‘Dr. Sadık Ahmet’ kompozisyon yarışmasının sonuçları açıklandı ‘Dr. Sadık Ahmet’ kompozisyon yarışmasının sonuçları açıklandı
Toplumumuzun, ekonomik-sosyal yaşamı ile bilim-teknoloji alanlarında karşılaştığı sorunların altında, kültürel değerlerimizin engel teşkil ettiği yönünde bazı tespitlere vardım.

Türk milleti, doğu-batı kültürleri arasındaki farklı etkileşimler içerisinde, sahip olduğu yetenek ve yetkinliklerini bilgi toplumu ölçütlerine uygun bir yaratıcılığa dönüştürmekte zorlanmaktadır. Bunun başlıca nedenleri olarak, eğitim anlayışımız, inanç değerlerimiz, sosyal-ekonomik ve coğrafi şartlar ile kalıtımsal beşeri özelliklerimizi sayabiliriz. Sanayileşme ve kentleşme çabalarımız da yaratıcı kültürün oluşumuna, yenilenmeye çok kısıtlı ölçüde katkıda bulunabilmiştir.

Geleneksellik hala doğu toplumlarında çok etkili. Tabularını terk edebilen toplumlar yeniliklere daha açık olabiliyorlar. J.Maynard KEYNES, “ asıl mesele yenilikleri kabul edip etmemekten çok, geçmişten gelen gelenek-inanç gibi dogmaları terk edebilmektir “ sözleri ile dogmalardan kurtulabilmenin güçlüğüne dikkat çekmiştir.

II.Dünya Savaşı sonrası ülkemizden daha geride olan bir çok Asya ülkesi kısa bir sürede gelişti, ilerledi, teknoloji alanında büyük atılımlar gerçekleştirerek dünya markası firmalar yarattı. Bu ülkeler bu gelişmeleri nasıl gerçekleştirebildiler? Biz neden dünya markası yüksek teknolojik ürünler üretemedik. Toplum yapımız neden bilim ve teknoloji geliştirebilen bir yapı kazanamıyor. Bu konuda ABD’li sosyal araştırmacılardan David C.Mc.Clelland ile Daniel Lerner ortak çalışmalarında; “ daha üstün bir başarı ve yeniliklere ihtiyaç duymayan değerler sisteminin ( need for achievement ) olmayışına, kavram ve değerlerde daha geniş perspektifte düşünebilme, yenilik isteme, teşebbüs sahibi olma gibi özelliklerin yokluğuna “ dikkat çekmişlerdir.

Ekonomik geri kalmışlığımızın tarihsel geçmişi hakkında, Behice Boran’ın Avrupa feodalizmi ile Osmanlı feodalizmini mukayese eden çalışmaları ile Doğan Avcıoğlu’nun Osmanlı’nın Asya Üretim Tarzı yapısı konularındaki tespitlerinin ortak noktası; kapitülasyonlar ve Avrupa’nın gelişimi ile Osmanlı’nın dönemsel farklılıkları gösterilmektedir.

Uçak Yapımı, Hızlı Tren ve Nükleer Santral gibi yüksek teknoloji gerektiren alanlardaki çalışmalar 20. yüzyıla damgasını vuran endüstriyel gelişmelerin başında gelmektedir.Türkiye, aslında cumhuriyetin ilk yıllarında dönemine göre yüksek teknoloji gerektiren Uçak ve demiryolları konusunda çok önemli adımlar atmıştır. M.Kemal ATATÜRK’ ün “İstikbal Göklerdedir” sözlerinden ilham alınarak 1925 yılında Tayyare, Otomobil ve Motor A.Ş. kurulmuştur. 1941 yılında Nuri DEMİRAĞ’ın Tayyare fabrikası ile uçak sanasi olan 25 ülkeden biriydik. Bizden sonra 1954 de uçak sanayi kuran Brezilya günümüzde BOEING ve AIRBUS dünya markalarına sahip iken, ülkemiz günümüzde daha yerli otomobil fabrikasının inşasına bile başlayamamıştır.

Hızlı tren projesinde yerli TÜLOMSAŞ ( Türkiye Lokomotif ve Motor San. ) yerine yerli firmamızdan daha eski olmayan İspanyol CAF firmasından 2005-2012 yılları arasında hızlı tren projeleri kapsamında alınan vagonlar ile yerli sanayimize darbe vurulmuştur. Genç cumhuriyetimiz 1923-1940 yılları arasında on yedi senede 3.208 km demiryolu ağını bu kuruluştan yararlanarak gerçekleştirmiştir. Eskişehir Demiryolu fabrikasındaki teknik ekiplerimiz “milli motivasyon” ile geceli gündüzlü çalışmalar ile 1961 yılında ilk buharlı Türk

Lokomotifi – KARAKURT’ u üretti ( 97 ton-70 km/saat-1915 Beygir Gücü ). Aynı atölyede ilk yerli Türk otomobili DEVRİM üretildi. Ancak bu çalışmalar devam ettirilemedi.

