Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, herkese durumu yeniden değerlendirmek için çok güzel bir bakış açısı sundu.

Soru şu: “50 yıl sonra nasıl hatırlanacağız?” 
Davutoğlu, “Ben hep, ‘10 yıl, 20 yıl 50 yıl sonra nasıl hatırlanacağız’ diye düşünüyorum. 50 yıl sonra geriye dönüp bakıldığında ne Gezi manipülasyonları ne de 17 Aralık’taki dolaylı darbe operasyonları akla gelecek. 50 yıl sonra iki şey akla gelecek. Birincisi, çözüm süreci. Kardeşliğimizin tekrar dirildiği, bu topraklarda fitne tohumları ekmek isteyenlere karşı Türkü, Kürdü, Arabı, Boşnağı ile her kesimden gelen vatandaşlarımızla omuz omuza verdiğimiz çözüm süreci. İkincisi de 200 yıldır ilk defa Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan dönemde devletimizin borçlarının sıfırlanmış olması” dedi. 
Siyasi sözleri inceleyeceğim de Türkiye’nin bütün borçlarını ödediler mi gerçekten! 500 milyar dolar borç ne olacak peki? 

***

Kabul edelim ki bugün halkın büyük bir kısmının nasıl düşünmesi gerektiğini Tayyip Erdoğan ve arkadaşları belirliyor. Öyle ki vatandaş, “Soyuyorsa beni soyuyor, sana ne” diyebiliyor. Tabii bu durum, aklın ve mantığın tamamen devre dışı bırakıldığının açık bir göstergesi... Artık Tayyip Erdoğan’ın bilmem neresinin kılı olmak isteyenler de var, onu Allah’ın bütün sıfatlarına sahip bir kişi olarak gören milletvekilleri de... Geçenlerde arkadaşım, inşaat mühendisi Mustafa Can anlattı. Yolsuzluk operasyonları sırasında gözaltına alınıp serbest bırakılan bakan çocuklarından Abdullah Oğuz Bayraktar’ı küçüklüğünden beri tanıyormuş. Başlangıçta, AKP ile hiçbir ilgisi olmayan milliyetçi bir gençmiş. Mustafa Can, “Oğuz, baban AKP’den milletvekili ve Bakan ama sen böyle bir çocuk değildin. Bu değişimin sebebi nedir? Ne oldu da AKP’li oldun?” diye sormuş... 
Oğuz, “Ağabey, biz aslında Polat Alemdarcı idik... Kimseye boyun eğmeyen ve yaptıklarından dolayı kimseye hesap vermeyen bir adam... Tabii bu bir film kahramanıydı ama bizim özlemlerimizi yansıtıyordu. Gerçek hayatta ise Polat Alemdar’ın özelliklerini Tayyip Erdoğan’da bulduk. O da kimseye boyun eğmiyor ve kimseye hesap vermiyor. Babam da AKP’li olunca geçiş kolay oldu” diye cevap vermiş. 
Tabii bu içten sözler de gerçeğin sadece bir yüzünü yansıtıyor. 
Fakat “kimseye hesap vermemek” arzusu ilginç!
Hayrettin Karaman da 17 Aralık yolsuzluk operasyonunu değerlendirdiği yazısında, “hâkimleri kim denetleyecek?” diye soruyor, “kendileri mi?” diye bir daha soruyor ve “demokrasilerde son söz milletindir” diye hüküm veriyordu. 
Oysa hırsızlığın oylaması olmaz. Hırsızın hırsız olduğu yargı önünde delilleriyle ispatlanırsa, cezayı millet adına hâkimler verir. İslam hukukunda da böyledir. 
Yine önüne geleni öldüren bir film kahramanının kimseye hesap vermemesi özenilecek bir durum değildir. Tayyip Erdoğan’ın kimseye hesap vermemesi, hesap soran savcıları, polisleri görevden alması, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile oynaması, suçlu olmanın telâşı değil midir? 

***

 AKP, 50 yıl sonra, milleti etnik kökenlerine göre bölen, “Türk Milleti” anlayışına savaş açarak, milletin adını ortadan kaldırmaya çalışan, engel olarak gördüğü TSK mensuplarını ve aydınları tasfiye etmek için, “devlet içindeki bir çete”nin işlediği Hrant Dink, Papaz Santoro ve misyoner cinayetlerini, onların üzerine yıkan, böylece milli orduya kumpas kuran, Müslüman Kardeşler örgütü ile işbirliği yaparak, Türkiye’yi komşuları ile karşı karşıya getiren ve iktidarı süresince, yandaşlarını zengin eden muhalifleri ezen ve halka devamlı yalan söyleyen bir iktidar olarak anılacaktır.