Mersin Akdeniz ve Toroslar ilçelerinde hangi güç kazanacak? Mersin Akdeniz ve Toroslar ilçelerinde hangi güç kazanacak?
 1176’da Eğirdir Gölü civarında yapılan Miryokefalon Savaşı, Malazgirt’in gölgesinde kaldığı için biraz unutulmuş bir zaferdir. Ancak Malazgirt’e haklı olarak “vatan yapan savaş” ismini veren Prof. Mehmet Altay Köymen’e göre Miryokefalon “vatan kurtaran savaş”tır.

   Zaferin düşman akınlarına son veren yönüyle Sakarya’dan bir farkı yoktur.

  1071’den sadece 25 yıl sonra başlayan Haçlı Seferlerinde Türk başkenti Konya’ya baskı yaparak Ege’yi elinde tutan Bizans, Miryokefalon’da yenilmiş ve İç Anadolu’dan sonra Ege’nin de “yurtlaşma süreci” başlamıştır.

  Şimdi AKP’nin rant için yabancı sermayeye, Körfez’e ve Erbil’e, CHP’nin itibar ve oy için Şam’a ve Sosyalist Enternasyonal’e, HDP’nin Pentagon’a, İmralı’ya ve Kandil’e, yaslandığı bu Haçlı seferlerinde Türk vatanını yine bir “kurtarıcı hamle”ye ihtiyacı bulunmaktadır.

  MHP’nin 2010’dan itibaren AKP karşısında izlediği ilkeli siyaset, MHP’yi işte bu kurtarıcı unsur hâline getirmiştir.

  MHP’nin 70’li yıllarda edindiği kaleler arasında Ege kentlerinin bulunmamasının bir cilt kitaba bile sığmayacak kadar çok sebepleri vardır.

  Bu konuda şu sıralarda “Selçuklu hilali” olarak biraz da yanlış şöhret bulan “medreseli Selçuklu kentleri” tespitinin müellifi olarak bendenize, şimdi de MHP’nin “Miryokefalon sonrasındaki gibi sahillere açılmasını” yorumlamak düşüyor.
 
  MHP’nin Dik Duruşu ve Haysiyetli Yalnızlığı
 
  MHP, ana akım gazetecilerin öteden beri “sansür uyguladıkları” bir partidir. Bu konuda akademinin ve bürokrasinin de medyadan bir farkı yoktur. 

  MHP’nin bu yalnızlığın nedenlerini, gruplara göre tasnif etmek gerekiyor. Mesela MHP ile ilgili olarak kimler susuyor veya yanlış konuşuyor? Ayrıca bunu neden yapıyor?
 
  1- Liberaller Neden MHP’yi Konuşmazlar?
 
  a) MHP’nin prim yapmasından korkarlar.
  b) Kendi ideolojilerine aykırı bulurlar.
  c) Milliyetçiliği mahkûm etmekle, davalarına hizmet ettiklerini düşünürler.
 
  2- Sosyalistler MHP’ye Düşmanlık Saplantısı İçindedirler:
 
  a) 12 Eylül öncesinden kalma tarihî hınçları vardır.
  b) Çamur at izi kalsın anlayışıyla yetişmişlerdir.
  c) MHP düşmanlığını varoluşlarının bir parçası olarak görürler.
  d) MHP’nin halk tarafından doğru anlaşılması, sosyalist geçmişin inkârıdır.
 
  3- Siyasal İslamcılar Kaçak Dövüşürler:
 
  a) Kestirmeden “ırkçı-kafatasçı” iftirasına sığınırlar.
  b) Tanımadıkları hâlde milliyetçiliği bidat hanesine yazıp ondan kurtulurlar.
  c) Teorik, “zamandan ve mekândan beri” bir ümmetçilik algısıyla hareket ederler
  d) Bu yüzden de muhakeme etmek yerine liberallerin ve sosyalistlerin peşine takılarak “milliyetçilik düşmanlığı” yaparlar.
 
  4- Bilim Adamları ve Akademisyenler:
   Türkiye’de bilgi sahibi olmadan fikir hatta ideoloji sahibi olma modası ne yazık ki akademisyenleri de sarmıştır. Bu yüzden;
 
  a) MHP ile ilgili akademik çalışmaların “tarafsızlığı” tartışmalıdır.
  b) Milliyetçilik, Batı’da hiç entelektüel bir moda olmadığı için nakilci ve taklitçi bakış, genellikle olumsuz olmaktadır.
  c) Gerçekçi, bencil ve işini bilen okumuş yazmışlar, milliyetçiliği ve hamaseti, demode bir taşralılık alameti olarak görmekte ve hafife almaktadırlar.
  d) MHP ve Türk milletinin tüm siyasi eğilimleri, Batı’da gelişmiş sentetik teorilerle anlaşılmaya ve anlatılmaya çalışılmakta, “küçük burjuvazi,” “kentsoylular,” “varoşlar” gibi çalıntı ifadeler kullanılmaktadır.
  e) Takım çalışması yapacak kadar olgun akademisyen yetişebilmiş değildir ve Türk siyasetini doğru anlamak için en az 4 ayrı disiplinden oluşan bir heyet gerekmektedir. (tarih-sosyoloji-kamu yönetimi-uluslararası ilişkiler)
 