Benzer şekilde 1956 yılında kurulan Atom Enerjisi Komisyonu kurulduktan sonra 1962 yılında Küçükçekmece NÜKLEER ARAŞTIRMA kurulmuş olmasına rağmen, aynı yıllarda Nükleer Araştırma çalışmalarına başlayan Güney Kore, Türkiye-Akkuyu Nükleer Santralının anahtar teslim olarak yapımı için teklif sunabilmiştir.
Batı uygarlığı, yarattığı endüstri devrimi ile kuşaktan kuşağa bilgi ve sermaye aktarımında sürekliliği sağlayan toplumsal kültürü sağlayarak, insanlar arası ilişkileri, üretim ilişkilerinin gelişimini mükemmel hale getirebildi. Bu gelişim iyileştirme kültürü ( improvement ) sayesinde hız kazanmıştır.

İYİLEŞTİRME -------------- DAHA ÜSTÜN BİR BAŞARIYA KÜLTÜRÜ İHTİYAÇ DUYMA

Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarında görev alan öğretmenlere, doktorlara, mühendislere, sanayi birikimi ve kültürü yeterli olmadığı halde “ulusal motivasyon” kazandırılabilmiş, sınırlı imkanlar olmasına rağmen büyük işler başarılabilmiştir. Sadece iki yıl gibi kısa sürede hizmete sunulan Nazilli Tekstil fabrika projesi bile genç cumhuriyetin ne kadar planlı, özenli ve sanayileşmeye sadece endüstriyel açıdan değil sosyal gelişim açısında da baktığını gösteren somut bir örnektir. Tarımsal üretimin sanayide değerlendirilmesi ile yaratılan katma değer, kendi elektriğini üreten, çalışanına eğitim, sağlık hizmeti veren, sosyal yaşam koşullarını ( sinema, konser-konferans, spor salonu vs ) sağlayan projeler sayesinde her alanda kalkınma yaratılmaya çalışılmış.

Kamusal alanda yetişmiş teknik elemanlar daha sonra özel sektör eli ile gerçekleştirilen yatırımlarda önemli rol oynamıştır. İnançlı, araştırmacı, çalışkan

Ülkemiz dış politik konularında bağımsız ve barışçıl tavrı ile dikkate alınan bir durumdaydı. Sadabat Paktı ve Balkan Paktı ile komşular ile iyi ilişkiler tesis edilmişti. Türkiye BM davet edilerek üye yapıldı. II.Dünya savaşı sonrası kurulan Avrupa Konseyi’nin 11.kurucu üyesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini yazan heyetin içinde saygın bir yeri olan ülkeydik.

Oysa günümüzde yaşanan global salgın felaketini önleyecek aşının geliştirilmesi konusunda yabancı ülkelerdeki çalışmaları merakla izlerken, “ Hıfzıssıha Enstitüsü neden kapatıldı? “ sorusuna cevap bulamadık. Bu kurumumuz muhafaza edilebilmiş olsaydı, bir çok salgın hastalıklara başarı ile aşı üretmiş olmanın tecrübesi ile yerli aşı üretme konusunda bir umudumuz olabilirdi.

Sanayi gelişimi için gerekli olan ARGE konusunda en önemli şey maddi imkanların olması kadar milli ve ilmi motivasyonun olmasıdır. Bunun için eğitimin iyileştirilmesi ve gençlere iyi imkanların sunulması gerekmektedir. Ancak son yıllarda gençliğimiz imam-hatip liselerine hapsedilmiş, kendi dilimizdeki eğitim ve matematik konusunda çok geri bırakılmıştır. Gençliği ileriye taşıyabilecek ilmi motivasyon, MERAK-YARATICILIK-YENİLİKÇİLİK duygularının aşılanması ile olur. Mevcut eğitim sistemimiz ve sosyal yapımız maalesef bu duyguları gençliğimize aşılayabilecek kabiliyetten yoksundur. Biat kültürü ile yetiştirilen, ailelerinin ekonomik durumunun her geçen gün bozulduğu bir ortamda gençliğini yaşayamayan, içine kapanık, erkek ve kızlarımızın sosyalleşmesini sınırlayan, anti-sosyal bir yapıda öz güvenden yoksun bir gençlik ile ülkemizin aydınlık geleceğine umudumuz maalesef her geçen gün azalmakta.

II.BÖLÜM :
Robert R.REILLY The Closing of the Muslim Mind - How Intellectual Suicide Created The Modern Islamist Crisis Müslüman Aklının Mühürlenmesi-İslamın Entelektüel İntiharı Günümüz İslamcılık Krizini Nasıl Yarattı
Bu bölümde, ülkemizin de dahil olduğu İslam ülkelerinde yaşanan tarihsel süreçlerin düşünce ve inanç değerlerinde yarattığı derin etkilerini değerlendireceğim.

