Mansur Yavaş'tan Turgut Altınok'a belgeli yanıt. Kızının Londra'daki evini nasıl aldığının belgelerini paylaştı Mansur Yavaş'tan Turgut Altınok'a belgeli yanıt. Kızının Londra'daki evini nasıl aldığının belgelerini paylaştı
 AKP iktidarının her Millî Eğitim Bakanı birbirinden bağımsız eğitim politikaları uygulamaya çalıştı. Koltuğuna oturan her bakan; eğitimde kalite, PISA, OECD ülkeleri gibi terimleri ağzından düşürmemiştir

Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu'nun tümü üzerinde MHP Grubu adına söz alan MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Ankara Milletvekili Prof. Dr. Zühal Topcu görüşlerini şöyle dile getirdi:

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunmaktayım, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bu vesileyle yeni kabine üyelerine görevlerinde başarılar diliyoruz.

On yıllık süreçte AKP iktidarı 4 Millî Eğitim Bakanı eskitti, bugün 5'inci Millî Eğitim Bakanı olan Sayın Avcı'yla yüce Meclisin huzurundayız ve yeni süreci birlikte götüreceğiz.

AKP iktidarının her Millî Eğitim Bakanı birbirinden bağımsız eğitim politikaları uygulamaya çalıştı.Koltuğuna oturan her bakan; eğitimde kalite, PISA, OECD ülkeleri gibi terimleri ağzından düşürmemiştir.Uygulamadaysa bu söylemlerle örtüşmeyen politikalar bumerang misali kendilerin vurmuştur çünkü uyguladıkları politikalarda ne sürdürülebilir bir kalite düşüncesi ne de geliştirdikleri bir vizyon bulunmaktadır. Bu yanlış politikalardan bazılarını defalarca bu kürsüden belirttik ama tekrar hatırlatılmasında fayda olduğu kanaatindeyiz:

Okul yöneticileri ve öğretmenlerini rencide eden tavır ve hâller sergilenip kurumları, yöneticileri ve eğitim camiasının geneli yıpratılmıştır.

Gerekli planlamayı yapmadan okula kayıt ve haftalık ders saatinin artırılması sonucunda minik yavrularımızın okulda geçirdikleri süre artmış ve mağdur duruma düşürülmüşlerdir, bu da aileler bazında tepkilere neden olmuştur.

İcraatlarla ilgili yapılan uyarıları dikkate almayıp “Her şey yolunda gidiyor.” açıklamalarıyla gerçekten görmezden gelinmiştir.

Sistemde sürekli suçlu arayarak olumlu iletişim ortamları kurulmamış; öğretmenler, yöneticiler, veliler, sendikalar suçlu ilan edilmiştir.

Eğitim ortamında hem öğrenciye hem de öğretmene yönelik şiddet tırmanış gösterirken Millî Eğitim Bakanlığı çalışanlarına sahip çıkamamıştır.

Öğretmenlerin eş durumu atamalarını çözmek bir yana ailelerin parçalanmasına kadar varan bu süreci yönetemeyip konu, içinden çıkılamayacak bir hâle getirilmiştir.

Çarpık dönüşüm sonrasında sınıf öğretmenliği fazlasının doğması, yöneticilerin norm fazlası konumuna düşürülmesi, alan değişikliği gibi yanlış çözüm yollarının uygulanması gibi hatalı politikalarla Bakanlığa duyulan güven sarsılmıştır. Millî Eğitim gibi devasa bir yapı bu yapının paydaşlarının ve onların temsilcilerinin düşüncelerini, önerilerini, uyarılarını dikkate almadan, kurumsal bilgi ve tecrübe birikimini göz ardı ederek dar bir çerçeveyle yönetilmeye çalışılmıştır. Bu yanlışlar, ardında kırık kalpler ve bozuk moraller bırakmıştır. Ancak yapılan yanlışlar bunlarla da sınırlı değildir. Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde kurulan ALO 147 Öğretmen ve Yönetici Şikâyet Hattı var ki, öğretmenleri ve yöneticileri canından bezdiriyor. Bütün kararlar öğrenci merkezli alınmaya çalışılırken öğretmen neredeyse yok sayılmıştır. ALO 147 telefon hattıyla binlerce öğretmen ve idareci yerli yersiz iftira ve ihbarlarla aşağılanmış, soruşturmalar birbirini takip etmiştir.