  İşte bu maddelerde özetlemeye çalıştığımız nedenlerle MHP aslında medyatik açıdan olduğu kadar akademik ve enformatik açıdan da “yalnız”dır. Kendi iç dinamikleriyle ve fedakâr mensuplarının çabasıyla buralara kadar gelmiş olması, mucizevi bir başarıdır.

  MHP’nin yalnızlığında paraya ve sermayeye olan uzaklığı tabii ki birinci etkendir. Yani ilkesiz ve ideolojik hassasiyetten uzak kitle partilerinin yaptığı gibi dışarıda küresel sermayeden, içeride ise yerli eşraftan güç alarak büyümenin getirdiği rahatlığı MHP hiç yaşamamıştır.
 
   MHP’nin Kaleleri Meselesi
 
  MHP’nin siyasi partilerin fıtratına uygun olarak Anayasa’ya ve yasalara uygun temiz siyaset yaparken il ve ilçe başkanları, hatta bakan (Gün Sazak) seviyesinde illegal örgütlerin saldırısına uğraması, bu partinin 70’lerin kavga günlerinde aşırı uçlar kategorisinde tanınmasına yol açmıştır.

  Askerin darbe için fırsat kolladığı, polisin ikiye bölünerek birbirini vurduğu 12 Eylül öncesi ortamda, yiğitçe meşru müdafaa çabası içine giren Ülkücülerin 12 Eylül’de komünist eylemcilerle aynı kefeye konması da MHP’nin kitlesel gelişme rüzgârını kesen psikolojik operasyonlardandır.

   Böyle olunca da MHP, 70’lerde komünizmle mücadelenin diğer kentlere göre daha fazla önemsendiği muhafazakâr nüfuslu Konya, Kayseri, Sivas, Elâzığ, Erzurum, Bingöl, Yozgat, Tokat, Çankırı gibi Anadolu kentlerinde daha başarılı sonuçlar almıştır.

  Bu kentlerin tarihlerinde ya millî mefahiri okşayan bir sefer görevi ya Ahilikten kaynaklanan müstahfaza kültürü ya Kuvayımilliye ruhunu okşayan hatıralar ya da mezhep özeline indirgenmiş bir iç çatışma refleksi vardır.

  “Medrese”nin kente verdiği şuur ise üç aşamalıdır:

  1- Öncelikle, kentte kilisenin karşısında ondan daha görkemli bir külliye yapabilen fatih Selçuklu Türkmenleri, misafir tedirginliğini üzerlerinden erken atarak öz güvenli kent halkı olma yolunda psikolojik avantajlar elde etmişlerdir.

  Bu durum, kendi uygarlığına aşırı güvenen Yunan toplumunda, masonların bile milliyetçi olması, sosyalistlerin bile Panhelenist (Yunan Birlikçi) olmasına benzer.

  “Asil azmaz bal kokmaz.”la da özetlenebilecek bu psikolojik avantaj, ezik, edilgen ve yabancı hayranı sonradan görme kitlelere oranla bu erken kentleşen Selçuklu kentlerinde milliyetçilik gibi öz güven gerektiren bir ideolojinin daha kolay benimsenmesini sağlamıştır.

  2- Medreseli kentin Türklerini, milliyetçilik açısından avantajlı kılan bir diğer faktör ise Selçuklu medreselerinin, genellikle ticaret yolları üzerindeki kentlerde, yerleşik Ermenilerle bir arada yaşanılan yerlere inşa edilmiş olmasıdır.

  “Ermenilerin varlığı, nasıl olur da Milliyetçilik açısından bir avantaj olur?” derseniz onun da iki sebebi vardır:

  a) Ermeni’yle sosyal hayatta girişilen rekabet, Türk’ü daima diri ve dikkatli tutar. Göreceli kimlik algısı “Biz kimiz, onlar kim?” sorgulaması “öteki”ne göreceli bir kimlik algısını sürekli canlı tuttuğu gibi piyasa ekonomisinin şirketleri kamçılaması gibi rekabetçi bir gelişme de sağlar. Bunun meşru ilahî gücün ve siyasi otoritenin selamıyla tedrisat yapılan medresede desteklenmesi, öz güveni daha da artırır. Bu “milletihâkime” pratiği mesela 1100’lerde kente yerleşen bir Kayseriliyi, 1500’lerde veya 1800’lerde İzmir’e yerleşen medrese görmemiş bir Türkmen’e oranla daha hassas ve politik kılar.

   b) Ermeniler, 1800’lerin sonunda çeteleşmeye ve devletle çatışmaya başlayınca Sason (Bitlis) Zeytun (Maraş) ve Haçin (Kozan/Adana) bölgelerinde yaşanan bölgesel iç çatışmalar da dip dibe yaşanan kentlerdeki millî şuurlanmayı hızlandırmıştır.

