İntikam veya affetmek İntikam veya affetmek
 Ethem Efendi Caddesi İsmini Kimden Alır?
Ethem Efendi Caddesini hepimiz biliriz. Şemsettin Günaltay Caddesi ile Bağdat Caddesi arasında uzanır. Erenköy Semtinin ana caddesidir. Kadıköy ilçesinin en prestijli caddelerinden biridir.
Peki bu güzel cadde ismini kimden alır? Bu konuyu araştırırken öyle bir kişi ile karşılaştım ki inanın hayretler içinde kaldım. Hezarfen Şeyh İbrahim Ethem Efendi, 1829-1904 yılları arasında yaşamış, marangozluktan mühürcülüğe, matbaacılıktan mimarlığa pek çok alanda başarı kaydetmiş, mucit bir kişi.
Hezarfen, farsça kökenli bir sözcük, bin fenli  yani bir çok ilimden anlayan anlamına geliyor. Fotoğraflarda görülen cihaz ise Ethem Efendi’nin imal ettiği buhar makinasının plakası ve pervanesi
Ethem Efendi hakkında bulduğum en iyi yazı Ahmet Belada'nın yazısı. Ahmet Bey'in blog sayfasından olduğu gibi aktarıyoruz.

"Babasından öğrendiği ebru sanatını en iyi uygulayandı. Sanatını görüp takdir eden Padişah Abdülaziz, kendisini görmek ister. Saraya gelen Edhem Efendi’nin yanında ufak tefek kalınca; “bunları bu adam mı yapıyor?” sözleriyle hayretini gizleyememiştir.

Fen ve sanat ustası olan Hezarfen Edhem Efendi, “Bir gün, Süleymaniye’deki Şeyhülislam Kapısına kestirmeden yürüyerek çıkarken, Tahtakale civarında dökümle uğraşan bir Ermeni ustanın, elindeki semaverin üst kısmını bir türlü yerine uydurup kaynatamadığını görür ve durup bakar. Dükkandaki çırak, ustasına; birinin kendilerine baktığını işaret edince, zaten sinirlenmiş olan usta, Ermenice: “Bırak şu eşeği!” der. Bu lisanı bildiği için söyleneni anlayan Edhem Efendi daha da yaklaşıp Türkçe olarak: “yapamadığınız nedir?” diye sorar ve cübbesini çıkartıp o işi hemen halleder. Sevinen usta öpmek için eline sarılınca Edhem Efendi onun eline bir tokat vurarak kendi elini çeker ve Ermenice “bırak şu eşeği!” cevabını verir. Utancından ne yapacağını şaşıran usta, Efendi’nin ayaklarına kapanmak ister, fakat O mani olur.

19. ve 20. Yüzyılın meşhur ebrucuları arasında istisna bir yeri olan Edhem Efendi, Özbekler Dergahı Şeyhi olarak bilinir. Özbekler Dergahından biraz bahsetmek icap ederse şöyle; isminden de anlaşılacağı gibi Özbek Türkleri tarafından kurulmuştur. Dergah Hacca giden Türkistanlıların uğrak yeridir.

Bir defasında Hacca giderken Üsküdar’da konaklayan Türkistanlıları görünce Padişah sorar: “bunlar kim?”. Haklarında gerekli bilgiyi öğrenince yanlarına varır, hoş-beşten sonra Sultantepe’nin eteğini göstererek; “burayı size veriyorum” der. Onlar da orayı dergah olarak tanzim ederler.

Özbekler Tekkesi Milli mücadele tarihimizde de önemli bir yeri vardır. Milli mücadeleye katılmak isteyenlerden asker veya sivil mühim şahsiyetlerin birçoğu, İstanbul’daki son gecelerini burada geçirirler ve ertesi sabaha karşı Samandıra üzerinden yola çıkarlardı. İşgal kuvvetlerince anlaşılmadığından bu işi hep yaptılar.

Sıra dışı dergahlık vazifesi gören Özbekler Tekkesi ve yine sıradığı Şeyhlik ortaya koyan Hezarfen Edhem Efendi’nin yeterince tanınmamasını eksiklik olarak görüp İlkadım Dergisi okuyucularına, dolayısıyla Türkiye kamuoyuna tanıtmayı görev bildim.

Şeyh olarak yürüttüğü vazifenin dışında, Fen ve sanat tarihimizde Edhem Efendi’nin ciddi yeri olmasına rağmen gereken ilginin gösterilmeyişini eksiklik sayıyorum.

HAYATI

Şeyh Sadık Efendi’nin oğlu Edhem Efendi, 1829’da İstanbul Özbekler Tekkesinde (Üsküdar) dünyaya gelmiştir. İlk tahsilini mahalle mektebinde yaparken, aynı zamanda babası ve amcasının yanı sıra; Buhara’dan dergah’a gelen seçkin alimlerden de  muhtelif dersler almıştır. Türk, Arap, Fars ve Çağatay dillerine şiir yazacak kadar vakıftı. İlerlemiş yaşına rağmen merak sardığı hat sanatını Çarşambalı Arif Bey’den icazet almak suretiyle halletmiştir.