Sizlere bir örnek vermek istiyorum: ALO 147 hattını arayan bir veli bir okul müdürü hakkında “Müdürün okuldaki malzemeleri kamyonla götürdüğü” şikâyetinde bulunuyor. Bu şikâyeti ve iftirayı yapan veliden delil ve görüntü istenmeden bu durum okul müdürüne soruluyor. “Gece okuldan kamyonla her gün bir şeyler götürüyormuşsunuz; lütfen cevap yazınız” Okul müdürü 147'yi arayarak bu iftiranın sahibini soruyor ancak bu bilgi kendisiyle paylaşılmıyor. Onuruyla, gururuyla oynanan bu okul müdürünün yerine lütfen kendinizi koyunuz.

Yine bir örnek de öğretmen üzerinden verelim: Bir veli ALO 147 hattı üzerinden öğretmenin çocuğuna kötü davrandığını ve hakaret ettiğini şikâyet ediyor. Okul müdürü şikâyet edilen öğretmen hakkında işlem başlatıyor. “Hangi öğrenciye hakaret edilmiştir? Araştıralım.” Ancak ALO 147 hattı “İsim veremeyiz, gizlidir.” diyor. Okul müdürü ne cevap verecek? ALO 147 inanın amaca hizmet etmiyor. Artık, öğrenciler bile sınıfta öğretmene 147 şikâyet hattı tehdidinde bulunuyorlar.

Atamalar konusuna gelince, Millî Eğitim Bakanlığı, çalışmalarda hiçbir plan ve programa uymamaktadır.Bu Bakanlığın yaptığı değişikliklerin hızına yetişilmemektedir. Hiç mi kural olmaz? Ne zaman öğretmen atanır? Dönemleri yok mudur? Kaç tane atanır? Hangi branştan atanır? Sistemin ihtiyaç analizleri nedir? Eş durumu atamaları ve özür durumu atamaları ne zaman yapılır? Kimse hiçbir şey bilmiyor. Dün kesinlikle bu yıl atama yapılmayacak denilirken, ertesi gün atama kararı alınıyor. Her gün politikalar değişir mi?

4+4+4 sürecini ve değişen politikaları tekrar bir hızlıca hatırlayalım. Kanun 30 Mart günü Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edildi. 10 Nisanda Cumhurbaşkanı tarafından onaylandı, 11 Nisanda Resmî Gazetede yayınlandı ve yürürlüğe girdi. Sonuç olarak, zorunlu eğitim sekiz yılda on iki yıla çıktı. Eğitim kurumları ilkokul, ortaokul lise olarak yeniden tanımlandı. Okula başla yaşı öne çekildi. Fatih Projesi için yapılacak satın alımlara özel bir serbestlik getirildi. Üniversiteye girişte kullanılan okuldan gelen puan için ağırlıklı ortaöğretim başarı yerine ortaöğretim başarı puanı kullanılmasına karar verildi. Üniversiteye girişte kullanılan katsayılar eşitlendi. İmam hatip ortaokulları diye yeni bir ortaokul türü tanımlandı. Ortaokul ve liselerde isteye bağlı olarak Kur'an-ı Kerim ve Peygamber Efendimizin hayatını anlatan dersler konuldu. Uygulama detayları için ilgili kurumlar yönetmelik, yönerge, genelge, müfredat ve bunun gibi çalışmalara başladılar.

4+4+4'ün üzerinde bir yıl geçmiş olmasına rağmen eğitim sistemi hâlâ tüm unsurlarıyla ciddi bir kaos ve kontrolsüz karmaşık bir durumla karşı karşıyadır.

