Gümüşhane’nin tek kadın İl Genel Meclis üyesi adayı Sonel Yaşar’a yoğun ilgi Gümüşhane’nin tek kadın İl Genel Meclis üyesi adayı Sonel Yaşar’a yoğun ilgi
 ‘Türk Yoktur”... İnkârcılık ve Nankörlük Vardır


Esasen AKP’nin beyin kadrosundan olan kendisini Türk Milletine ait görmeyen bir AKP’li şunu söylüyor: “Esasen Türk diye ırk yoktur. Bugün kaçımızın atası, dedesi Orta Asya’dan gelmiş”.  Yasin Aktay bunu söylerken esasında yalnız Türk’e değil tarihe ve bilime de ihanet ediyor. 
Aktay’ın kendisinin atasının ve dedesinin nereden geldiğini, nasıl algıladığı kendi özel konusudur. Türkiye’de yaşayan Türklerin dillerinin, lügatlerinin, örflerinin, törelerinin, gelenek ve göreneklerinin nereden geldiği bilinmektedir. Mevlana’nın Konya’ya, Alpaslan’ın Malazgirt’e, Türkçe’nin Anadolu’ya nereden ve nasıl geldiği de yine bellidir. 


Ötüken’den, Kaşgar’dan, Rosonyi’den Ne Haber!

Yasin Aktay, bunları söylerken Altaylarda taşlara kazınan “Ey Türk! Yukarıda mavi gök aşağıda yağız yer delinmedikçe senin ilini ve töreni kim bozabilir” diyen abideleri yok saymış oluyor. Göktürk devleti başta olmak üzere Hun, Altın Ordu, Selçuklu ve Osmanlı gibi onlarca Türk devletini inkâr etmiş oluyor. Dahası Aktay’ın Kaşgar’daki Divan-ı Lügati Türk’ten, Altay’lardaki Vasili Radloff’un araştırmalarından haberi olmadığı, Laszlo Rasonyi’yi ise tanımadığı, Jean Paul Ruox’u okumadığı anlaşılıyor. 



Yasin Aktay’ın önce bilime, sonra tarihe ve daha sonra da Türk Milletine hakaret içeren deli saçması bu sözlerini ciddiye alıp üzerinde kafa yoracak değiliz. Ancak Aktay’ın sözlerinin oryantalist, provokatif ve Haçlı ordusunun etki ajanlığını yapanların sözleriyle birebir örtüşen yönleri dikkat çekicidir.
Osmanlıyı “Şark Sorunu” olarak görerek Avrupa’dan Anadolu’ya sürenler; Türkiye Cumhuriyeti’ne “Kürt Sorunu”nu dayatarak Türk varlığını bu kez de Anadolu’da ufalamaya çalışmaktadırlar. Bu bağlamda oryantalist ve emperyalist propaganda noktalarından birisi de “Türk Ulusu ve Türk Devleti yoktur” dayatmasıdır. 





“Sen Türk’sün” Demişler Türk Olunmuş!
Aktay’ın sözleriyle oryantalist/emperyalistlerin sözleri aynı fabrikadan çıkmışçasına birbirine benzemesi dikkat çekicidir. Örneğin; Aktay şöyle diyor: “Sonuçta milletin ne olduğu, siyasilerin kararı ile içeriği doldurulan bir şeydir. Milletin içeriği, muhtevası, tanımı o siyasiler tarafından yapılmış sonuçta. Sana demişler ki, ‘Sen Türk’sün'. Ne demek Türklük? İşte Orta Asya'dan gelmişsin. Bir bakıyorsun, kaçımızın dedesi Orta Asya'dan gelmiş?...Türk dediğin bir sentezdir zaten. Türk diye bir ırk yok!”



Aktay’ın sözlerinin Hamburg Doğu Enstitüsü Müdürü Udo Steinbach’ın sözlerinin birebir kötü kopyası niteliğinde olması dikkat çekicidir. Steinbach’ın Türk ve Türkiye ile ilgili değerlendirmesi şöyledir: “Sorun, Atatürk’ün bir paşa fermanıyla yarattığı yapay ürün Türk Devleti ve Türk ulusudur…Sorun, Kemalizm ve Kemalizmin ulusçuluk ve laiklik ilkeleridir. Sorun, yapay, zorlama ve uyduruk Türk ulusudur. Böyle bir ulus yoktur”.




Steinbach’a göre bir paşa fermanıyla suni “Türk Devleti ve Türk Ulusu” inşa edilmiştir. Bu kafanın AKP versiyonu Tayyip Erdoğan’ı da Anayasa ya da yasal düzenlemeyle bir başka ulus inşa edebileceğine inandırdığı anlaşılıyor.



AKP kurmaylarının Türk milletini inkâr yönünden oryantalist/emperyalist bir aşılamadan geçtiği anlaşılmaktadır. AKP’nin ilkesiz beyin kadrosunun, “milli görüş gömleği”ni çıkarıp “BOP Eş Başkanlığı” gömleğini giydikten sonra Türk milletine karşı düşman bir noktada kendilerini konumlandırmalarının nedeni de budur.


