Yerel seçime bir hafta kaldı! İşte detaylar.. Yerel seçime bir hafta kaldı! İşte detaylar..
 Bir milletin anotomisi!..
Ağlatarak nefret ettirdi bize kahraman kahpelerimiz, dilimizi nefret dağarcağına dönüştürdü züppe kahramanlarımız;

Bırakın birlikte yaşama kültürüne katkı yapmayı, içi boş dünyalıklarla cebelleşirken, birilerinin ektiği nefret tohumlarına mal bulmuş mağribi gibi sardırdılar bizleri. Aslında aklı verenle, ona sarılan aynı gayya kuyusuna hizmet ediyorlardı, ama ilkinin bilerek ikincisinin bilerek veya bilmeyerek...

Tarihi Osmanlı ile başlatıp eskiyi yok saymalar, Osmanlı'yı yerin dibine sokanla bulunmaz Bursa kumaşı görenlerin de, birbirine kustuğu nefret tohumlarını ekenlerin aynı merkezden çıkıyor olmasını hiç düşünmemiş olmamız.

Abdulhamid ile Atatürk'ün karşılaştırılmasından, birinin cennet mekan, diğerinin din düşmanı gösterilmesinden veya birinin Kızıl Sultan diğerinin neredeyse peygamber mertebesine konulmasından, 

Laiklerin Muhafazakarlardan "yobaz" diye bahsetmesinden, Muhafazakarların laikleri "dinsiz" olarak görüp yaşama hakkı tanımayacak kadar nefret etmesinden,

Halifelik kaldırıldı diye dönemin siyasilerine din düşmanı diyenlerin bir taraftan dini sadece şekilcilikten ibaret görüp, eskiye saldırmalarından,

Harf devrimi ile bir gecede cahil kaldık safsatasıyla bitmek bilmeyen düşmanalıklara, nefretlere, Cumhuriyetle başlayan sürede Atatürk'e İnönü'ye, Menderes'e Demirel'e, Özal'a vedahi bilumum siyasilere yapılan yakıştırma ve nefret söylemlerine,

Sağ'ın soldan, muhafazakarın komünistten, sunninin aleviden, şianın sunniden, vehhabinin şiadan, Arab'ın Türk'ten, bir tarikatın diğer bir tarikat veya cemaatten, bir spor kulubu taraftarının diğer kulüp taraftarından, bir şehrin komşu bir şehirden nefretinin menbağı da aynı yerdi aslında. 

Gözümüzü açtığımız andan itibaren hep "lanet” feryatları ile tanıştık, evde, okulda, arkadaş çevremizde, büyüklerimizle sohbetlerimizde, dinlediğimiz bir konferansta, seyrettiğimiz bir filme, okuduğumuz bir kitapta. Hep nefret dolduruldu bilincaltımız çocukluğumuzdan beri. Bu nefret söylemi sadece büyük şehirlerde okumuş-yazmış, mürekkep yalamış tabaka arasında yoktu, kasabalara, mahallelere, köylere, meralara kadar uzatılmış ve yayılmıştı. 

Nedeni çok basittti aslında bir daha bir araya gelemeyecek kadar parçalamak gerekiyordu, en küçük bir ihtimal bırakılmamalı, bütün delikler tıkanmalı, nefes dahi alamayack hale getirilmeliydi bu barbar Türkler (!)...

Acı olan şuydu ki benim saf Anadolulu kardeşim "davasına hizmet ettiğini zannetmenin aşkıyla" kullanıldığını göremiyor, dahası yanacağı cehennemine odun taşıdığının da farkında olamıyordu.

O hale getirildik ki; dilimizin yalan ve iftira kaynağına dönüştüğünü bırakın fark etmeyi, daha fazla yalan ve iftira etmenin Cenneti garantiye almanın bir aracı, davaya hizmetin olmazsa olmazı olarak görmeye başladık. 

Ayrıştıran her olgu sadece nefretlerimizi çoğalttı dilimizde, bilmiyorduk sahte masumiyetler adı altında geleceğe nefret tohumları ekenlerin bizleri yakacakları gayya kuyusuna su yerine odun taşıdığımızı hiç göremedik bile.

Haysiyet yoksunları, vicdansız kahramanlarımız göz yaşlarımızı nefret etmek için akıttırdı bizlere... sebep sadece "benden-ondan" şizofronizmi idi. Sebepsiz yere göz yaşlarına gark edildik aslında, bizler ağladıkça birileri bıyık altından sırıtırken, birileri cukkalarını dolduruyordu. Bize ise sadece ve sadece her geçen gün büyüyüyen devasa nefretlerimiz kalıyordu. Ağlatarak nefret ettirdi bize kahraman kahpelerimiz...

Nefret dağarcığımız geliştirilip yangın yerine döndürülünce yüreklerimize körükle rüzgar taşıdı CIA'sı KGB'si, MI5'i MOSSAD'ı MAD'ı SAVAK'ı... ve benzerleri... Bunu edebiyatla, musikiyle, şiirle , radyo-tv programlarıyla, gazetleriyle, eserleriyle ve o eserleri bizleri ağlatmak, nefretimizi söndürülemeyecek devasaya ulaştıracak kartondan kahramanlarımızla enjekte ettiler damarlarımıza... iğdiş etmiştiler bizi aslında ama heyhaat kafamızı kuma gömmekten, bizleri ağlatanları ve nefret etmemiz için gece gündüz çalışanları görecek gözlerimize, akli melekelerimize, kalp gözümüze "at gözlükleri" takmışlardı bir kere... biz de bu gözlükler takılırken davanın mümtaz savunucusu, cennetin anahtarının kapıcısı gibi sevinmiştik iğdiş edilimişize... 

Sağcı, solcu, dindar, muhafazakar, demokrat, laik, komünist, sosyalist, cemaatçi, tarikatçı, selefi, sunni, vehhabi, modernist, statükocu... ve benzerleri nefret ekti çevremize. İçimizi ve dışımızı nefretle öylesine sarmaladılar ki, nefretin gayya kuyusunda cenneti yaşattılar bize vahalarda. 

Dilimiz, kalbimiz, gözümüz, nefesimiz nefretle dolu bir toplum durumuna getirldik 1502'den beri. Nefret fışkırıyor damarlarımızdan.. 

Aymazlık derecesinde cehaletimizle hem-hâl olan nefretimizin bize bıraktığı miras sadece  kinimiz
 değil, bütün beşeriyeti düşman olarak görmek olmuşki!
Galiba insan olduğumuzu unuttuk, unutturdular bize...

İnanıyorum ki  bu kadim vefakar  necip Türk  milleti yine tarihinden aldigi güç ve saglam devlet  töresiyle,  sevgi tohumlari ekerek bu zilleti yok edecektir.
Türk milleti asil bir beydir köle edilemez.
Vesselam
Cahit DAK


Editör: TE Bilisim