9. yüzyılda İslam dünyasında Kuran’ın yorumu iki temel görüş etrafında yapılıyordu. Birincisi Allah’ın irade ve gücünü merkeze alan görüş, ikincisi akıl ve vicdanı merkeze alan görüştü. Kaderiyye X Cebriyye (özgür irade) (herşey Allah’tandır)
İslamiyet, ilk 100 yılında çok hızlı bir şekilde genişleyerek Suriye, Irak, İran’da hakimiyet kurdu. Bu topraklarda Bizans ve Yunan medeniyetinin düşünce dünyası ile tanıştı. 8.yüzyılda İslam düşüncesinin ilk hakim mezhebi olan akılcı (kaderiyye) MUTEZİLE mezhebi kuruldu.

Mutezile mezhebinin kurucusu Vasıl Bin ATA ve hocası Hasan El Basri, insanların kötülüklerinden Allahın sorumlu olamayacağı, Allahın sadece iyiliği yarattığını ve insanlarında akıl yolu ile özgür iradeleri (kaderiyye) ile iyiliği bulabileceğini, Cebriyye taraftarlarının herşeyin Allahtan olduğu düşüncesini doğru bulmuyorlardı. Mutezile mezhebi Abbasi Halifesi Harun REŞİD, ve özellikle oğlu 7.Halife Memun döneminde devlete hakim olan bir mezhepti ve 60-65 yıl çok destek gördü. Beytül Hikmet okullarında akıl, bilim ve felsefe dersleri veriliyordu. Döneminin ilk islam filozoflarından El Kindi bu okullarda yetişmiştir.

Ahmet Bin HANBEL yaklaşık 40 yıl kadar Mutezile mezhebinin içinde bulunduktan sonra bu mezhepten ayrılarak kendi mezhebini kurdu. Aklı ve felsefeyi ret etti. Halife Memun döneminde tutuklandı, mahkemede kendi mezhebi düşüncesinden hareket ile tüm sorulara sadece ayetler ve hadisler üzerinden cevap verdi. Tutuklandı ve hapse atıldı. 10.Halife Mütevekkil döneminde HANBEL af edildi. Muteziliğe son verilerek Sünniliğin ehli hadisçi görüşü devlete hakim oldu. Mutezile’ciler çeşitli ülkelere dağıldılar. İran’da Şii ekolünün gelişiminde katkıda bulundular. İbn-i Sina, Farabi, İbn-i Rüşd Mutezilerin etkisinde kalarak fikirlerini geliştirmişler, aklı düşünce ve inançlarında ön planda tutmuşlardır. Halife Mütevekkil, Kerbela’daki Hz.Hüseyin’in türbesini yıktırdı. Hıristiyan, Yahudi ve diğer dinlerden olanlar baskı altına alındı, kıyafet kısıtlamaları getirildi. Büyük filozof El Kindi’nin kütüphanesine el kondu, 80 yaşlarında kendisine zulm edildi. Hanbel, Allahı bulmak için akla ihtiyaç olmadığını, aklı kullanmadan vahiy ve hadisler üzerinden Allaha iman edilmesini, akıldan uydurulacak şeylere inanılmamasını öğütler. Bu konuda o kadar katı yaşamıştır ki, Hz.Muhammet’ in karpuz sevmediğinden dolayı kendisi de ömür boyu karpuz yememiştir.

Eşari mezhebinin kurucusu Hasan El Eşari, herşeyin, iyiliğin-kötülüğün Allahtan olduğu, Allaha imanın ayetler ve hadisler üzerinden sorgulamadan, akıl yürütmeden olması gerektiğini savunur. İnsan daha ana karnındayken iyilik ve kötülük meleklerinin fetüs halindeyken kaderinin yazıldığına inanılır. Gazali, Hasan El Eşari’nin ölümünden 150 yıl sonra yaşamıştır. Gazali’de Eşari gibi nedensonuç ilişkisini ret etmiştir. Yunan felsefesinden atomik teorinin etkisinde kaldıklarından, alahın atomlar ile nasıl maddeyi var ettiyse dilediğinde başka bir şekle sokabileceği veya yok edebileceğinden dolayı neden-sonuç ilişkisini ret ettiler.

Sünni İslamın 4 mezhebi vardır. Hanefi, Şafii, Maliki ve Hanbeli. 12.yüzyıldan itibaren başka mezheblerin kurulması yasaklandı. Buna Sünni’ler için içtihat kapısı kapatılmıştır denir.