AKP: Türk Yoktur, Kürt Vardır!
Türklerin ırkçılık yapmamalarından yola çıkarak Türk ırkının olmadığı sonucunu çıkarmak nankörlüktür. Türklerde ırkçılık yoktur ve olmamıştır. Bu Türk ırkını ve milletini inkâr etmek için gerekçe olamaz. Kaldı ki “Türk” kavramının Türklerin yaşadığı coğrafyalarda ve kurduğu devletlerde bir kültür anlamında kullanılmasından Türk denilen bir ırkın olmadığı sonucunu çıkarmak masum bir değerlendirme de değildir. “Türk ırkı yoktur” demek; tarihi saygısızlık, bilime ihanet etmek ve Türk milletine hakaret etmektir.
Yasin Aktay’ın bu söyledikleri kendine ait düşünceler de değildir. Aslında AKP’nin, Türk, Türk milleti, Türkçe ve Atatürk ile düşüncelerinin de kısa özetidir. AKP’nin Türk milletiyle ilgili takıntıların bilinçaltında bilinç üstüne çıkmasıdır.



AKP’ye ve AKP’liye göre “Türk Yoktur!” ama “Kürt” vardır. Bu tavır AKP’nin, inkar ve asimilasyon politikasını Türkler için devreye sokmaya çalıştığının kanıtıdır.





Türk Bayrağını İndirmek!
Diyarbakırlı olmayan üç kadın terörist için Diyarbakır’da düzenlenen ‘tören’ alanında Türk bayrağı yoktu. Barzani’nin Erdoğan ile birlikte gelişinden birkaç gün önce Diyarbakır meydanından “Ne Mutlu Türküm” diyen yazısı söküldü. Ziya Gökalp’in anıtı tahrip edildi. 




Dün de Diyarbakır'da düzenlenen BDP Gençlik Meclisi Kongresi'nde Türk Bayrağı gönderden indirildi. 
Bu durum çözüm süreci denilen şeyin bölgeden Türkiye Cumhuriyeti hâkimiyetini ve Türk Bayrağını çözmek, yerine PKK ve Barzani paçavralarını asmak sürecine dönüştüğünün kanıtıdır.
Onlar orada bayrağı değil devleti gönderden indirdiler. 
Böyle giderse gün gelecek AKP, bölgeye Türk bayrağının değil Barzani’nin gölgesinde gidebilecektir. Eğer o günlere AKP denilen bir parti kalırsa…




Dershaneleri KCK ile Aynı Kefeye Koymak
Dershanelerin Oslo’da Hakan Fidan tarafından PKK terör örgütü mensuplarına verdiği sözlerin paralelinde AKP iktidarı tarafından kapatılması gündeme geldiğinden beri hükümet kanadı olayın bu boyutu ile ilgili sorulara cevap vermemekte, konu sulandırılmakta ve dershaneleri KCK’ya benzeten akla ziyan açıklamalar yapılmaktadır.




Şu hale bakınız... Eğitim-öğretim kurumları olan dershaneleri bir AKP milletvekili KCK’ya benzetebilmiştir. AKP’nin gözünün nasıl karardığını ve körleştiğini bu benzetme bile gösteririr niteliktedir. Bu sözleri edenlerin cinayet derecesinde bir akıl tutulması yaşadığı kesindir. AKP yalnız dershaneler ile terör örgütünü değil sapla samanı da birbirine karıştırır hale gelmiştir. 




Bu vesileyle bir hususu hatırlamakta yarar vardır. Şu sözler Başbakan’ın talimatıyla Oslo görüşmelerini yürüten Hakan Fidan’a aittir. 




Oslo’da şöyle diyor Fidan; “İktidar beş sene önce dedi ki biz yerel yönetimler yasasını geçiriyoruz belli şeylerin 
mahalli teşkilatlarını kaldırıyoruz. Milli eğitim şunlar bunlar bakanlıklarını kaldırıyoruz valiliklere ve belediyelere veriyoruz. İlk önce valiliklere uzun vadede belediyelere gidecek”.





Dün Barış ve Demokrasi Partisi Eş Genel Başkanı Gültan Kışanak’ın açıklamalarını bu açıdan değerlendirmekte fayda vardır. Kışanak özetle "Eğitim sistemini yerel yönetimlere devredin. Kadrosunu, bütçesini devredin. Bakın eğitim sorunu kalır mı? Biz buna talibiz"; “Kendimizi devletin tekli zihniyetinden, sömürgeciliğin her türlü işgal ve asimülasyon politikalarından korumak için kendi eğitimimizi kendimiz yapacağız. Bir halk olarak kendimizi eğiteceğiz”; “Bu nedenle bizim boynumuzun borcu, kendi halkımızın eğitim sistemini, halk eğitimi olarak inşaa etmek ve kendi değerlerimizle gelecek nesillerimizi yetiştirmektir” demiş ve eğitim sisteminin yerel yönetimlere devri talebini yinelemiştir.






