Mevlana der ki; “İlahi sır gereğince her şey çift yaratılmıştır. Yeryüzü dişidir, gökyüzü erkektir. Yeryüzünün dudakları kuruduğunda,  gökyüzü ona su ve nem gönderir. Yeryüzü ile gökyüzünün aşkından hayat denen çocuk doğar. İşte sen, o aşkın çocuğusun, o yüzden kimseyle kavga etmemelisin.”
Mevlana’nın bu misalindeki “yeryüzü”  kelimesi, Arapçada  “arz” diye geçer.
 Arz, gramer bakımından dişil bir sözcüktür. Arapçada kelimeler ya eril ya da dişildir. Gökyüzü kelimesi yani sema eril bir sözcüktür. Mevlana buradan hareketle  “bunlar ilahi sır gereğince bu şekilde yaratılmıştır” der.  Mevlana’nın evvel emirde hayatı dayandırdığı şey AŞK’tır. Neden AŞK?  Çünkü aşkın kelime manası SARMAŞIKtır. Sarmaşığın kendi ayağı yoktur, bu nedenle başka bir bedene  sarılarak ayakta  durur ve  ondan  beslenir.  Sarıldığı şey, kendisinden daha güçsüzse, onu kurutur ve kendisi de ölür.
Şems ve Mevlana, dostluğun sembolüdür. Dostluk, “Du” kelimesinden türetilmiştir. Farsçada du  “iki” demektir. Dust ise, ikinin birliği anlamındır. Dilimize “dost”  diye geçmiştir.
Mevlana bir rübaisinde şöyle der:
Ben hem senim sen hem bensin 
Ne ben benim ne sen sensin  
Şaşırdığım şu ki
Ey hayal ülkesinin güzeli 
Ben mi senim sen mi bensin 
Dost insanın ikinci kendisidir denmiştir. Evliya dostlar demektir,  Veli dost demektir.
Veliler ikiye ayrılır.
Allah’ın evliyaları ve Şeytanın evliyaları.
Dolayısıyla Dost Mevlana’nın   deyişi  ile;  kendini,  zevkini terk et ki dostunun zevki  öne çıksın .Bu nedenle,  Mevlana ölüme zifaf  gecesi der.  Edebiyetle evlendiği gece.  Buna düğün gecesi Şeb-i Arus’ da denmektedir. Arus aynı zamanda gelin demektir. Sarmaşığın uzayarak ebediyete sarılarak yok edilmez bakileşmesi anlamındadır. Bitimsiz ve ölümsüz.Dön emrine uyarak Rabbine geri döner. Mevlana bunu şöyle dile getirir:
“Ufuklarda ve dünyada bundan daha iyi bir şey bulunabilir mi ki? Dost dostuna gider. Sevgili sevgilisine” . Onda ölüm sevgiliye kavuşma anıdır. Çünkü Hz. Ali şöyle demiştir: ‘İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar.’

Mevlana’nın ve diğer tasavvuf ekollerinin ortaya çıkış nedeni Hz. Ali’nin dostluk anlayışında yatar. Bu nedenle, Hz. Ali’ye Şah-ı-Velayat denir. Dostluğun şahı anlamında. Öldürüleceğine karar verildiği gecede Hz. Muhammet’in yerine, onun yatağına yatar. Dostunun yerine ölmeyi göze alır ve  “dostluğun  şahı” ünvanını alır. Şems bu dostluğun bir karşılığıdır. 

Mevlana ve Şems’in dostluğu nasıl başlar?
Şems kimseyi beğenmeyen bir adamdır. Hiç kimseyle anlaşamayan. Aykırıdır. 
Şems hiç alışık olunan evliya tiplemesine benzemez.  Konya’da  bulunan  türbesi  öyle  uzak  ve sessiz ki.. Sadece birkaç metre ilerisinde bulunan Mevla’nın türbesi adım atılamayacak şekilde insan kaynarken, Şems suskun yalnız ve düşündürücü ve tenha…
Şems –i Tebrizi ,  Tebriz’den Konya’ya  gelir.  Konya sokaklarında gezerken birileri “Mevlana Celaleddin geliyor”  diye  bağırmaya  başlar. Şems, gider atının  üzengisini tutar  ve “Mevlana  Cellaleddin  sen misin?” diye sorar. “Evet” der Mevlana .  “Bahaeddin  Veled Hazretleri’nin  oğlu  sen misin?  Hani  Muhammed  Cellattin sen misin? Cellattin  Rumi  dedikleri  sen misin ?”  diye sorar Şems. “Evet,  o saydığın tüm isimler  benim adımdır.” der Mevlana. 