  Bu şuurdan, devşirmelere ve Osmanlı istimalet siyasetinin sarı çizmeli yerleşiklerine öteden beri diş bileyen göçebeler de nasibini almıştır. Uzunyayla - Çukurova) hattındaki Yörük-Türkmen damarının Türk milliyetçiliğine bir enerji ekseni oluşturmasının sırlarını, tarihin bu sayfalarında aramak gerekir. Bilindiği gibi Başbuğ Türkeş, Uzunyaylalı, Lider Devlet Bahçeli ise Çukurovalıdır.

  Kayserili Alparslan Türkeş, Meclise Adana milletvekili olarak girmiş; MHP, ilk önemli büyükşehir seçimlerinden birini Adana’da kazanmıştır. 

  3- Medreseli Selçuklu kentleri, sonraki dönemde de devlet-millet ilişkisinin didaktik biz zeminde beslenmesini sağlamıştır. Fetva ve hutbe gibi iletişim vasıtalarıyla Tanzimat’ın, ıslahatın, asker ve vergi alımının daha rahat yapılabildiği Erzurum, Sivas, Konya, Kayseri gibi kentlerin, vatan müdafaasının öncü kaleleri olmaları bu yüzden bir tesadüf değildir.

  Günümüzde yaşanan hiçbir gelişme tesadüfen gerçekleşmediği gibi, MHP’nin ilk kalelerinin oluşumu da tarihte yaşanan olayların determinist bir neticesidir.
 
  MHP’nin Kaleleri El Değiştirir mi?
 
  Son yıllarda evet, MHP’nin bazı kaleleri el değiştirmiştir. Ancak, bu değişiklik MHP’deki ideolojik revizyondan değil, kalelerdeki “milliyet algısı”nın oynaklığından kaynaklanmıştır. Başta da belirttiğimiz Selçuklu kentlerinde Osmanlı ümmetinden ve Sünni olmak, eğer birincil aidiyet duygusu olarak şekillendiyse ve henüz “ümmetten millete geçiş süreci” tamamlanmadıysa bu sorunu, laik eğitimle gideremediğiniz sürece medresenin gerçek meşgalesi olan “din”in siyasete alet edilmesi karşısında kalelerinizi kaybetmek zorunda kalabilirsiniz.

  Bizde milliyetçiliği besleyen zemin, Kazan’daki, Kırım’daki, Nahçıvan veya Kerkük’teki gibi “zalim müstevli karşısındaki mazlum Türk” bilinci değildir. Selçuklu ve Osmanlı tarihlerini benimseyerek yaşamış Anadolu insanındaki yüzlerce yıllık savunma refleksi, mukaddesatın ve vatanın tehlikeye girmesi üzerine bir mücadele zemini aramış ve bunu MHP ile bulmuştur.

  Bu doğal “fedayiivatan” kültürünün, milliyetçilikle ümmetçilik arasında gelgitler yaşaması son derecede normaldir. Çünkü bu durum eğitsel değil kültüreldir. Bu kültürü üreten zemin, “Mülkiye Mektebi” değil “medrese”dir.

  MHP kalelerinde iki değişim süreci dikkati çekmektedir. Bu değişim, bazıları tarafından sehven “MHP’deki ideolojik değişim”le izah edilmeye çalışılmaktadır. Oysa MHP’nin ideolojik omurgasında değişen bir şey yoktur. Sadece toplumdaki algılar yerli yerine oturmakta; Türk milletinin eğitimi ve uyanışı devam etmektedir.
 
  Eski Kalelerdeki Eksen Kaymasının Nedenleri
 
  Erzurum-Afyon hattıyla Samsun-Antalya ekseninde yer alan medreseli Selçuklu şehirlerinde yaşanan oy kaymasının nedeni, bu ilk kalelerdeki milliyet algısının “ümmet” sadedinde olmasıdır.