Bakanımız Sayın Avcı, Eskişehir'de basın mensuplarına serbest kıyafetle ilgili olarak yaptığı ilk açıklamada “O konuyu nispeten daha iyi biliyorum, Millî Eğitim bürokrasiyle tekrar bir gözden geçireceğiz. Alınan kararları, karşı görüşleri gerekçeleriyle öğrendikten sonra daha rahat bir karar verebilirim.” demişti. Bu yönetmeliğin çıkarıldığı ilk günlerde Milliyetçi Hareket Partisi olarak Türkiye genelini kapsayan Kılık Kıyafet Yönetmeliği'yle ilgili bir anket çalışması yapılmıştır ve sonuçları kamuoyuyla paylaşılmıştır. Bu çalışmanın sonuçları bugün geldiğimiz vahim durumu daha öncesinde size işaret etmiştir. Görüşlerimiz dikkate alınıp detaylarıyla incelenseydi yangından mal kaçırırcasına hazırlanmış bu yönetmeliğin toplum nezdinde nerelerde kabul görülüp nerelerde eleştiri aldığını çok daha rahat anlayabilirdiniz. Sayın Millî Eğitim Bakanlığı yöneticileri, okullara gidip uygulamanın yapıldığı yerleri inceleseydiniz bu yönetmeliğin çok ciddi sıkıntılara yol açtığını görecektiniz.

Okul ziyaretlerimizde sevgili eğitimcilerle sorunlarını paylaştığımızda en önemli sorunlardan birinin de Kılık Kıyafet Yönetmeliği olduğunu gördük. Öğretmen arkadaşlarımla yaptığım görüşmelerde çok enteresan tablolarla karşılaştık. Kendilerinin ne kadar mutsuzlaştığını, bu işin artık itibarlı bir meslek olmaktan çıkartılıp toplum nezdinde küçük düşürüldüklerini düşünmektedirler. Kılık kıyafetle ilgili olarak da trajikomik anekdotlar anlatılmaktadır. Özellikle kız öğrencilerimizin artık okullara taytla gelmeye başladıkları, hatta kendi ifadeleriyle “zebra desenli tayt” olarak bunu adlandırdıkları da gündeme gelmektedir. Özellikle erkek çocuklarımız için de takımlarının renklerine kadar saçlarına şekil verdikleri, renk verdikleri bilinmektedir. Okul yöneticileri ve öğretmenleriyle beraber bu konuyu konuştuğumuzda da niçin tedbir almadıklarına yönelik sorularımızda “Alo 147 hattını aratıp bizim hakkımızda soruşturma açtırabilirler.” şeklinde cevap verdiler bize. Değerli arkadaşlar, gelinen sonuçlar gerçekten çok vahim çünkü biz eğitimcilerimizi o kadar yıldırdık ve sindirdik ki artık sorunlara karşı bile inisiyatif almaktan çekinmektedirler.

Eğitim reformuna daima öğretmenlerden başlanır. Bütün dünyadaki uygulamalar da bu yöndedir ancakülkemizde öğretmenlerin, yöneticilerin atama ve yer değiştirmelerinde hiç de insani olmayan uygulamalar gerçekleştirilmiştir. Norm fazlası öğretmenlerin atamalarında olsun özür durumuna bağlı yer değişikliği gibi uygulamalar da olsun keskin ve sert geçişler yapılmıştır. Millî Eğitim Bakanlığı yönetimi, yöneticileri ve öğretmenleri üzüp incitmiştir ve bu yanlış uygulamalarında ısrarcı olmuşlardır. Söylemler ve yanlış uygulamalar ile itibar kaybına uğrayan öğretmenlere karşı bu dönemde öğrenci ve veliler tarafından uygulanan şiddet de artış göstermiştir.