Dershanelerden PKK rahatsız, AKP’de en az onlar kadar rahatsız. Birileri şehirdeki dershaneleri kapatarak dağdaki dershanelere akar yakıt ikmali mi sağlamak istiyor? Bunu da Türk Milleti bilmek istiyor. 




Açıkcası AKP’nin bölgeyi anahtar teslim BDP/Barzani ikilisine devretmek için mi dershaneleri hedef aldığını Türk Milleti merak ediyor.






AKP Zihniyeti ve Ahlak
AKP icraatlarına bütün hızıyla devam ederken 25 Ağustos 2004 tarihinde MGK’da Gülen’i bitirme kararının alındığı açıklandı. AKP daha önce bu tür kararlardan yakınarak, bu kararları darbeciliğin kanıtı olarak kamuoyuna sunmuştu. AKP kendisini mağduru bu kararları alanları ise vesayetçi zalimler olarak sunmuştu. Açıklanan belgelerde AKP’nin babayiğit kadrolarının Gülen’i bitirme kararlarının altında hem de ıslak ve inkarı kabil olmayan imzaları çıkmıştır.




Şark kurnazı AKP’liler diyor ki, 

1.Bu karar askeri vesayetin hüküm sürdüğü bir dönemde zorla alınmıştır. Eğer öyleyse siz askeri vesayete meydan okuyan babayiğitler değil vesayetçilerin söylediğine boyun eğen kuzularsınız. 
2.Hiçbir zaman uygulanmamıştır. Bu da aslında bir itiraftır. Hem imza atıyor hem de altına imza attığınız şeylerin gereği yapılmadı diyorsunuz. Vesayetçiler de bir çok şeyin altına imza atmış ve gereğini yerine getirmemişlerdir. Bu tür belgelerde altında imzası olanları tutuklayıp içeri tıkanlar sizlersiniz.
Halbuki bu kararların uygulandığına ilişkin belgeler de yayınlanmıştır. Taraf Gazetesinin haberine göre “yok hükmünde” denilen MGK kararları, Aralık 2004’te uygulamaya konmuş. 2010 yılına kadar okul ve dershaneler ve “irticai gruplarla ilişkili” diye her ay fişlenmiş. Hükümet yetkilileri önce “yok hükmünde” dedikleri kararları “Ömer Dinçer’in emriyle uygulamaya konmasını cemaatle ilgili değil, İrticayla Mücadele kapsamında hazırlanan çalışmalardı” şeklinde açıklamaya çalıştılar.





Çok açık net bir biçimde gerçekler ortaya çıkmış, AKP’nin onun ileri demokratlarının foyası dökülmüştür!
AKP suçüstü yakalanma telaşı ile çırpındıkça batıyor.  




Diğer yandan unutmamak gerekir ki bu belgeler ile Ergenekon ve Balyoz Davaları’nda dönemin komutanları yargılanırken, hükümet tarafından şikayet konusu yapılmamıştır. 




AKP iktidarı, kendisinden başka hiçbir şeyi düşünmediği işin ucunun kendisine dokunacağı hususlar söz konusu olduğunda en yakın ortağının bile kellesini vermeye hazır olduğunu göstermektedir. 




Bu utanç belgesini hem uygulayan hem de “uygulanmadığı” yalanı ile toplumu aldatan ve “yok” hükmünde sayılması gerektiğini söyleyen AKP zihniyetinin ahlak anlayışları tartışılır hale gelmiştir.
AKP’nin Tutunacağı Hiçbir Şey Kalmamıştır



MGK kararları gizlidir. Bu kararlar nasıl birilerine servis edilmiştir ve onu birileri nasıl açıklayabilmiştir? MGK kararlarını bile birileri ele geçirebildiğine göre bundan böyle devletin güvenliğinden birileri nasıl söz edilebilir.
Silivri’de yargılananlar “niyet ettikleri” düşüncelerden dolayı yargılanmış, onlarca yıl ceza almışlardır. Gülen’i bitirme belgesi de “niyet etme” kararlarıdır. Bu kararları imzalayanlar hakkında aynı muamele yapılmaması için nasıl bir gerekçe yaratılabilir?




Bu belgelerin altında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in imzaları var. 




Hükümet, 2004’de “Gülen’le mücadele” kararına imza atıp, bugüne, dek kamuya imzalar hakkında aksi yönde hiçbir açıklama yapmadığına göre o yıllarda “irtica ile mücadele eylem planı” yürürlükte idi. 2004’leri irdeleyen “Balyoz davası” da aynı eylem planına dayanıyordu. Bir “irtica ile mücadele eylem planı” suçlu bulunurken hangi gerekçe ile diğer “irtica ile mücadele eylem planı” suçsuz bulunacaktır?


Gelecekte AKP’nin ve zirvesindeki kadroların darbe ve vesayet konusunda verecekleri hesaplar olacaktır

Editör: TE Bilisim