   Bunu daha açık ifade etmek gerekirse “Sünni”  kavramının Osmanlı asırları boyunca “merkeze sıkı sıkıya bağlı Türkçe konuşan insanlar” yani Türkler olarak algılanması; Türk milliyetçiliğinin, pratikte bir “Sünni ideolojik merkeziyetçilik” olarak algılanmasına yol açmıştır. Alevi kitlenin de devrimci sol örgütlerin militan fideliği hâline gelmesiyle Orta Anadolu’daki Selçuklu kentlerinde MHP’lilik, Sünni gelenek muhafızlığı olarak algılanmıştır. 

  Alevilerle komşu olan ve tarihten ayrı gayrı yaşayan kentlerin artan Ülkücü şehit sayısıyla birlikte MHP’ye teveccüh etmesi, tamamen anlık gelişen bir “kamplaşma” pratiğidir. Bu kamplaşma, Türkiye Cumhuriyeti’nin eğitim sistemiyle sağlamak istediği “laik Türk uluslaşması”ndaki başarısızlığının bir sonucudur. Bu başarısızlıkta CHP’nin halkın dini değerlerinden uzak bir ulus projesi peşine düşmesinin büyük rolü vardır. Dini siyasette birinci güç unsuru olarak kullanan siyasi partiler de bu zaaftan yararlanmışlardır.

  70’lerde rey verirken dikkate aldığı en önemli faktör mukaddesat olan kitleler, zaman içinde özellikle de dinsizlik yani komünizm tehlikesi geçtikten sonra hızla cemaatlere ve Refah Partisine teveccüh etmişlerdir. Bu oyların MHP’den uzaklaşmasında MHP’nin bir kusuru olduğu söylenemez. Kusur, Anayasa’sındaki ilkelerine uygun eğitim veremeyen idarenin ve verdiği eğitimle istenilen davranışları sağlayamayan eğitimcilerindir. 

  MHP milliyetçiliğinin, “emperyalizm karşısında ümmetin ırz ve namusunun, ibadet ve tebliğ hürriyetinin Türklük zırhıyla kaplanması” olduğu anlaşıldığında yani çok kısa bir süre sonra eski kalelerin yeniden MHP’ye döneceğinden kimsenin şüphesi olmamalıdır.
 
  Yeni Kalelerin Oluşması
 
   2011 Seçimlerine doğru giderken MHP çok başarılı bir strateji uygulamıştır. 12 Eylül Referandumu’nda eski kalelerin havada sallanan bastonunun altından geçerek batıya doğru, ulusun eğitimli ve kentli kesimine doğru önemli bir adım atmıştır.

   Türkiye Cumhuriyeti’nin okullarında öğretilen milliyetçilikle MHP’nin buluştuğu an bu andır. Laik Anayasa’yla ilgili kaygıları olan daha kentli insanlar, MHP’nin bir “kavga partisi” olmadığını, 1970’lerdeki gençlik yıllarında kalmadığını, kendi kalelerini değil, Türkiye’nin kalesini koruma konusundaki fedakârlığını, her iki ayağını da kullanabilen usta bir savunma oyuncusu gibi tehlikenin geldiği tüm yönlere aynı kararlılıkla hücumlar yapabildiğini görmüştür. 

  Bu strateji, MHP’yi 1176 Miryokefalon Savaşı öncesi Selçuklu hâkimiyet bölgelerinde yani Sünni medrese ekolünün Babailerle çatışma alanlarında hapsolup kalmaktan kurtaran müthiş bir vücut çalımıdır. Bunu sadece “sosyolog çalıştıran” kamuoyu araştırma şirketlerinin tespit etmesi mümkün değildir.

   AKP ve cemaat mezhepçiliğinin Alevileri kışkırtmakla kalmayıp Kürtleri de maceraya tahrik etmesi, MHP’nin merkez partisi olma hızını artıracaktır. 

  MHP’nin Tokat’ı, Sivas’ı, Çorum’u, Maraş’ı riske etmesinin, ümmetçiliği ve mezhepçiliği okşamak yerine insancıl bir milliyetçilikten ödün vermeyerek “AKP’nin gizli gündemine” karşı 12 Eylül Referandumu’nda “Hayır.” demesinin, MHP’yi götüreceği yer iktidardır.

  2010’dan itibaren AKP karşısında izlenen ilkeli siyaset; MHP’nin, ezelden seküler bir toplum olan Yörüklerin ve muhacirlerin Ege’sine açılmasını sağlayan ikinci bir “Miryokefalon Zaferi”dir. 
 
  Milliyetçiliğin Tanımı Netleşiyor  
 
  MHP’nin 45 yıllık tekâmülü, Türk milliyetçiliğinin olgunlaşmasına, bu ise Türk kavramının yerli yerine oturmasına bağlı olmuştur. “Türk” kavramının gelişimi, siyasi sebeplerle biraz sancılıdır.

