yanındakiler, sarayda saklanmış sulardan içiyorlar, akıllarını başlarında tutabiliyorlardı.
Uğursuz yağmur dinmedi. Memlekette çıldırmayan kimse kalmadı. Umumiyetle deliren halk, işi öyle azıttılar ki; artık ne soylular, ne hâkimler; saraydan sokağa çıkabiliyorlar, ne de içeriden-dışarıya meram anlatabiliyorlardı. 
Bir curcunadır gidiyordu.
İmparatoru o zaman bir düşünce aldı. Bunun sonu ne olacaktı. Evet, bir kere deli olan artık akıllanamıyordu. Zırdeli halk bahçe surlarının etrafında toplanmış, gece-gündüz, sabah-akşam zurnalarla- davullarla kulakları yırtan bir gürültü koparıyorlar:
- Delilere bakın, yuha, yuha… 
Diye yedek sulardan içip akıllı kalanlara dillerini çıkarıyorlardı.
Bir gün geldi ki yiyecek filan almak imkânsızlaştı. Laf anlayan, söz dinleyen kalmadı. İdare bozuldu. Uğursuz yağmurun suyundan içmeyip akıllı kalanların felaketi çok dehşetliydi. Hayatları tehlike içinde geçiyordu. Bir avuç kişiydiler. Milyonlarca delinin maskarası oldular…

Fakat Ling-Yu gayet akıllı, gayet ihtiyar bir imparatordu. İşe yaramayan zarar getiren aklın, delilikten hayırlı bir şey olamayacağını bilirdi. Bir sabah çılgın halkın tecavüzünden, eğlencesinden ürkmüş yakınlarına:
- Herkesin içtiği sudan hemen içiniz, emrini verdi.
Soylular, hekimler, filozoflar, hâkimler:
- Aman efendim, akıllarımıza, ilimlerimize yazık olur, diye karşı gelmek istediler.
İhtiyar imparator:
- Herkes deli olduktan sonra birkaç kişinin aklına lüzum yoktur, dedi.
Uğursuz yağmurun sularından doldurttuğu ilk kadehi kendi yuvarladı. O anda ufukları sarsan kahkahaları attılar. Surun dışındaki curcunaya katıldılar.

Gel zaman-git zaman bu umumi curcunanın adı "sosyal düzen" oldu. Halk içinde tekrar akıllananlar "delidir" diye tımarhaneye tıkıldı.


ÖMER SEYFETTİN


Son cümleyi şöyle, değiştirsek hikâye tamda günümüzü anlatmış olur:

[Gel zaman-git zaman bu umumi curcunanın adı "Devletin bekası" oldu. Halk içinde tekrar akıllananlar "delidir" diye tımarhaneye tıkıldı.]

-----------
NOT:1
Herkesin İçtiği Su (İfham Gazetesi - 1919) dan alınmıştır.
Bu hikâyeyi, Ömer Seyfettin ölmeden bir yıl önce yazmış ve İfham da neşretmiştir:
O sıra İstanbul ve bütün yurt işgal altındadır. 
Hemen hemen bütün medya, Medreseliler, Tarikatlar, Tekkeler, Saray (devlet güçleri) ve azınlıklar (Rum ve Ermeniler) tamamen işgal güçlerinin yanındadır. 
Bir avuç milliyetçi gazeteci, yazar, asker ve sivil halk milli mücadeleye kalkışmıştır.
İşte bu ortama çok üzülen Ömer Seyfettin bu hikâyeyi yazmış ve bir yıl sonrada ülkesinin kurtuluşunu göremeden kahrından ölmüştür.

NOT:2
İfhâm Gazetesi;
Ahmet Ferit Tek tarafından 22 Eylül 1912’de Millî Meşrutiyet Fırkası’nın
Yayın organı olarak İstanbul’da günlük çıkarılmaya başlanmış bir müddet sonra kapatılmış sonra; yine Ahmet Ferit Bey’in sahip ve başyazarlığında
23 Temmuz 1919’da başlamıştır. Gazetenin yazar kadrosunda
Ahmet Ferit Tek, Mehmet Emin Yurdakul, Yusuf Akçuraoğlu, Hamdullah Suphi
Tanrıöver, Ömer Seyfettin, İzzet Ulvi, Falih Rıfkı Atay gibi isimler yer almıştır.


Editör: TE Bilisim