Bu yazının hangi ihtiyaçtan doğduğunu Güneydoğu’da yaşanan olayları izleyenler anlayacaktır.

Bölgede yaşananlar mankurt bir iktidarın ürünüdür. Bölgede bayrak, devlet ve tarih bu mankurt zihniyet tarafından kirletilmiştir.

Bu mankurt zihniyetin nasıl oluştuğunu tarih söyler. Onları nasıl bir zihinsel iklimin ürettiğini, efsanelere bakarak anlamak mümkündür.

Ancak devleti ve milleti kirletenlerin bütün özellikleri “mankurt”  metaforuyla da açıklanamaz.
Mankurtluk, bireyi zor kullanılarak bilinçsizleştirip özüne düşman hale getirilmesi anlamında ilk kez Aytmatov tarafından kullanılmıştır.

Kardeşin kardeşe, oğulun anaya, evladın babaya düşman hale gelmesini sağlayan bir çeşit bilinçsizleştirme yöntemidir. Kültürün, kimliğin, vücudun, aklın, ahlakın ve ruhların başka milletler ya da toplumlar lehine işlenmesi suretiyle mankurt olgusu meydana gelir.

Aytmatov, ünlü eserinde bireyin mankurtlaşmasından söz eder. Halbuki toplumsal mankurtlaşmadan da söz etmek mümkündür. Bir ülkede toplumsal mankurtlaşmaya yalnız düşmanlar değil, aynı zamanda o ülkenin içinde bir nevi beşinci kol gibi faaliyet gösteren özürlü yol göstericiler de katkı sağlayabilir.
Aytmatov,  “Gün Olur Asra Bedel” adlı eserinde mankurtu  “beyni iğdiş edilmiş köle insan”  olarak tanımlar.

Hikâye şöyledir:

Vahşi bir kavim olan Juanjuanlar; esir ettikleri kurbanlarının başına deve derisi geçirip korkunç işkenceler yaparlar, sonra da zavallının belleğini yitirmesini sağlarlardı. Çarpışmalarda ele geçirdikleri delikanlılara en çok bu işkenceyi uygularlardı. Önce tutsağın kafasını kazırlar, bu arada saç diplerini deşip kanatırlardı. Bu işlem sürerken usta kasaplardan birisi, iri bir deveyi hemen oracığa yatırıp keser, kestikten sonra derisini yüzerdi. Deve derisi, boyun bölgesinde çok kalın olur. İşte bu boyun derisinden bir parça kesilir, taze taze tutsağın kafasına geçirilirdi. Zamanımızda yüzücülerin giydikleri deniz başlığına benzeyen bu örtü, tutsağın kafasını sımsıkı kavrardı. Deriye geçirme işkencesi işte böyle başlardı. Onların yürek paralayıcı çığlıklarını kimse duymasın diye ıssız bir yere götürülürdü. Kolları, bacakları bağlı tutsak, orada güneşin altında aç susuz birkaç gün kalırdı. Başına deri geçirilenlerden çoğu acıya dayanamayıp ölür, sağ kalanlarsa belleklerini yitirerek geçmişlerini anımsamayan birer mankurt köle olurlardı.
Bir mankurt, kim olduğunu, hangi soydan, hangi kabileden geldiğini, anasını, babasını, çocukluğunu bilmezmiş.


İnsan olduğunun bile farkında olmazmış. Ağzı var dili yok, itaatli bir hayvandan farksız, kaçmayı düşünmeyen, bu yüzden hiç tehlike arz etmeyen bir köle haline gelirmiş.

Aytmatov, bir insanın içine korku salmak için ona kafasının uçurulacağını, ya da buna benzer bir ölüm cezası verileceğini bildirmek, bu insanın belleğini köreltme, bilincine zarar verme, onun son nefesine kadar tek zenginliği olarak kalan ve başkalarının kolay kolay anlayamayacağı yegane kazancı olan bilincinin kökünden yok edilmesi yanında hiç kalır, diye yazar.

Aytmatov, bir anlamda Sovyet zulmü altında inleyen Kırgız halkının durumunu  “mankurt” özelinde anlatmış olmalı: Soyunu, kabilesini, anasını, babasını, tarihini bilmeyen, hatta insan olduğunun dahi farkına varamayan bir halk. Gerçekten

Sovyetler, baskı altına aldıkları halkları mankurtlaştırarak kendi kendilerine düşman unsurlar haline getirmişlerdir.

Aytmatov’un anlattığı hikâyede öz annesini oklayarak öldüren mankurttan, öz kültürüne düşmanlık ölçüsünde nefret duyan kimsenin bir farkı olmamalı! Bir insanın özünü yitirebilmesi, kimliksizleştirilmesi, hafızasının kaybettirilmesi, hatta insanlıktan çıkartılması için onun mutlaka işkenceden geçirilmesi gerekmez!

İdealler, insanları hayata ve kimlik köklerine bağlayan zincirlerdir. İdealsiz, amaçsız, ufuksuz ve bunalım içinde olan insanlar, bileklerine takılacak prangaları, bileklerine gönüllü olarak kendileri takarlar ve çoğu zaman kendi ellerine takılacak prangaları da kendi elleriyle yaparlar.