   Türk kelimesinin 1900’lere kadar taşıdığı anlamla 2000’lerde taşıdığı anlam birbirinden farklıdır. Bu anlam çeşitliliğine bir de politik yorumlar eklenince ortaya son derecede esnek bir Türk tanımı çıkmıştır. 

  Öyle ki Hollanda bağımsızlık savaşçıları 1600’lerin başında “Papa taraftarı olmaktansa Türk olmak!” sloganını benimserken günümüz İslamcı Kürtçüleri, “Türk” ile “Rum” kavramlarını eşit görebilmektedirler. Her ne kadar bu yakıştırma, “Mehmetçik katillerini dinen aklama kurnazlığı” olsa da bu durum, “Türk” kavramının zamana veya mekâna göre değişebilen bir siyasi simge olabildiğini göstermesi bakımından ilginçtir.

  Avrupa’da Türk adını zikretme alışkanlığı bizden önce gelişmiştir. Günümüzden 700 yıl önce yaşamış ünlü gezgin Marko Polo’dan beri İtalya’da Anadolu’ya “Turchia” denilmekteydi. Osmanlı olmanın veya İslamlaşmanın diğer adı Türk olmaktı. Raguzalı bir Hırvat, Müslüman olsa onun için “Türk oldu.” deniliyordu. Sırp Çetnikler, 1992’de bile Bosnalı Müslümanlara “Türk” oldukları için saldırıyorlardı.
 
  Cumhuriyetin “Türk” Tanımı ve Aleviler
 
  20. yy. başlarında “İstanbul’un taşıdığı dinî ve siyasi değerlere sadakat”le Türklüğü eş değer görme eğilimi güçlenmişti. Araplar da gittikten sonra haklı olarak “Müslüman bakiye”ye Türk denildi. Oysa Aleviler, Sünni hilafetin merkezine yani İstanbul’daki din merkezli siyasi değerlere pek de sadakat göstermemişlerdi.

  Kurtuluş Savaşı’nın “millî” hedeflerini tespit eden Misakımillî belgesi de “Mondros’tan sonra elde kalan Müslümanlara Türk demeyi” tercih etti. Amaç Kürtleri, İngiliz propagandasının etkisinden korumaktı.

  Lozan, azınlık olarak sadece gayrimüslimleri kabul etmekle: “Misakmillî Müslümanlarına Türk denir.” tanımını pekiştirmiş oldu. 

  Atatürk, bu tanımı “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk halkına Türk milleti denir.” diyerek; ilkesel ve anayasal düzeyde perçinledi. Ayrıca laiklik ilkesine kesin bir hassasiyet göstererek; Alevilerin İstanbul’dan esirgedikleri sadakati, Ankara’ya tevcih etmeleri yönünde yoğun uğraşlar verdi. İnanç hürriyetinin, “Sünni çoğunluk” tarafından tahdit edilmesini önlemek üzere Diyanet İşleri Başkanlığını kurdu. Fransa’daki gibi “laik” bir döneme girildi. Sünnilerin laikliği özümsemesi için eğitim ve hukuk sistemi tanzim edildi.

   Atatürk’ü halifenin gözünün yaşına bakmayan yönüyle “İkinci Ali” gibi seven Aleviler, bu nedenle Cumhuriyet’e bağlandılar. Türklük tanımındaki İslami altyapıyla fazla meşgul olmadılar.

  1946’dan sonra Demokrat Parti yönetimi, kolay oy almaya ve yönetmeye yönelik “Sünni inanç popülizmi” nedeniyle “laik uluslaşma” sürecine ket vurduğunda “bazı Aleviler,” bu devlete ve rejime sadakate dayalı uluslaşma sürecine direnmeye başladılar. Zaten Dersim Hadisesi, Alevilerin bir kısmını merkezden uzağa savurmuştu. 

  Demokrasiye geçişten bir süre sonda Sünnilerin DP, Alevilerin CHP zeminlerine yerleştiği Türk siyasetinde tarihten beslenen bir ideoloji olan milliyetçilik, geçmişteki millî mefahirin daha çok Sünni Osmanlı asırlarında yaşanmış olmasının da etkisiyle Sünni tabanda DP’de, AP’de yani “sağcı kimlik” içinde gelişip boy attı. CHP’nin elinde kalan siyaset malzemeleri ise halkçılık ve laiklikti. Bu ilkeler, Türk siyasetinde militanlaşmanın başladığı 60’lı yılların sonunda CHP’yi Sosyalist Enternasyonal’in kapısına doğru sürükledi. Böylece CHP, Atatürk’ün partisi olmaktan tamamen çıkmış oldu. CHP, “yol”dan çıkıp “sol”a girerken Alevileri de yanında götürmüştü. 