Geleceğin liderlerini yetiştirme misyonunu atfettiğimiz öğretmenlerimizi öyle yetiştirmeliyiz ki, çocuklarımız millî, manevi ve akademik olarak hedefleri yakalayacak seviyeye gelebilsinler. Ancak bugün durum hiç de parlak değil. ÖSYM'nin yaptığı sonuçlara baktığımızda; 2012 YGS'sinde 50.805 aday sıfır puan almıştır. 2012 LYS sonuçlarına göre 189.410 aday en az bir puan türünden sıfır puan almıştır. Bu sonuca göre, liselilerden onda 1'i sıfır çekmiştir.

Bu sonucu ortaya çıkaran sebeplerden bir diğeri de okulların içinin boşaltılmış olmasıdır. Okullar tabela okulları hâline dönüşmüştür. Fen liselerinin hazırlık sınıflarını kaldırarak literatürü takip edemeyen bilim insanı yetiştirmeye çalışıyorsunuz. Türkiye'nin en zeki 5 bin öğrencisini yetiştiren fen liselerini sadece üniversiteye hazırlayan liseler hâline dönüştürdünüz. Düz liseler ise, her mahallede bulunan ve Millî Eğitim Bakanlığının kurtulmak için kırk takla attığı liselerdir. Her yıl öğrencilerinin yüzde 50'si sınıfta kalırken sadece yüzde 5'i bir lisans programını kazanabilmektedir. Meslek liselerinin durumu tamamen içler acısıdır.Eğitim sisteminden düşmüş öğrencilerin barındırıldığı okullar hâline gelmişlerdir. Anadolu öğretmen liselerine gelince, bunların da içlerinin boşaltıldığı bilinmektedir. Türkiye'nin ihtiyacı olan öğretmen lisesi sayısı maksimum 40 iken, bu sayı bugün 245'e ulaşmıştır. Öğretmen lisesi sayısı artarken, eğitim fakültelerinin kontenjanlarının düşürülmesi ve ikinci öğretimlerin kaldırılması enteresan bir çelişkidir.

Sadece liselere giriş sınavlarını kaldırabilmek için bütün okulları Anadolu liselerine dönüştürmek, bu eğitim sistemine yapılmış en büyük ihanetlerden bir tanesidir. Ayrıca, üniversiteye giriş sisteminde uyguladığınız okul başarı puanı sistemini değiştirdiğinizden dolayı da pek çok başarılı öğrenci fen liselerinden, önemli Anadolu liselerinden özel kolejlere ve açık liselere doğru geçişler yapmışlardır. Pek çok özel okullara geçiş yapan öğrencilere özel okullar 5.00 not ortalamasını vadetmişlerdir.

Bir başka pencereden olaya baktığımızda, üniversiteye yerleştirme sonuçlarına göre pek çok üniversitenin, özellikle yeni açılan üniversitelerin kontenjanlarının boş kaldığı görülmektedir. Fen fakültelerindeki fizik, kimya, biyoloji, hatta matematik bölümleri boş kalmıştır. Taşradaki üniversitelerin fen fakültelerinin bölümlerini tercih edenlerin sayısı 2'yi, 3'ü geçmemektedir. Puanlar yaklaşık 30-40 puan kadar düşmüştür. Bu okullara yerleşen öğrenciler soruların sadece yüzde 15'ini yapmışlardır.

İşte, bazı üniversitelerdeki kontenjanlar ve yerleşen sayılarını verdiğimizde, gerçekten çok çarpıcı rakamlar karşımıza çıkmaktadır:

Afyon Kocatepe Üniversitesi biyoloji bölümü kontenjanı 47, yerleşen 1 öğrenci; kimya bölümü kontenjanı 47, yerleşen sıfır öğrenci; matematik bölümü kontenjanı 186, yerleşen 43 öğrenci. Bingöl Üniversitesi matematik bölümü kontenjanı 114, yerleşen 3 öğrenci.

Bitlis Eren Üniversitesi matematik bölümü kontenjanı 47, yerleşen 1 öğrenci.

Kars Kafkas Üniversitesi biyoloji bölümü kontenjanı 77, yerleşen 1 öğrenci; fizik bölümü kontenjanı 57, yerleşen sıfır; kimya bölümü kontenjanı 47, yerleşen sıfır; matematik bölümü kontenjanı 154, yerleşen 2.

