Ak Parti Türkiye’yi en uzun süre tek başına yönetme imkânına kavuşmuş bir parti. Aradan 15 sene geçince bize nasıl bir Türkiye vaat ettiklerini unutmuş olabiliyoruz. İnsan hafızası unutsa da yazılı belgeler imdadımıza yetişiyor.

Merak edip AKP’nin parti programını (resmi internet sitesinden) yıllar sonra yeniden okuyunca öyle cümleler gördüm ki tuhaf duygulara kapıldım.

Bakın programda ne yazmışlar, nasıl bir Türkiye vaat etmişler?

Ve neler yapmışlar, Türkiye’yi nereye getirmişler?

“Ülkemizi sürekli üreten ve üreterek büyüyen bir ülke haline getireceğiz” demişler..

Fabrikaların kapandığı, yenilerinin açılmadığı; tüketim, inşaat ve hizmetler sektörü ile ayakta kalan bir ekonomik yapı kurdular. Tarım arazilerimizin işlenmediği, köylerin göçle boşaldığı; tarımsal hammadde ithalatının ihracatın 6 katına ulaştığı, tarımda da ithalata bağımlı bir Türkiye yarattılar.

“Kamusal yaşamın her alanında tam şeffaflık ve hesap verme anlayışını hâkim kılacağız” diye vaat etmişler…

Bırakın hesap vermeyi, AKP’li yöneticilerine yönelik hırsızlık ve yolsuzluk iddialarının soruşturulmasını, herhangi bir yandaşa hesap sorulacağında yargıya müdahale dâhil her çareye başvurdular. FETÖ’nün uzantıları oldukları gerekçesiyle yargısız veya yargılanarak yüzbinlerce kişi cezalandırılmakta iken, AKP bünyesinde hiç FETÖ’cü tespit edemediler. Ankara’yı, İstanbul’u parsel parsel FETÖ’ye tahsis edenlere dokunulamadı. Kazara damatlar gibi bazı yakınlar tutuklanınca tez zamanda tutuksuz yargılama kararları çıkarttılar.

“Partimiz Atatürk ilke ve inkılâplarını, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarmanın en önemli vasıtası olarak algılar ve bunu toplumsal barışın bir unsuru olarak görür” yazmışlar.

Atatürk’e ayyaş dediler, kitaplardan, gönüllerden silmeye çalıştılar. En azılı Atatürk düşmanı, “keşke Yunan galip gelseydi de bizim gâvur hilafeti kaldıramasaydı” diyen fesli meczubu (Kadir Mısıroğlu’nu) Saray’da ağırladılar.

"Kurtuluş Savaşı'nın başlamasında Atatürk'ün herhangi bir etkisi yoktur" diyen, "İstiklal Savaşı hiç olmadı" diyen sözde bilim adamı yandaşlara itiraz etmediler. "Yazı ve dil devrimi Türkiye'yi tarihinden koparmış, insanları bir gecede cahil bırakmıştır" dediler.

Milli Bayramları kutlamamak için türlü bahaneler icat ettiler. 10 Kasımlarda hastalandılar.

“Parti adaylarının tespitinde tüm üyelerin katılımıyla yapılacak ön seçim sistemi esas alınacaktır” demişler.

Bakanlar, milletvekilleri, Belediye Başkanları adaylarının tamamının seçilmesini bir kişinin iradesine bıraktılar.

“Partimizin iktidarında, başta bakanlar olmak üzere tüm atamalarda, ehliyet ve liyakat esas alınacaktır” diye vaat etmişler.

Devletin bütün kritik kadrolarını önce “alınları secdeye değiyor” ölçütüyle “cemaat”e teslim ettiler. Şimdi de “Reis’e sadakat” kriteriyle doldurdular.

“Kuvvetler ayrımı ilkesi hassasiyetle uygulanacaktır. Yasama, yürütme ve yargı güçleri arasında ve denge denetim sağlanacaktır” diye demokrasinin temel ilkesini hatırlatmışlar.

Son Anayasa değişikliği ile kuvvetler ayrılığını sona erdirip, yasama, yürütme ve yargı güçlerini Cumhurbaşkanının emrine verdiler.