İmam Gazali’nin “Filozofların Tutarsızlığı” adlı eserine kendisinden yüz yıl sonra İbn-i Rüşd “Tutarsızlıkların Tutarsızlığı” adlı eserinde akıl ile vahiyin birlikte var olabileceğini tek tek cevapladı. 1195 yılında Endülüs-Cordoba’da İbn-i Rüşd’ün tüm eserleri yakılarak Müslümanlara yasaklanırken, Avrupa aydınlanması bu eserlerden istifade etmiştir.
Neden-sonuç ilişkisinin reddi ile aklın terk edilmesinin yarattığı sonuçlar islam dünyasında karanlık bir dönemi başlattı. Sonuçları günümüze kadar etkili oldu.

Siyasi manada, Eşarilik ve Gazali’nin akıl ile rasyonelliğin ret edilmesi, tarih boyunca zalim hükümdarların iktidarlarını otoriterleştirmesine gerekçe olarak kullanıldı. Aklı ve neden-sonuç ilişkisini ret eden bir anlayış içerisinde ne bilim ne hukuk ne de demokrasi gelişir. Yasa ve hükümlerin 12-13.yüzyıla hapsedildiği bir ortamda çağdaş-evrensel hukuk ilkeleri işletilemez.
Nedenselliğin inkarı, bilim için gerekli olan hipotez-tahmin yürütmeyi epistemolojik olarak imkansız kıldığından bilimsel gelişmelerin önü kesilmiştir. Günümüze kadar yaşatılmaya çalışılan bu anlayışın sonucu olan birkaç örneği paylaşmak isterim:

- 1983-1984 yılında Pakistan’da herşeyin tanrının iradesinde olduğundan hareket ile tahmin yapmanın da anlamsız olduğu gerekçesi ile hava durumu tahminlerinin yayınlanması yasaklanmıştır. - Pakistan eğitim sisteminde hocalar öğrencilere, “ O2 ile H birleşince su olur” yerine, “ O2 ile H bir araya geldiğinde Allah suyu yaratır “ şeklinde dersleri verdirdiler. - 1990 yılında Suriye’de Sadık Celal El Azm, islamın sünni kaynaklarını kullanarak, “ dünyanın düz olduğunu, güneşin etrafında dönmediğini “ anlatan bir kitap yazdı. Ve bu kitabı El Ezher üniversitesine reddiyesi için gönderdi, ancak hiçbir cevap alamadı. - Bir çok islam ülkesinde, tüm doğal felaketlerin allahın cezası olduğu kabulü ile sigorta yaptırmak haram olarak kabul edilir. Hatta araçlardaki emniyet kemerleri bu nedenle kullanılmaz. Aynı nedenle Pakistan’da çocuk felci aşısı yasaktır. - Müslümanların bir kısmı hala, son uzay araştırmalarındaki gelişmelere, insanoğlunun aya ayak bastığına inanmamakta ama uzaya giden astronotların ezan sesi duyduğuna inanabilmektedir. - TV programlarında deve sidiğinin faydaları tartışılabilmekte, resmi TV-Diyanet kanalında sülük vb tedavi şekilleri geleneksel tıp olarak tavsiye edilmektedir. - Batılıların % 60’nın babasını bilmediğine, kadınların köpekler ile evlilik yaptığı, batının uyuşturucu ve fuhuş bataklığında büyük bir kriz yaşadığı iddia edilirken, milyonlarca Müslüman kendi ülkesini terk ederken, bir başka Müslüman ülke yerine batı ülkelerini tercih edebilmektedir.
Aklın ve Nedenselliğin inkarı, bilimsel ve hukuki gelişmenin önündeki en büyük engeldir. Sonuç olarak bilim ve hukukun olmadığı bir ortamda demokrasinin de gelişmesi mümkün olamamaktadır.

Yukarıda kısaca değindiğim hurafelerin dışında, somut olarak batı ülkeleri ile islam ülkeleri arasında ekonomik manada çok ciddi bir uçurum mevcuttur. Sadece İspanya’nın milli geliri tüm islam ülkelerinden fazladır. Petrol gelirleri düşüldüğünde ancak Finlandiya kadar bir gelire sahiptirler. Okur-yazarlık oranları ile bilimsel yayınlar arasındaki derin farklarda ortadadır. Ekonomik farklılıklardan ziyade, eğitim-bilimsosyal alanlardaki büyük farklılıklar ancak islam dünyasında büyük radikal dönüşümlerin gerçekleştirilmesi halinde bile kısa sürede kapatılabilir bir fark değildir. Bu durumda islam ülkeleri üzerindeki batı dünyasının ekonomik-siyasi-askeri hegemonyasının ortadan kaldırılabilme imkanı yoktur. Türkiye, yüz yıl öncesinde gerçekleştirdiği devrimler sayesinde, bir çok eksikliğine rağmen, islam alemine örnek teşkil edebilecek ülke konumunu hala sürdürmektedir.
Müh.Aykut GÖKER 

Editör: TE Bilisim