Bu işin artık düzenlenmesi gerekiyor. Planlanmasının yapılması da Yükseköğretim Kuruluna kalır iken, acaba Yükseköğretim Kurulu ne yapmaktadır?

Yükseköğretim Kurulu, uygulamaları ve çözüm önerileri ile çökmüş, hantal bir kurum hâline dönüşmüştür. Toplum nezdinde, özellikle akademik camiada güvenilirliği kalmamıştır. Rektör ve dekan atamalarında akademisyenlerin görüşleri ve kararları dikkate alınmamıştır. Geçtiğimiz on yıllık periyotta üniversiteler toplumda özellikle yıpratılmış ve itibarsızlaştırılmışlardır. Akademisyenlerin ve üniversite çalışanlarının özlükleri her geçen gün daha kötü duruma getirilmiştir. YÖK yasası ise hâlâ hazırlanamamış ve Meclis gündemine getirilmemiştir.

Ülkemizde, gerekli planlama yapılmadan her yere devlet ve vakıf üniversiteleri açılmaya devam ederken, bu üniversitelerde açılacak enstitü ve bölümlerin ülkenin birlik ve bütünlüğü açısından dikkate değer hassasiyeti göstermesi gerektiğine inanıyoruz. Bu Meclis kürsüsünden tekrar duyurmak istiyoruz ki: Üniversitelerimizde özellikle dil alanında açılacak olan araştırma birimlerinin ve bölümlerinin millî hassasiyetlerimizi göz önünde bulundurması gerekmektedir.

Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak, dilin yalnızca teknik, standart bir uzlaşma ve diyalog vasıtası olmayıp, aklın, bilginin, gönlün ve zihniyetin de tercümanı olduğunu belirtiyoruz. Millet varlığının oluşumu, nesiller arasındaki irtibat, tabii olarak dil ile hayat ve vücut bulur. Dilin kullanımı ve sahiplenilmesi, müşterek bir kimlik inşasında ve savunulmasında ikamesi olmayacak bir katkı sağlar. Türkçe, Türk kimliğinin güvencesi, teminatı ve dayanağı olduğundan dolayı milletin birlikte ve bir bütün hâlinde bulunmasının yegâne kaynağıdır.

Son zamanlarda Türkçenin yanına mahallî dillerin yerleştirilme çabalarına ısrar ve inatla devam edildiği görülmektedir. Ana dil eğitim taleplerinin sürekli olarak mevzi elde etmesi tehlikeli, ayırıcı ve dışlayıcı bir dönemin hızla yaklaştığını göstermektedir. Unutmamak lazımdır ki, dilde başlayan bir çözülme ve bölünme millet varlığına bulaşacak ve birlikte yaşamayı imkânsız hâle getirecektir. Türkçenin aziz millet fertlerinin buluştuğu, anlaştığı, hislerini paylaştığı büyük kültürel cazibe merkezi olmaktan uzaklaşması, vahim sonuçlara ve önü alınamaz karşıtlıklara ve karışıklıklara neden olacaktır. Bölücü emellerin ana dilde eğitim isteklerindeki zorlama, buna da siyasal sorumluluk mevkisinde bulunanların göz yumması Türk milletini geriye götürerek, etnik çatırdamanın eşiğine savuracaktır. Bu karanlık süreci tersine çevirebilmek için, Türkçenin, birlikte yaşamanın ve aynı safta sonsuza kadar bulunmanın en belirgin yollarından birisi olduğu kabul ve itiraf edilmelidir. Güzel ve zengin dilimizi zayıflatacak her girişim, ikinci plana atacak her niyet ve yanına ortak iliştirmeye yeltenecek her amaç millî yüreklerin inanç kalelerine çarpmaktan kurtulamayacaktır.

Hepinize teşekkür eder, saygıyla selamlarım.

Editör: TE Bilisim