Servet Avcı’nın  25.08.2015 tarihli yazısında ‘Muhalefet partilerine sorular’ başlıklı yazısında sorduğu soruların cevapları yanlışlıkla benim e-posta adresime yollanmış. Cevapların altı da ‘Muhalefet Partileri’ olarak imzalanmış, hangi partilerdir bunlar, yetkilileri kimlerdir belli değil, fakat lûtfedip cevaplamışlar, okuyucuyla paylaşmak da bizim vazifemiz. 
Soru:
Dünyada arka arkaya seçim kaybeden muhalefet partilerinde ne gibi değişiklikler yaşandığına dair, danışmanlarınıza herhangi bir araştırma yaptırmayı düşünür müsünüz? Yenilgilere ortalama kaç seçim tahammül edilir? Yenilgilerin sorumluluğunu kimler üzerine alır?
Cevap: 
İlk olarak belirtmeliyiz ki bu danışmanları elâkadar eden bir durum değildir ve bu her şeyden evvel ‘yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer’ olduğu için sonsuza kadar tahammül edilebilir. Bunu anlamanız için en az dokuz kez seçimlerden mağlup olarak çıkmanız ve dokuzuncu seçimde artık averaj partisi hâline gelmeniz gerekir. 
Soru: 
Birkaç seçim arka arkaya kaybettikten sonra, her defasında hiçbir şey olmamış gibi davranan, hep bir sonraki seçimi hedef göstererek merakı başka alana kaydıran herhangi bir genel başkanın yeryüzünde o ‘yeni hedef’i tutturduğu görülmüş müdür, literatüre böyle bir zafer geçmiş midir?
Cevap: 
“Seçim yenilgisi dünyanın sonu değil” diyoruz her seferinde, peki dünyanın sonu geldi mi? Gelmedi, demek ki biz haklıyız. Şimdi de “önümüzdeki seçimlere bakacağız” diyoruz, önümüzde seçim yok mu? Var; demek ki biz gene haklıyız. 
Soru: 
Siyaset artık bir ‘pazarlama’ tekniği ve seçmenler de ‘müşteri’. Eğer ‘ürün’ yeterince talep edilmiyorsa, ‘müşteriye hakaret’ yöntemi ne kadar rasyoneldir?
Cevap: 
Biz bir kere “müşteri her zaman haklıdır”a karşıyız kafadan... Seçmenin tavrını da klasik müşteri kaprisine bağlıyoruz. Ama seçmen de şunu bilmeli ki; “Fazla naz âşık usandırır”. 
Soru:
Acaba partilerinize iyilik etmek için kamuoyu araştırması yapmayı neden aklınızdan geçirmezsiniz? ‘Tıkaçlar’ın tespiti amacıyla anketler yapıp, yarın kapısına oy için gideceğiniz halkın görüşünü sorsanız? İnsanlar neden size itibar etmiyor? Neden mesajlarınıza kulakları tıkalı? 
Cevap: 
İnanın hiç aklımızdan çıkmıyor kamuoyu araştırmaları, fakat mesele şu ki, o kamuoyu araştırmalarında biz çıkmıyoruz, bu sebeple moral bozucu oluyor tabiatiyle. Tıkaç mevzuuna gelince, seçmen bir kulak burun boğazcıya acilen görünmeli diye düşünüyoruz muhalefet partileri olarak. 
Soru: 
Siz uyarı amacıyla ‘kıyamet’ten bahsediyorsunuz, halk o ‘kıyamet’e oy veriyor! Elbette sözün ağırlığı sadece ‘içerik’le ilgili değil, o sözü sarf edenin inandırıcılığıyla doğrudan ilişkilidir. Çok büyük sözler, söyleyicisinin yitip gitmiş ağırlığı dolayısıyla karşılıksız kalabiliyor. Bu durum sizde bir özeleştiri ihtiyacı doğurmuyor mu? Rakibinizin açık yalanları bile sizin doğrunuzdan üstün hâle gelmişse derin bir muhasebe yapmak gerekmiyor mu?
Cevap: 
Affedersiniz, sızmışım, soruyu tekrar alabilir miyim?
Soru
Dünyadaki demokrasi örneklerinde, partileri seçimlerden birinci çıktığı hâlde, küçük yüzdeli oy kayıpları yüzünden görevi bırakıp, partisinin önünü açtığını öne süren başbakanlar, genel başkanlar, liderler var. Bu profilleri nasıl görüyorsunuz; korkak mı, kaçak mı, saf mı?
Cevap: 
Vallahi açıkçası kendilerini şiddetle kınıyoruz. Ne o öyle küçük yüzdeler için görevi bırakma artistlikleri felan! Görev bırakılmaz bir kere, görevdeyken ölünür, ölene kadar yani anlayacağınız. 
Soru:
İktidar partisi kendi kadrolarını sürekli gençleştirerek yeni yüzler ortaya çıkarırken, sizin hep aynı yüzlerle siyaset yapmanız, Meclis grubu ve parti yöneticileri konusundaki muhafazakârlığınız nereden kaynaklanıyor? Siyasette yükselme kanallarının tıkalı olduğunu gören yeni neslin gücünden nasıl yararlanmayı düşünüyorsunuz? 
Cevap: 
Bu iş tecrübe işidir kardeşim, tecrübe, anladın mı, tec-rü-be... Çoluk çocuk işi değildir bu iş. Lunapark işletmiyoruz, parti işletiyoruz, pardon yönetiyoruz biz. 
Soru:
Bir ‘başarısızlık çıtanız’ neden yok? Kaç seçim daha kaybederseniz kendinizi başarısız sayıp, partilerinize iyilik yaparak, önünü açmayı düşünürsünüz? Başarının üst limiti yok ama başarısızlığın bedel ödeteceği bir alt sınır olmalı değil mi? Meselâ 2015’te yüzde kaç oy alırsanız kendinizi başarısız sayar ve bedel ödersiniz? Bu dereceyi kendi kamuoyunuzla paylaşacak siyasî cesaretiniz neden yok?
Cevap:
Senden korkan senin gibi olsun lan... Aha da açıklıyorum işte, 2015 seçimleri dediniz değil mi siz? 1’in solundaaaki sıfırı atın, soldaki sıfırlar zaten bi işe yaramaz biliyorsunuz. Geriye kalır 2, 1 ve 5. Uzatmayalım, hepsini toplayın etti mi sekiz? % 8 alamazsak bizi de teneşir paklasın, tatmin oldun mu şimdi?