Türk vatandaşlarına Avrupa yok! Üç ülke vize başvurularını kapattı Türk vatandaşlarına Avrupa yok! Üç ülke vize başvurularını kapattı
ORHAN KAVUNCU:

* “Türk Dünyası” kavramını zaman ve mekân boyutunda ele aldığımızda, tarihi derinliği olan, coğrafi yaygınlığı olan bir kavramdır. Tarihi derinlik olarak, MÖ 4.000 yılından beri var olan bir sosyo antropolojik bir varlık olduğu, coğrafi olarak da bu gün Moğolistan sınırları içinde kalan Yenisey bölgesinden başlayıp Avrupa içlerine uzanan bir bölgede zaman içinde göç dalgaları ile yayılmış, çoğu Asya kıtasında olan yaklaşık 10 Milyon Kilometrekarelik bir alan söz konusudur. Bu gün bu geniş coğrafya içinde yer yer başka halklar ile de karışık olarak yaşayan en az 250 Milyon Türkçe konuşan insan mevcuttur.

* Türk Dünyası kavramının net olarak anlatılmasında ve anlaşılmasında bazı zorluklar yaşanmaktadır. Mesela Türkiye’den Makedonya’ya veya Kazakistan’a bir sebeple gitmiş olan ve orada bir zaman geçirmiş olan insanlar için Türk Dünyası sadece o gittikleri bölgenin sosyal, ekonomik, bilimsel vb özellikleri ile tanım bulmaktadır. Yine bir diğer eksiklik sebebi de mesleki değerlendirmelerdir. Mesela bu örnek kişi Ekonomi bilen birisi ise gittiği yerin, yörenin ekonomik meseleleri boyutunda değerlendirmeler yapmakta, ekoloji ile ilgilenen ekolojik boyutta değerlendirmeler yapabilmekte veya siyasetle, hukukla, din ile ilgili bilgileri olan kişiler de sadece kendi ilgi ve bilgi alanları ile değerlendirmeler yapabilmektedirler. Bu değerlendirmelerin hiç biri Türk Dünyası kavramının dışında olmasa da yine hiçbiri Türk Dünyası kavramını bütün olarak anlatmaya yetmez.

* Adriyatik’ten Çin seddine, kuzeyde Bering Boğazı’na dayanan bu coğrafyada Bağımsız devletlerimiz olmakla birlikte, başka ulus devletlerinin içinde özerk bölgeler, muhtar cumhuriyetler vb. olarak sınırları belli topraklarımız da vardır. Bunun dışında tanımlanmış resmi sınırları olmadığı halde Türkçe konuşan insanların toplu olarak yerleşik olduğu bölgeler de vardır. Bahsettiğimiz bağımsız devletlerimizin toplam alanı 4 Milyon 900 Bin kilometrekaredir, bunun 800 Bin kilometrekaresi Türkiye topraklarını oluşturmakta.

* 13. Yüzyıl sonları ile 14. Yüzyıl başlarında yaşamış ünlü İtalyan seyyah Marko Polo’nun sözleri ile aktaralım ; “Türkçe biliyorsanız, Adriyatik kıyılarından başlayıp Çin seddine kadar insanlarla konuşarak anlaşarak seyahat edebilirsiniz”. Bu durum 16. Yüzyıla kadar geçerliliğini sürdürdü. Tabi bu coğrafyadaki Türk dili farklı yöresel değişiklikler arzetmekte idi ama süreç içerisinde iki büyük lehçe öne çıkmıştır Türkçe için, bunlardan biri İç Asya merkezli Çağatay lehçesidir, diğeri de Anadolu merkezli Osmanlı lehçesidir.

* 16. Yüzyılın ortalarına kadar Türk Dünyası’nın ve Türk Medeniyeti’nin yükselişi sürdü. 1552’de Rusların Kazan’ı alması ile düşüş başladı ve 370 yıl kadar sürdü. 1920’lerde, 1. Dünya savaşı sonrasında sınırların yeniden belirlenmeye başladığı süreçte, 1922 Sakarya Meydan Muharebesi’nin kazanılması ile Türklüğün yeniden yükselişi başladı. 1923’te Anadolu coğrafyasında Türkiye Cumhuriyeti’nin ilan edilmesi ile Türk Dünyası için yeni bir umut doğdu. Tabi bu başlangıç için 19 Mayıs 1919’u esas almak lazım. Türkiye Cumhuriyeti Türk aydınlarının ölümcül bir diriliş savaşını başlatmaları ve canlarını toprağa dökmeleri ile mümkün olabilmiştir. Ağır bir bedel ödenmiştir ama Türklüğün yeniden yükselişi başlamıştır. Anadolu’da Türk direnişi zaferle sonuçlanmasa idi bütün Türk Dünyası’nın tarihe gömülmesi çok muhtemeldi.

