Bir başkonsolos kendi başına insan hayatıyla ilgili karar verebilir mi?
Bir “Selvi” boylu biri böyle diyor. Başkonsolos yüzünden rehine kalmış 49 kişi.
Başkonsolos bile bile konsolosluğu terk etmemiş. Maksadı “Dönemin Başbakanı” ve “Dönemin Dışişleri Bakanı”nı temize çıkarmak. 
“Tetikçi” tarifine en uygun ifade. “Uşaklık”  tarifini de bu söz üzerinden yapabilirsiniz.
“Tetikçi” mi dersiniz, yoksa  “uşak” mı, her ikisi de uyar; bir ara “Dönemin Başbakanı” na bir yolculukta, “Niye kapatmıyorsunuz?” demeye getirerek “MHP’yi kapatacak mısınız?” diye sormuştu. Ben de “Selvi” boyluya  “Sen misin bu soruyu soran?” diye ismini vererek açık açık sormuş ve tabiî cevap alamamıştım. (Cevap veremedi; çünkü, o idi.) Konsolos rehin ve konuşamıyor. İnsan utanır, insan ar eder. Sen cevap veremeyecek insanı suçluyorsun! Senin gibilerin insanlığından bile şüphe etmek gerekir.
“Zan”nın Kur’ân’daki yerini hatırlatayım:
“Yâ eyyyuhe’l-lezîne âmenûctenibû kesîran mine’z-zanni, inne ba’da’z-zanni ismun ve lâ tecessesû ve lâ yagteb...”  (“Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin...”) (Hucurât, 49/12). Kur’an’dan bir hatırlatma daha:
“Kutile’l-harrâsûne.” (Zâriyât, 51/10). 
İki kelimenin anlamlarını vereceğim: Kutile: Öldürülsün; harrâsûn: (Zan ile) yalan söyleyenler.
“Selvi” boylu, biliyor ki, “Büyük Efendi”si, rehine meselesinin birinci mesûlü. Bu tür “İslâmcı”  zihniyet, efendilerini kurtarmak için Kur’an’ı bile hiçe sayar. Ama kurtulamayacaklar ve 49 kişinin vebali altında ezilecekler.
Elimde emek mahsûlü iki çalışma var. Keşke şu  “İslâmcı” kesim biraz kitap okusa ve “zan”la konuşmaktan kaçınsa... Biri El-Mâtürîdî’nin  “İslâm İnanç Esasları” , diğeri Azîz Mahmûd Hüdâyî’nin “Tarîkatnâme” si...
El-Mâtürîdî, Sünnî kelâm ekollerinden Mâtürîdîliğin kurucusudur. Türk asıllıdır ve kabri de Semerkand’dadır. Eserin aslı “Şerhu’l-Fıkhı’l-Ekber” dir. Eseri tercüme eden Prof. Dr. Adnan Bülent Baloğlu ve Doç. Dr. Murat Memiş, eserin Mâtürîdî’nin olmadığına kanaat getirmişlerse de, yüzyıllardır ona izafe edilerek okunmuş ve okutulmuştur. Esasta bir fikrî ayrılık yoktur.
Mâtürîdî’nin önemi şuradan gelir: Hanefî fıkıh mezhebinin kurucusu Ebu Hanife’nin (ö. M. 767) itikad sahasındaki görüşlerini geliştirmiş ve sistemleştirmiştir. “El-Fıkhu’l-Ekber” Ebu Hanife’nindir. “İslâm İnanç Esasları” “El-Fıkhu’l-Ekber”in şerhidir. Eğer tercüme hiçbir açıklamaya yer verilmeden yapılsaydı, bir anlam ifade etmezdi. Mütercimler, dönemin bilinen ama şimdi hepimiz için tarih olmuş vak’a ve ıstılâhları, dip notlarla tek tek açıklamışlardır. Ayrıca kitabın sonuna eserin Arapçasını da eklemişlerdir. İsteyen metni karşılaştırır.  Azîz Mahmûd Hüdâyî, zamanımızda da tanınan bir tasavvuf büyüğüdür. Ama onun edebî kıymetini ne kadar biliyoruz? Prof. Dr. Nevzat Özkan’ın “Giriş-İnceleme-Metin-Dizin”  olarak hazırladığı “Tarikatnâme”, artık dilimizin Arapça ve Farsçayla koyulaştırılmaya başlandığı 16/17. yüzyılda “öz” Türkçeyle yazılmış seçkin bir örnektir. 
Mâtürîdî’nin ve Hüdâyî’nin eserleri Bilgi Kültür Sanat Yayınları arasından çıktı. 
(Tel. 0212 520 72 53).