Şems- i Tebrizi bir soru  sorar Cellattin  Rumi’ye: “Hz. Muhammed mi  büyük, Bayezid-i Bistami mi ? “
Mevlana sorunun heybetinden kendinden geçer, bayılır. Kendine geldiğinde “bu nasıl  bir sorudur  böyle  Şems?  Tabi ki, Allah’ın elçisi Hz. Muhammed bütün yaratıkların en büyüdür.” der. 
Şems ise  “Peki o halde neden Hz. Muhammed bu kadar büyüklüğü  ile  ‘Ya Rabbi  seni  tenzih ederim,  biz seni  layık olduğun gibi bilemedik’ buyururken; Bayezid-i Bistami  ‘ben kendimi  tenzih  ederim! Benim şanım çok yücedir. Bütün evliyaların şahıyım, benden daha  şerefli bir şeyi  gözünüz  görmemiştir. Ben kendi zatımı,  kişiliğimi ulularım.  Şu abamın altında Hak’tan başka bir şey  yoktur.’ der” diye sorar. 
Melana Cellattin Rumi’nin cevabı şöyle olur: “Bayezid vardığı makamda şımardı, başı döndü. Hz. Muhammed ise,  yetmiş bin makam geçip, her  geçtiği  yetmiş bin makamda  tövbe  etmiştir.  Sabit kalmadı, o nedenle Muhammed böyle  şeyler  söylemedi.  Bayezid söyledi”  der.  Bu  cevap  Şems’i  o denli  tatmin eder ki,  Şem  Mevlana’nın  has  dostu,  yanında  kalan  insan  olur. Şems,  Mevlana’dan,  Mevlana da Şems’ten hiç ayrılmamaya başlar. Bu durum herkesin hasedini çeker. Müritler ise,  “Şeyh’imizi elimizden aldı, Mevlana’mızı bizden aldı”  diye dedikodular çıkarırlar. Mevlana Efendimiz anlamına gelir. Asıl adı Muhammed Celaleddin’dir. Mevlana ve Rumi de kendisine sonradan verilen isimlerdendir. 
Bu dedikodular üzerine, Şems kaçar gider.  Şems gidince Mevlana susar. Kendi içine çekilir ve kimse ile konuşmamaya başlar.  Mevlana’nın oğlu Sultan Veled Hazretleri,  Şems’i Şam’da bulur ve yalvar yakar olarak alıp gelir.  Rivayete göre Şam’dan Konya’ya gelene kadar onun atının önüne bile geçmez. Şems ve Mevlana tekrar kavuştuktan sonra halvete dalarlar.  Mevlana,  Şems kelimesinin güneş anlamına gelmesinden dolayı, Şems’i “kendisini aydınlatan güneş” olarak tasvir eder. 

Mevlana bir şiirinde şöyle der;
Ben ne geceyim, ne geceye tapanlardanım
Ben Şems’in kölesiyim, Şems’ten haber veririm. 
Şems Mevlana’yı, medrese ilimlerini bitirdikten sonra irfanın içerisine çekerek, tasavvufunun içeriğine güzelliğine ve temizliğine çekerek, yani yer altı çağlayanlarından geçirerek olgunlaştırdı.

Sezai Karakoç der ki; 
 “Şems bir soruydu,
Bir cevaptı Mevlana…
Benziyorlardı bir arada, 
Kişinin kendisiyle yaptığı bir konuşmaya…”
Mevlana dostluğu  -buna hillet derler- güneşle bütünleştirerek  Tebriz’li  Şems’i  öne almış, kendini  onun altında  gizlemiştir.  Divan-ı Kebir asıl, onun divanına Divan-ı  Şems-i  Tebrizi denmiştir.  Divan-I Şems-i Tebrizi kitabında bulunan şiirleri  Şems’in yazdığını zannederler.  Hz. Şem’sin şiiri yoktur, onun sadece Makalat adlı bir kitabı vardır. 