* 1552’de Rusların Kazan’ı ilhak etmesi ile başlayan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar yaklaşık 370 yıl süren Fetret Devri süresinde, ağırlıklı olarak Rusya’nın sınırları içinde bulunan Türk coğrafyasındaki kendiliğinden gelişen lehçe farklılıkları ve folklor farklılıkları baskı ve zorlamalar ile, yasaklar ile, zorla yapılan alfabe değişiklikleri ile bilinçli olarak artırılmış ve yaratılmış bu lehçe ve folklor farklılıklarından ayrı milletler üretilmeye çalışılmıştır. Zaman içinde bu coğrafyada kültür sanat ve edebiyat olarak da farklı isimlendirmeler mümkün olabilmiştir. Kazak kültürü sanatı ve edebiyatı gibi, Kırgız veya Azerbaycan kültürü sanatı ve edebiyatı gibi tanımlar oluşmuştur. Bunlar topyekün Türk kültür sanat ve edebiyatının zenginlikleridir ve böylece muhafaza edilmelidir. Tabi aydınlarımız haklı olarak bir Türk Birliği ve onun ilk adımı olarak bir alfabe birliği arzu etmektedirler, etmekteyiz. Ama bunu yaparken kazanılmış bu zenginliklerimizi, oluşmuş olan bu literatürü de tahrip etmeden, muhafaza ederek yapabilmeliyiz. Buna dikkat etmeliyiz.

* Bu gün nasıl ki İngilizce konuşulan coğrafyanın farklı bazı yörelerindeki insanların yan yana geldiklerinde anlaşamadıkları gibi, mesela Londra’da yaşayan bir İngiliz ile ABD’nin siyahi nüfusunun yoğun olduğu Harlem muhitinde yaşayanlar da İngilizce konuştukları halde yan yana geldiklerinde konuşarak anlaşmaları zordur. Ama Avustralya’nın, ABD’nin, Kanada’nın, Britanya’nın edebiyat dili aynı İngilizcedir, müşterektir. Bunun gibi Arap yarımadasında yaşayanlar ile mesela Cezayir’de, Tunus’ta yaşayanlar konuşurken anlaşamazlar, keza Mısır’da yaşayanlar da Sudan’da yaşayanlar ile.. Ama edebiyat dilleri tek ve müşterek Arapçadır, alfabe aynıdır. Dolayısıyla Türkler olarak bizim de “ortak alfabe” ile aynı edebiyat diline sahip olma arayışımız en tabii hakkımızdır.

* 16. Yüzyıl’a kadar hem coğrafi olarak büyürken hem de medeniyet seviyesi olarak da zirveye ulaşmış olan Türk Medeniyeti’nin ayırdedici bazı vasıflarından söz edecek olursak;
Mesela, Sosyal dayanışma(solidarite)’yı sağlayan içtimai ve iktisadi (sosyal ve ekonomik) hayat ve bunun temelindeki seciye(karakter) ve ahlak. Keza, başka inanç ve kültürlere saygı göstermek Türk medeniyetinin bir başka ayırdedici özelliğidir. Yine benim önemsediğim, din ve bilimin barışık olması, akıl ve gönül birlikteliği de bir başka ayırdedici özelliktir Türk Medeniyeti’nde.. Başkaca ayırdedici özelliklerden söz etmek de mümkündür ama bunlar bence en önemli ve en belirgin olanlarıdır.

* Sosyal Dayanışma’yı Türk Dünyası’nda çok gelişmiş, kurumlaşmış ve çok yaygınlaşmış “vakıf” müesseselerinde çok açık görebilmek mümkün olduğu gibi Hoca Ahmet Yesevi’nin hikmetli sözlerinde, Yunus’un şiirlerinde, Hacı Bektaş Veli’nin mısralarında da çok yer tuttuğu buna kanıttır.

* Başka inanç ve kültürlere olan saygımız da, fütuhat ile genişletiğimiz topraklarda bu gün devletleri var olan milletlerin ve dinlerin biz fethettikten sonra dinlerinin ve kültürlerinin yokedilmeden bu güne taşınmış olması kanıt olduğu gibi, tarih belgeleri de bizim şahidimizdir. Oysa bu gün bize olmayan Ermeni soykırımını kabullenmemizi dayatan ABD’ye ve İngilizlere, ABD kıtasını ele geçirdiklerinde orada yaşamakta olan yerli halkın bu gün nerede olduklarını sormamız lazım. Yine bunun gibi, Kazan’ı ele geçirdikleri güne kadar olan geçmiş 250 yıllık tarihlerini “Tatar Boyunduruğu Dönemi” olarak isimlendiren Rusların, o günden sonraki 370 yıl boyunca Türk coğrafyasında yaptıkları zulüm ve eziyetler sebebiyle, asimilasyon çabaları sebebiyle, bizim de bu sürece “Rus Giyotini Dönemi” dememiz haktır.

Editör: TE Bilisim