Çocukluğumuzda Hanefi çoğunluğa öğretilen ilk dini bilgilerden biri “Rabbim Allah, dinim İslam, kitabım Kur’an, peygamberim Hazreti Muhammed” olurdu. Fakat bundan sonraki kısım çocuk aklımıza biraz karışık gelirdi.

“Mezhebim ehl-i sünnet vel cemaat” ve “itikatta Mâturîdî, amelde Hanefî” diye ezberletilirdik. Fakat bu kısmı ne biz anlardık, ne de büyüklerimiz anlatırdı.

Yıllar sonra “ehl-i sünnet vel cemaat”ten olmanın “Hazreti Muhammed, ashabı ve cemaatinin itikadı nasılsa ben de öyleyim”manasına geldiğini öğrendik.

Mâturîdî ve Ebu Hanife’nin mezhep imamlarımız olduğunu bize öğretenlerin bile, şu sorulara cevap verebilecek bilgi ve donanımda olmadığını fark ettik:

İtikatta ve amelde mezhep ne demektir? İmam Mâturîdî’nin ve İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin İslam’ın kaynaklarından çıkardığı mesele ve hükümlerin diğer mezheplerden temel farkları nelerdir?

Ehl-i sünnet'in itikat alanındaki iki kolundan Mâturîdîler neden fıkıh/amel alanında Hanefîmezhebine mensup iken, Eş’arîler çoğunlukla Şafiî, Malikî veya Hanbelî mezheplerinden birine mensup oluyor?

Sadece camiye devam alışkanlığı olmayan Müslümanların değil, Cami cemaatinin de bu sorulara cevap verebilecek bilgiye sahip olduklarını söyleyemeyiz. Camilerde vaiz ve imamlar bu konulara pek girmezler.

Bu bilgilere sahip olmayan kitlelerin yüzyıllardan beri tevarüs ettiği “taklidi iman” anlayışıyla mezhebinin itikat ve fıkhî/amelî davranışlarını uyguladığını gözlemliyoruz.

Fakat “tahkiki iman” seviyesine geçmiş olması ve Müslüman kitlelere bu bilgileri öğreterek “İslam’ı bilerek yaşamasına” yardımcı olması gereken vaiz ve imamlarımızın da bu sorulara cevap verememesi makul sayılamaz. Bu durum en azından profesyonel açıdan mesleki bir eksikliktir.

Son yazılarımda Diyanet’in kendi hazırladığı 2017-2021 Stratejik Planı’nda, “İlahiyat ve imam hatip lisesi mezunlarının nitelik sorununun bulunduğu tespitini aktarmıştım.

Şimdi bu tespiti doğrulayan bir araştırmadan bahsedeceğim.

 

Allah, “Aklını kullan” diyor biz hangi İslam'ın davasındayız? Allah, “Aklını kullan” diyor biz hangi İslam'ın davasındayız?

Ebu Hanife ve MâturîdîYİ BİLMEYEN SÜNNİ DİN ADAMLARI

“Din Görevlilerinin Ebu Hanife ve İmam Mâturîdî Hakkındaki Bilgi Düzeylerini Ölçmek”maksadıyla yapılmış bir ilmi araştırmanın genişçe bir özetini okudum.

Doç. Dr. İkbal Vurucu’nun Denizli ölçeğinde yaptığı bu araştırmaya göre, din görevlilerinin kendi mezhepleri konusunda bilgileri son derece yetersiz. Bana göre araştırma Türkiye ölçeğinde genişletilse de sonuç hemen hemen aynı çıkacaktır.

Araştırmaya katılan din görevlilerinin,

  • Mezhepler konusunda çok genel ve yüzeysel bilgilerinin olduğu;
  • İmam-ı Azam Ebu Hanife hakkında bilgilerinin yok denecek düzeyde olduğu; Ebu Hanife’nin düşüncelerini içeren herhangi bir eser okumadıkları, Ebu Hanife’nin temel eseri olan Fıkhu Ekber’i bilmedikleri;
  • Mezhepler tarihini ve bu tarih içinde Hanefîliğin konumunu bilmedikleri tespit edilmiş.