Şems Mevlana da kendini gördü.  Mevlana da Şems’de kendini gördü. İkisi de birbirlerine ayna oldular. Birbirlerinin hakikatini gördüler.  Ne Şems Hak’tır, ne de Mevlana. Her ikisi de birer kuldur. 
Mevlana’nın eserlerinin özeti Mesnevi’nin ilk 18 beyitinde yer alır.  Ona kendi deyimi ile “Lübbü Mesnevi” denir.  İlk 18 beyit Mesnevi’nin özüdür. Mevlana burada ney sembolizmasıyla, insan-ı kamilin macerasını anlatır. Bilindiği üzere, ney sazlıkta yetişen kamıştan üretilir. Neyi gelip bataklıktan koparırlar yani vatanından ayırırlar. Akrabalarından, eşinden dostundan ayrı düşer. Sonra olgunlaşması için dama atılır. Üzerinden sıcak geçer, soğuk geçer, rüzgar geçer.  Bu da yetmez gibi olgunlaştığına inanıldığında başından başlayarak içini kızgın bir demirle dağlarlar. Böylece ney içindeki çamurdan pamuktan elyaftan zardan kurtulur. İçi kapkara olur, buna sevda derler. Bu da yetmezmiş gibi göğsüne yedi delik açılır. Ve neyzenin nefesi içine girdiğinde kendi sesini yitirir, neyzenin sesi olur. Mevlana burayı “ayrılıklardan parça  parça  olmuş bir göğüs  isterim ki  ona aşk  derdinin  ne olduğunu  anlatabileyim”  diye söyler.  
 İnsan tıpkı ney gibidir… Ana rahminden kovulur.  Tıpkı bataklıktan çıkarılan kamış gibi  doğar  doğmaz havanın  saldırısına  uğrar  ve  ağlamaya  başlar  ve  sonra yıkarlar  suyun  saldırısına uğrar. Sonra göbeğini  ateşle  yakarlar.  sonra toprak  üstüne  koyarlar… İnsan oğlu ( su, toprak, ateş ve hava ) saldırısına uğrar.  Çocukluktan gençliğe  geçerken  ömrünün  bir yerinde  içine    aşk  düşer. Tıpkı  kızgın  demirin  neyin  içini  dağlaması  gibi  aşığın gönlünü  yakar, içi  kapkara  olur  işte  buna da  sevda  denir. Bu da yetmezmiş gibi,  Allah’ın  yedi  ismine  uygun  olarak  Esma-i Seb’a  ( Allahın  yedi güzel ismi )  yedi manevi   delik  açılır. İçine aşk düşünce neyin pamuktan elyaftan çamurdan zardan kurtulması gibi kalbindeki gereksiz  olan  her türlü  alakadan kesilir  ve  sevdiğinin elinde  neyzenin  elindeki neye  dönüşür… Kendi sözü  biter,  sevdiğinin  sözünü söyler.   İşte  Mevlana  bu  yüzden  kendi  şiirlerine Divan-ı Şems-i Tebrizi  adını koyar. 
Mevlana  Şems’ten  ayrılmasaydı  Mesnevi’yi  yazamazdı. Çünkü Şam çarşılarında Mevlana’dan  Şems alındı. Şems olmasaydı Mesnevi olmazdı. Mesnevi bir terbiye eseridir.  Kuran-ı Kerim “Oku” emri ile Hz. Muhammed’e inmiştir. Mesnevi  ise, “dinle” diye  başlar. Kuran’ın  ilk  harfi “Elif”tir,   Mesnevi’nin ilk harfi  “B” harfi ile  başlar. 
“Aklın ile oku ve anlamaya çalış ama kalbin ile dinle  ve gör “ diyor. Gördüğünü, ardındakini okumak için kalbinle dinle diyor. Dinle ki, maddeden manaya geç.  Akıldan kalbe  geç.
Hz Pir’in sözleriyle bitirirken  şöyle  demeliyiz: “Her gün yeni  bir  yerden  göçmek  ne güzel; her gün  yeni bir yere  konmak  ne  iyi; söylediğimiz her şey  dünde  kaldı  cancağızm  artık  yeni  şeyler  söylemek  lazım”
Teceliyle…