  Parlamenter demokrasiye olan inancını, sürekli sandık mağlubiyetleri nedeniyle kaybeden CHP, Atatürk ilkelerinin yerine diyalektik materyalizmi ve sosyalist enternasyonalizmi ithal edince, “Türkleşmekle Sünnileşmeyi eş anlamlı kabul eden” Alevi gençlerin sosyalist örgütlerle buluşması fazla da uzun sürmedi. Zaten milleti millet yapan değerlerden biri olan “millî tarih, Şah İsmail’in Yavuz karşısındaki hezimetine” fazla yer ayırmıştı. 
  Bu nedenlerle 68 Kuşağı’nın sokak hareketlerinde Alevilerin, eylemci solun arka bahçesi hâline getirilmesi hiç de zor olmadı.

  Siyasetin, “başıbozuk bir iç savaş” keyfiyetinde sertleştiği 70’li yıllarda, bazı Sünni Kürtlerin, Zazaların, Laz, Gürcü, Boşnak ve Çerkezlerin geleneğe uygun olarak “Türk milliyetçisi,” bazı Alevi Türkmenlerin ise Kürt ayrılıkçı hareketinin sempatizanı olmasının temel nedeni, Türk kavramı ile ilgili “oynak milliyet algısı”ydı. Geçmişte Başbağlar faili Dr. Baran ve günümüzde PKK’nın lider kadrosunda yer alan Duran Kalkan kliği ile temsil edilen “isyancı Aleviliğin” temelinde de bu “oynak kimlikler meselesi” yatmaktadır.
 
  MHP ve Aleviler… Türk Kimliğinde Buluşma  
 
  Pratikte yukarıdaki tarihî arka plana uygun olarak zaten öteden beri Sünni Zazaları “Türk,” Alevi Türkmenleri ise “Kürt” olarak tanımlayan yerel halk bilinci, MHP milliyetçiliği ile Sünniliği daha kolay birleştirebildi. Kürt ve Zazaların Türk milliyetçisi olmalarının ve Elâzığ’ın, Bingöl’ün MHP’li belediye başkanı çıkarmasının mantıksal nedeni budur. 

  Aynı nedenle Türk kültürünün en istikrarlı taşıyıcıları olan Alevi Türkmenler, MHP’nin uzağına hatta karşısına savruldu. Hatta ne yazık ki Maraş’ta Sivas’ta ve Çorum’da Ülkücü-devrimci kavgası Sünni-Alevi çatışmasına dönüştü. Bu olayların “analiz hakkı,”  hâlâ yanlı gazetecilerin elinde olduğundan, yakın tarih akademisyenler tarafından tarafsızca yorumlanarak adil hükümler verilebilmiş değildir.

  MHP’nin iktidar hamlelerini başarıya ulaştırmanın yolu, acı hatıraların sarhoşluğuyla dertlenmek yerine İslam, Türklük, Alevilik ve laiklik kavramlarının akla ve bilime emanet edilmesinden geçmektedir. Ondan sonrası gayet kolaydır.

  Bugün yaşanan ülke bütünlüğünün tehlikede olması sorununun ilk faili, 12 Eylül faşizmidir. 12 Eylül yönetiminin, MHP’nin temsil ettiği İslam dokulu milliyetçiliği mahkûm ederek “Atatürk milliyetçiliği” adı altında, sokaktaki Kürtçeyi yasaklayan bir faşizmi, “Türk millî duruşu” olarak diyar diyar gezerek reklam etmesi, “Kürt kimliğinin” ayrışmasındaki en önemli faktördür.

  Bize göre Abdullah Öcalan’ın son yıllardaki başarısındaki en büyük payın sahibi, Kenan Evren ve arkadaşlarıdır. İkinci sırada ise bu kavram kargaşasını siyasete alet eden AKP, eski Marksistler ve liberaller gelmektedir. Üçüncü sıradaki Marksist PKK, bu oyunda boş kaleye karambolden etnik bir gol atan fırsatçı santrfor rolündedir. 

  12 Eylül Darbesi’nden sonra “askerî bir Atatürkçülükle” toplum mühendisliğine soyunan Millî Güvenlik Konseyinin millî merkezi karalayan bu tutumu, MHP’nin temsil ettiği “Türk milliyetçiliğinin” de özellikle Fırat’ın doğusunda zayıflamasına yol açmıştır. Ülke bütünlüğü açısından kutsal sayılabilecek kavramların AKP tarafından iç siyaset malzemesi yapılması ve bölgedeki cemaat abilerinin MHP’ye “kafatasçı” gibi PKK propagandasını meşrulaştıracak ithamlarda bulunulması, MHP’yi Kürt ve Zaza seçmenlerinden uzaklaştıran diğer faktörler olmuştur. 

  Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuzey Irak’taki gelişmelerde, “Kürtlerle Türkmenlere eşit mesafede durmadığına” dair genel kanaat nedeniyle Müslüman Kürtlerin Türk milliyetçiliğine ve MHP’ye yönelik kanaatleri negatife dönmüştür. MHP’nin Fırat’ın doğusundaki seçmenlerine ulaşma yolundaki engeller özetle bunlardır.

  Bu durumda doğuda makul Kürtler, “daha ümmetçi ” buldukları AKP ve Nur cemaati ile bütünleşirken Aleviler de CHP’de kalmaya devam etmişlerdir. 

  MHP’nin 40 yıldır bir türlü güçlenemediği bölgeler, “Alevi beldeleriyle” birlikte Ege, İstanbul ve Marmara bölgeleriydi. AKP’nin kadrolaşmada haddini aşması ve 28 Şubat üzerinden CHP’nin bütün geçmişi ile bir “intikam savaşı” içine girmesi, “MHP-Alevi”  yakınlaşmasını hızlandırmıştır.

  MHP’nin, kararlı merkeziyetçi duruşu, CHP seçmeninin ve devletle barışık Alevilerin sempatisini kazanmasına zemin hazırlayınca “MHP’nin 1923’teki merkeze intikali” için ilk kez bu kadar uygun bir zemin oluşmuştur. 

  Parti kurmaylarının bu “kabuk kırma” fırsatını kaçırmaları beklenemezdi. Öyle de olmuş ve MHP, köylülerden çok kentlilerden alaka gören bir parti hâlini almıştır. Demografik veriler, bu durumun MHP açısından doğru bir tercih olduğunu göstermektedir. 

  MHP, referandumdaki “Hayır.” sayesinde siyasal köklerini 1969’dan 1923’lere kadar derinleştirme başarısını göstermiş, Cumhuriyet kazanımlarına sahip çıkmış ve âdeta kurumsal açıdan Kuvayımilliye döneminden Cumhuriyet Dönemi’ne geçmiştir. 

  Bu süreçte CHP; baba İnönü’nün Dersim vukuatından ve oğul İnönü’nün Madımak’a olan ilgisizliğinden, AKP ise gizli ajandasına bağlı olarak yargıda açıktan sürdürülen Alevi tasfiyesinden dolayı Alevilerin güvenini kaybetmiştir.  

  MHP ise Anadolu’da kırsal geleneklerle şekillenen ve 1970’lerde Alevilerin tepkisini çeken Sünni tabanlı milliyetçiliği BBP’ye, mezhepçi tarih anlayışını da AKP’ye ve cemaate hediye ederek Ahmet Yesevi mirasına, Horasan erenlerine, ehlibeyit mirasına ve Evladıkerbela’ya sahip çıkmaktadır.

  Bu gelişme, MHP’nin benimsediği “Türk-İslam ülküsü”nün, laiklikle desteklenerek mezhep kriterlerinin dışına çıkması anlamına gelmektedir. MHP’nin siyasal İslam’ın 1980’lerdeki çıkışını dengelemek üzere önemsediği laiklik, bu partinin Alevilerle daha rahat yakınlaşmasını sağlamıştır. 
 
  Son yıllarda RP ve AKP ile Türkiye’ye ithal edilen İran menşeli siyasal İslam karşısında Türk siyasetinde yaşanan en derin tarihsel dönüşüm budur. “Türk-İslam ülküsü,” hızla “Türk=Sünni denklemi” olmaktan çıkmakta ve “tarihin aklıyla” tanzim edilmektedir.
 
  MHP’nin İlkeli Cumhuriyetçiliği
 
  Siyasette CHP’nin son 20 yılıyla uğraştığınızda bunun adı “demokratik mücadele”dir.

  CHP’nin son 50 yılıyla uğraştığınızda, millete kendinizi “darbe karşıtı” olarak sunabilirsiniz.

  Ancak, CHP’nin 85 yılıyla yani inkılapla uğraşır da Şeyh Sait’e, Dersim İsyanı’na arka çıkarsanız, adınız “karşı devrimci” olur “mürteci” olur.
  Çünkü CHP; ilk 20 yılında tamamen “devlet”tir, “rejim”dir. Mevcut bütün partiler gibi MHP de CHP’nin içindedir, Atatürk’tür, Kâzım Karabekir’dir, Mareşal Çakmak’tır, Kuvayımilliye ruhudur, 1935’larda CHP, Kuleli’deki Alparslan Türkeş’tir. 