Onun fen ilimlerine bilhassa hendese ve kozmoğrafyaya olan fazla merakından dolayı meşhur matematikçimiz Salih Zeki Bey ve Galip Paşa, Hocaefendi’yi sık sık ziyaretine gelirlermiş.

Edhem Efendi, Şeyhlik makamını oğlu sadık efendiye bırakarak, büyük bir erdemlilik örneği gösterdi. Kendisi de ibadet haricindeki vaktini, ilim ve sanata hasretmiştir.

Doğramacılık, marangozluk, oymacılık, hakkaklik, mühürcülük, makinecilik, matbaacılık, tornacılık, demircilik, tesviyecilik, mimarlık gibi fen ve sanatlarda, kabiliyet ve hususi çalışmalarıyla ihtisas sahibi olmuştur. Kitap okumak ve dergahın altındaki iş odasında eserler vücuda getirmek suretiyle vaktini değerlendirirdi. Ebruculuk ise onun en ziyade meziyetlerindendi. Hatta dergahın birçok ihtiyacını yaptığı sanat eserlerini satarak temin ederdi. Asalak vari anlayışı hiç kabul etmezdi. Zaten Hezarfen ismini de bu çok fazla meşguliyet kesbettiği işlerden dolayı almıştır.

1869 yılında Mithat Paşa tarafından Sultanahmet Sanat Enstitüsü Müdürlüğüne getirilmiştir. Memleketimizde ilk kurşun boruyu da orada kendisi dökmüştür. Daha sonra “Tamira-ı Aliye Müdürlüğü” ile Hicaz’a gönderilmiş. Kabe’nin ve Harem-i Şerif’in tamirinde vazife almıştır. Son derece  mütevazi, hoş sohbet olan Edhem Efendi zamanında, Özbekler Dergahı, ilim ve sanat akademisi olup devrin alim ve sanatkarları ondan feyz almak için ziyaret ederlerdi.

Dergahın suyunu kuyudan kendi kendine çeken bir alet yapan Edhem Efendi 1867 yılında Paris sergisine katılmış ve madalya almıştır. Kendisine bir de “ ocak körüğü” hediye edilmiştir. Almanya’da göndererek takdirname aldığı bir “sünnet makinesi” de zikredilmeye değer.

Merak sardığı okçuluğu en iyi şekilde öğrenerek 93 harbine gidenlere öğreticilik vazifesi yapmıştır.

Dergahta yaptığı bir sandala, gene kendisinin yaptığı “pervaneli buhar makinesi’ni” monte etmek suretiyle boğazda, pervane kuvvetiyle yüzdürmüştür. Pervane ve buhar makinesi plakası hala durmakta. Bu çalışmalar tershanede değil dergahta yapılmıştır. Avrupa’da pervaneli buhar makinesinin 1829’da yapıldığını düşünürsek olayın önemi biraz daha artıyor.

Öğrenmede sınır tanımayan Edhem Efendi kendi deyimiyle saatçilik hariç her şeyle ilgilenmiş. Nitekim Hac mevsiminde dergaha gelen bir Hintliden dokuma öğrenmiş, daha sonra nadide Hint kumaşları dokumuş, saraya da hediye etmiştir.

Eserlerinden elde kalan pek az bir kısmı, bugün torun çocuklarının oturduğu ve vakıflar idaresinin malı olan Üsküdar Özbekler Tekkesinde muhafaza olunmaktadır. Eserlerinin bulunduğu dolabın üstünde kendinin yazdığı şu beyit bulunmakta: “Nakışlar dolapta saklıdır, yapan da toprakta gömülüdür”.

Meşhur Washington sefiri (büyükelçi) merhum Münir Ertegün’ün dedesi olan Edhem Efendi’yi realist resim akımının bizdeki öncülerinden olan Zekayi Paşa, sohbetlerine devam eder. Bir gün dikkatle kendine baktığını görünce “niçin dikkatli bakıyorsun” der. Zekayi Paşa; “Efendim resmini yapacağım da ondan, özenle bakıp evde çizeceğim” diyor, “O halde burada çiz” der. Oracıkta tek resmi olan fotoğrafı çizer.

8 Ocak 1904 Cuma gecesi, yatsı namazı arasında üç ihlas, bir fatiha okunurken “amenna ve saddakna” (inandık ve tasdik ettik) dedikten sonra secdeye kapanan ve bir daha kalkamayan Ethem Efendi ertesi gün Dergah’ın haziresine defnedilmiştir."

(Alıntı)





Editör: TE Bilisim