Halk düşmanı olan PKK’nın kent milisleri otuzun üzerinde insanın ölümüne neden olan eylemleri organize etmiştir. Aynı zamanda Marksist ideolojilerinin etkisiyle de mülk düşmanı da olan örgüt unsurları, vatandaşların mağazalarını, araçları, ambulansları, okulları ateşe vermişlerdir. Masum insanların iş yerleri tahrip edilmiş, araçlar, otobüsler yakılmış, evler ateşe verilmiştir.
Terörist ve bölücülerin pervasızca sokakları ateşe vermede bu denli etkin olmalarının nedeni AKP iktidarının iradesizliği, öngörüsüzlüğü ve acizliğidir. AKP iktidarı adeta “çözüm süreci”  kompleksine yakalanmış ve Öcalan’ın himmetine sığınmıştır.
Erdoğan ve Davutoğlu çözüm sürecinin altına başlarını ve bedenlerini koyduklarını ilan ederken, çözüm sürecinin asıl aktörü olan Öcalan, adeta sürecin bittiğini ilan etmiştir. Yalnız Öcalan değil, Kandil’deki fiili teröristler ile HDP de çözüm sürecinin altındaki başları ezmek için son olayları meydana getirmişlerdir.
Kobani’de durum trajik bir boyut kazanmadan önce kıdemli bölücüler, isyan ve ayaklanma için halkı sokağa çağırmıştı. Kobani olayları meydana gelmeden önce kesilen yollar, yakılan okullar, indirilen bayraklar, dikilen terörist heykellerinin amacı buydu. Son yaşanan olayların bir başka amacı da Duran Kalkan’ın “Lice olayları iyi oldu. Böylece Başbakan, Öcalan’a yalvarmak zorunda kaldı” ifadesinde saklıdır. Benzer bir ifadeyi de “B ve C planlarımız var” diyen Erdoğan’a karşı Selahattin Demirtaş’ın “Erdoğan’ın B Planı ve C Planı Öcalan’a yalvarmak” demişti.
Öcalan, çözüm sürecindeki konumunu ve aktörlüğünü güçlendirmek üzere önce kriz oluşturtuyor, sonra da krizi çözen kişi olarak taleplerini güçlü biçimde dayatma imkanı buluyor.
Kandil’in, Öcalan’ın ve HDP’nin açık açık serhildan, direniş ve mücadele çağrılarına rağmen AKP iktidarının bunu görüp, gerekli önlemleri zamanında al(a)maması ilginçtir. İktidar göz göre göre kentleri ve insanları telef ettirmiştir.
31 yurttaşın ölümüyle sonuçlanan kent terörizmi Öcalan’ın mesajı üzerine Kandil’in talimatıyla yapılmıştır.
İsyan, ayaklanma, direniş ya da sokak eylemlerinin başlayacağını Öcalan, Kandil ve HDP’liler haftalar öncesinden şu sözlerle ortaya koymuşlardır...
İki hafta önce Abdullah Öcalan avukatları aracılığıyla bir açıklamada bulundu. “Halkımızın yüksek yoğunluklu savaşa karşı yaşamını şekillendirmesi gerekiyor. Sadece Rojava halkı değil, kuzey ve tüm parçalardaki Kürt halkının buna göre yaşamını şekillendirmesi gerekiyor. Bütün Kürt halkını topyekun bu yüksek yoğunluklu savaşa karşı direnişe geçmeye çağırıyorum.”
Öcalan, açıkça, Türkiye de dahil Kürtlerin her yerde yüksek yoğunluklu bir savaşa hazır olmasını istemiştir. Öcalan’ın yüksek yoğunluklu savaş çağrısı bu anlamda Kurban Bayramı’nın 4. günü gerçekleşmiştir. Türkiye Öcalan’ın çağrısına uygun olarak yüksek yoğunluklu bir savaş provası yaşamıştır. Olgu budur.
AKP çaresizlik içinde Öcalan’ın başlattığı eylemleri durdurmak için yine Öcalan’a başvurmuştur.
Diğer yandan PKK’nın yöneticilerinden Mustafa Karasu, “Çatışmasızlık ortamını sürdürmesinin bir anlamı kalmamıştır” diyerek “Suruç’ta kıyametin koparılması gerekiyor” açıklamasını yapmıştır. Karasu ayrıca “Yalçın Akdoğan blöf yapıyorlar, taktik yapıyorlar diyor. Biz ona ne yapacağımızı göstereceğiz” demişti.
Sabri Ok,  “Bizim açımızdan çatışmasızlığı sürdürmenin anlamı kalmamıştır” derken Murat Karayılan da “Ortada çözüm süreci falan kalmamıştır... Süreç bizim için bitmiştir” açıklamasında bulunmuştu.
HDP ise 7 Ekim’de yaptığı yazılı açıklamada “acil eylem çağrısı”nda bulunuyor ve “Kobani’de yaşanan katliam girişimine karşı bütün halkımızı sokağa çağırıyoruz” diyor.  Sonuçta bu çağrıya cevap verenler 31 kişinin ölümüne sebep olmuştur. Sokakları savaş alanına çeviren, insanları katleden, milletin mallarını talan ve heba eden isyan kalkışması Öcalan’ın talimatı, PKK ve HDP’nin eş güdümü sonucu gerçekleşmiştir. Yasalar karşısında her üç odağa da yaptıklarının hesabı sorulmalıdır.