  O yıllarda mevcut Türkiye halkının %95’i oy birliğiyle Mustafa Kemal’i cumhurbaşkanı seçmiştir. Dışarıda kalanlar, Mustafa Suphi ve bazı Marksistler, Şeyh Sait, Derviş Mehmet ve bazı Nakşiler ile Seyit Rıza ve bazı Alevilerdir. Bu küçük grupların hepsi bugün Soros vakıflarının ve BOP tanzimcilerinin dış desteğiyle Cumhuriyet’in temel değerlerine karşı hareket hâlindedirler. AKP’nin tek parti zihniyetine karşı açtığı cephe, devlet düşmanı siyasi azınlıklara cesaret vermiştir.

  Siz 1923’e saldırdığınız zaman halka ve MHP’ye de saldırmış oluyorsunuz. Bu durumda tabii ki MHP’yi CHP’nin milliyetçi kanadı ile yan yana bulursunuz. AKP’nin rejimi koruma makamı olan Anayasa Mahkemesini kendisine göre tanzim etmesi, doğal bir reaksiyona yol açmış ve Alevilerle MHP arasında, Ahmet Yesevi dönemine dayanan “çocukluk aşkının” yeniden depreşmesine yol açmıştır.

   Artık herkes kimliğini sorgulamakta ve Orta Doğu’daki mezhep savaşlarıyla birlikte ateş bacayı sardıkça MHP’nin koruma kabiliyetine ve insanlık enerjisine olan güven daha da artmaktadır. 

  Sonuç ve Öngörüler
 
  MHP, son yıllarda eski kalelerinin tapusunu kaybetmemiştir. Bilakis başarılı bir politikayla yeni kaleler kazanma yoluna girmiştir.

  Doğuda 10 yıldır seçim güvenliği sıfırın altına inmişken MHP’nin oylarını %20’nin üzerine çıkarabilecek yegâne formül olan “Batıya açılma stratejisi”, MHP yönetimi tarafından başarıyla icra edilmiştir.

  MHP’nin Ege’de ve Marmara’da geçmişte neden Elâzığ’da Bingöl’de ve Van’da aldığı oyların yarısı oranında oy alamadığını sorsanız bazı “nakilci enteller,” bu bölgelerin batıda oluşundan, denizden, plajdan, turist mayosundan, rakıdan balıktan filan bahsedeceklerdir. 

  Oysa durumun izahı için biraz daha derin düşünmek gerekiyor. MHP, 1970’lerde halkın gönlünü kazanmıştı. Şimdi eski kalelere halkın “aklının kazanılması”yla Aydınoğlu, Menteşe, Saruhan, Karesi, Germiyan ve Hamidoğlu, Teke gibi beylik kentleri eklenmektedir.

   Türk milleti artık duyguları ve doğal alışkanlıkları yerine aklını kullanabilmekte ve tehlikeyi görmektedir.

  Geçmişte Anadolu Selçuklularına hiç bağlanmayan Osmanlı’ya da geç katılan Artuklu-Karakoyunlu-Akkoyunlu bölgesindeki provokatif MHP karşıtlığı, batıdaki negatif imaja göre daha uzun sürecek bir siyasi handikaptır. Oysa MHP’nin çok acil oya ihtiyacı vardır.

   Doğudan oy almanın zorlaştığı bir dönemde, MHP yönetiminin uyguladığı cumhuriyetçi ve barışçı siyasetin, ülkemizin geleceği açısından tarihteki Miryokefalon Zaferi gibi bir etki yapacağından hiç şüphemiz yoktur. 

  Bu gerçekleştiğinde önümüzdeki seçimlerinde MHP’nin kalabalık Batı Anadolu kentlerindeki oyları, yaklaşık % 25 oranında artacaktır. Bu artışın genel oy oranına katkısı % 40 civarında olacaktır.

  Türk’ün varlık mücadelesinde bunlar yaşanırken, siyasi tarih şuuru 30 yılla sınırlı olan bazı “saf kurtlar,” hâlâ attıkları “Evet.” oyunun arkasından bakmakta ve “oylarının ne işe yaradığını” anlamaya çalışmaktadırlar.  

  Bugünlerde yaşadıklarımız, yarınlarda ne tür olaylarla karşılaşacağımızın göstergeleridir.

  Türk milleti için ateş bacayı sardığında yani 7 Haziran 2015’ten sonra tek bayrak altında onuruyla yaşamak isteyenler, Amerikan düzeninin, Apo vesayetinin altına girmeyi reddedenler, Sünnisiyle, Alevisiyle “Türklüğün son kalesini” yani MHP’yi, tek güvenilir sığınak olarak göreceklerdir.

  İnsanlar işte o zaman üçe beşe, pespaye işlere iltifat etmeyen, hukuk devletine saygılı, siyasi nezaket ve prensip sahibi bir lidere sahip olmanın MHP’ye hangi avantajları kazandırdığını daha iyi anlayacaklardır.


Editör: TE Bilisim