Benzer şekilde, araştırmaya katılan din görevlilerinin,

  • “İmâm Mâturîdî’nin mezhep tarihimizdeki yeri nedir?” sorusuna herhangi bir cevap veremedikleri;
  • İmâm Mâturîdî’nin “Kitabu’t-Tevhid” eserinin adını bile duymamış oldukları;
  • Ayrıca Mâturîdî’nin herhangi bir kitabını veya Mâturîdîliği anlatan bir eseri okumadıklarıanlaşılmış.
  • Dahası katılımcı din görevlilerinin, Kur’ân ve ilmihal dışında, herhangi bir kitap okumadıkları tespit edilmiş.

 

MEZHEPLERi BİLMEK NEDEN ÖNEMLİ?

Türkiye’de yaşanan Müslümanlık ile Suriye, Arabistan, İran, Libya gibi diğer İslam ülkelerinde anlaşılan ve yaşanan Müslümanlık çok farklı. Mezhepler bu anlayış farkının bazen sebebi, bazen sonucu.

Çevremizdeki siyasi çatışmaların mezheplerle alakası çok fazla. Kendi mezhebimiz yanında birlikte yaşadığımız vatandaşlarımızın bir kısmının benimsediği Şiilik, Caferilik, Şafilik, Alevilik gibi dini anlayışları ve hatta çevremizde çok etkili olan Eş’arilik, Selefilik, Vahhabilik gibi dini akımları bilmek, onlarla ortak noktalarımızı çoğaltmak zorundayız.

Prof. Dr. Hasan Onat’a göre, Müslümanların “yumuşak karnı”, en zayıf noktası mezheplerdir.Bunun sebebi, çatışma/çatıştırma için kullanılabilecek malzeme bulmanın bu alanda çok kolay olmasıdır.”

“Mezheplere taraf da, karşı da olsanız, mezhep diye bir şey vardır, Müslümanların din anlayışlarını belirlemektedir…  Çoğu zaman din, mezhebe indirgenmekte, mezhep din zannedilmektedir. Önemli olan, mezhep, meşrep, tarikat, cemaat türü oluşumların dinin anlaşılma biçimleri olduğunu, İslam'la özdeşleştirilemeyeceğini bilmektir. İnsanların çoğu mezheplerini ve diğer aidiyetlerini seçmezler; hazır bulurlar. İslam ortak paydası bilinci mevcut olursa, farklılıklar zenginlik olabilir.”

Din görevlilerimizin bile (kendi mezhepleri dâhil) mezhepler konusunda bilgisi bu kadar yetersizse bu devasa problemi nasıl çözeceğiz?

 

DİNCİ TERÖR VE ŞİDDETE KARŞI Hanefî-Mâturîdî DİN ANLAYIŞI

Doç. Dr. İkbal Vurucu mezhepler konusunun güncel bir boyutuna dikkat çekiyor:

“Türkler, büyük ölçüde Hanefî-Mâturîdî din anlayışını benimsemişlerdir. Ülkemizin büyük çoğunluğu da bu büyük imamın mezhebine göre ibadet eder.

Hanefî-Mâturîdî din anlayışının, akılcı ve çoğulcu din anlayışı, bireysel sorumluluk, bireysel dindarlık, akla dayalı din ve dünya görüşü; Müslümanların eşitliği; tevil; sorgulama ve eleştirmefarklı görüşlere ve anlayışlara tahammül gibi temel özellikleri bulunmaktadır.

Bu sebeple ülkemizde de egemen zihniyet konumuna gelen, terör ve şiddet kaynağı olma hüviyetine sahip Selefilik gibi din(c)i akımlara karşı, Türk entelektüelinin Hanefî-Mâturîdî din anlayışını tekrar gündeme getirip işlemesi Türk kimliğinin ve düşüncesinin güçlü bir geleneğe dayanarak yeniden ortaya çıkması için zorunludur.”

Konu önemli ve acildir. Diyanet İşleri Başkanlığının 40 yıl GÖRMEZden geldiği Cemaatin itikadî / fıkhî yanlışlarını, cemaat FETÖ’ye dönüşüp darbe teşebbüsü yaptıktan bir sene sonra açıklaması gibi geç kalmamalıyız.

Editör: TE Bilisim