“Parlamentonun yasa çıkarmada ve denetimde etkin, bağımsız ve verimli olması için gerekli düzenlemeler yapılacaktır” demişler.

Parlamenter sistemi kaldırıp, Meclis’in yetkilerini budadılar. Ülkeyi Kanun Hükmünde Kararnameler ile yönetilir hale getirdiler. Cumhurbaşkanlığı Sistemi daha uygulamaya başlanmadan OHAL yetkilerini sürekli hale getirip, KHK’lar ile yönetme sürecini başlattılar.

AKP Programındaki bir başka cümle: “Anayasanın ve kanunların herkesi bağlayıcılığına dair ilke titizlikle uygulanacaktır. Kurallara uymama alışkanlığı ortadan kaldırılacak, kayıt dışılık her alanda önlenecek, kanunlar ve kurallar konuldukları amaç doğrultusunda uygulanacak ve bunların kalitesi evrensel standartlara kavuşturulacaktır.”

İşine gelmeyen mahkeme kararlarını veren hâkimleri cezalandırdılar. Böyle mahkeme kararlarını uygulamadılar. Hatta "Anayasa Mahkemesinin verdiği karara uymuyorum, saygı da duymuyorum" dediler.

Adil bir seçim olsun millet iradesi yok sayılmasın Adil bir seçim olsun millet iradesi yok sayılmasın

“Yargıç tarafsızlığı ve yargı bağımsızlığı tam olarak sağlanacak, yargıç güvenceleri korunacaktır” diye vaat etmişler.

2010 referandumu ile yargıyı Cemaat’e (FETÖ’ye) teslim ederek “cemaat yargısı” oluşturdular. 2016 referandumundan sonra ise “parti yargısı” oluşturmaya çalışıyorlar. Yargıyı kullanarak TSK ve önemli devlet kurumlarını dizayn ettiler. Şimdi de yargının “muhalefeti susturma aracı olarak kullanıldığı” kanaatini güçlendiren davalar açılmakta. FETÖ ile en fazla mücadele eden yazarlar FETÖ’cülükten tutuklu yargılanmakta.

“Programımız, bir kısım veya kesimin huzur ve mutluluğunu değil, herkesin huzur ve mutluluğunu sağlamayı hedeflemektedir” diye içimizi ferahlatmışlar.

Yandaşların mutlu olduğu, ülkenin yarı nüfusunun kendisini” öz vatanında parya” hissettiği bir toplumsal ayrışmayı başardılar.

“Dayatan, direten, rant dağıtan bir devlet değil; düzenleyen, denetleyen, fırsat yaratan, teşvik eden ve yol gösteren bir devlet 21. yüzyılın hakim demokratik anlayışının bir gereğidir” diye akıl vermişler.

Hatta “Ak Parti, ideoloji dayatan veya rant dağıtan bir parti değildir, olmayacaktır” diye yüksek perdeden söz vermişler. 

Kendi dünya görüşünden olanları “biz”, farklı görüşte olanları “onlar” diye andılar. Devlet ihalelerini paylaştırdıkları “milletin şeyine koyan” yandaşları zengin ettiler. Bunlar aracılığıyla havuz medyası oluşturdular. Belediyeler imar planlarında her gün tadilat yaparak yeni rant alanları yarattı.

En ilginci de bütün bu ve benzeri sözlerin yer aldığı programı mutlaka hayata geçireceklerini “Bu programın en önemli tarafı, eyleme dönüştürülemeyecek söylemlere yer vermemiş olmasıdır” cümlesiyle açıklamışlar. 

Görünen o ki, Ak Parti programında seveceğimiz bir devlet tarif etmişler. Sonra da o devleti yıkıp yeni bir devlet kurmaya girişmişler.

Şimdi AKP’nin eski bir MKYK üyesi olan Ayhan Ogan isimli “meczubun” çıkıp “Biz yeni bir devlet kuruyoruz, kurucusu da Erdoğan’dır” demesine niye kızıyorsunuz?



Editör: TE Bilisim