Demokrasinin "sınıflar arasındaki çatışmanın bir sonucu" olduğu söylenir. Bu yabana atılacak bir iddia değildir. Bizdeki siyasi sancıların çoğu da aslında bu cümlenin içinde gizlenmiştir. 

     Bizde Avrupa'daki gibi bir sınıf kültürü teşekkül etmemiştir. Yani bir "soylu Türk - köle Türk ayırımı" yoktur. Orta Asya'daki kültürlenme çağlarında mülkiyet hakkı boylarındır. Su kullananın, toprak işleyenindir. Uygur kentleşmesine kadar Türkçe bir tapu senedine rastlayamazsınız.

     Eğer, mülk edinme hakkı, seyahat ve ikamet özgürlüğü, ata binebilme serbestisi, asker ve memur olabilme yetisi, siyaset hakkı gibi soyluluk alametlerine göre bakarsak Türklerin hepsi soyludur.

     Osmanlı Devleti, şeri ve örfi hukukla mücehhez bir hukuk devleti olduğu yani mesela tüm Müslümanlardan eşit vergi aldığı için gayrimüslimler dışında şikâyetçi bir alt sınıf oluşmamıştı.

     İşte bu tür nedenlerle Türk İnkılabı, bir "sınıf ihtilali" olarak başlamadı. Yani inkılap, en başından beri fertlerin somut menfaatlere sahip olduğu "lokomotif sınıf gücü"ne sahip değildi. 

     Bu yüzden de onu koruma ve kollama görevi, genellikle Atatürk sevgisiyle yetişen askerlere düştü. 

     Önümüzdeki iki inkılap örneğinden biri olan Fransa'da örgütlü burjuva sınıfı, yani masonlar ve sermaye sahipleri inkılabı sahiplenip, sürükleyebilmişti.

     Diğerinde yani Rusya'daki "Bolşevik" hareketinde ise adı üstünde "çoğunluk" teşkil eden işçi- köylü sınıfı, yeni rejimi sırtlamış ve var gücüyle çalışarak uzaya adam göndermeyi başarabilmişti.

     Türk İnkılabı, bunlardan farklı olarak "milli" bir inkılaptı. İnkılapçılar, Türk Milleti'nin yüzyıllarca ezilmiş, horlanmış; sonunda da yurdundan edilmiş olmasına karşı, milli yurdu kalkındırmak, milletçe ileri gitmek ülküsüyle yola çıkmıştı. 

     Ancak milli bir inkılapta Milliyetçilerin hükümran olması beklenirken daha inkılabın 20. Yılında bu ülkede Milliyetçiler yargılandı, tabutluklarda sorgulandı. 

     Bunlar, inkılabın ruhuna aykırı, rejimin geleceği için hiç de makbul olmayan tutumlardı. Bugün "Milliyetçiliğin ayaklar altına alınması" noktasına gelinmesi, inkılabın daha ilk 15 yılından itibaren yıpratılmasının tabii bir sonucudur.

     Kapitalist bir devrimde, "Masonluğun ayaklar altına alınması" neyse, Komünist bir devrimde "Komünizmin ayaklar altına alınması" neyse, Türk İnkılabında da "Milliyetçiliğin ayaklar altına alınması" odur. Yani ayaklar altına alınan Türk İnkılabıdır.

     Bu yüzden başından beri biz, Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının bir "karşı devrim" yapmakta olduklarını, orduya bu yüzden cemaat kadrolarıyla kumpas attıklarını, bu yüzden çok kolay yalan söylediklerini, dış destek alabileceklerini, arkadaşlarını satabildiklerini, derinlerde yasa dışı işler yapabildiklerini anlatmaya çalıştık. 

     "Türk İnkılabı, iki cepheli bir karşı devrimin muhatabıdır; bunlara düz siyaset yetmez!" derken bunu göstermeye çalıştık. Hatta AKP'nin, PKK'yla mücadele etmediğini, onu rejimi yerinden kaldırmak için bir manivela olarak kullandığını ifade ettik.

     "Andımızı kaldırıyoruz, yoksa kan dökülecek, heykelleri kaldırıyoruz yoksa sokaklar yanacak, Türk'ü kaldırıyoruz yoksa Kürtler ayaklanacak" gibi 5.000 kişilik bir çapulcu sürüsüne güçlü bir devrimci sınıf muamelesi yapılması, aslında Ümmetçi karşı devrimin, etnik karşı devrimden yararlanma taktiğinden başka bir şey değildir. 

     Yani AKP, rejimle ilgili kendisinin söyleyemediğini İmralı'ya söyletmekte, sonra da "yapmazsak iç savaş çıkacak" diyerek, İnkılabı hiç etmenin yollarını aramaktadır.

     Mesela "Türksüz Anayasa" PKK için değil, aslında AKP için gereklidir. Çünkü PKK, "Türk'ün yanında Kürt de olsun" derken, AKP, "Türk gitsin,  onun yerine Ümmet gelsin" demektedir.

     Yani Milliyetçiler ve Atatürkçüler, karşı devrim cephesinin ortak hedefinde yer almaktadır. 

     Bunun siyasetteki açılımı, AKP+PKK ittifakına karşı MHP+CHP dayanışmasıdır. Bu dayanışmayı bize özel bir "sınıf dayanışması" gibi görmek mümkündür.

      Sinsi "karşı devrimci" cephenin, meşru siyasetten ödün vermeyen siyasi partiler arasında "hayırlı" ittifaklara yol açabileceği, 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde görülmüştür. 

     Anayasaya sadık iki partinin, "zor oyunu bozar" misali kurduğu siyasi ittifakın cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aldığı % 38,5 oy da kimseyi aldatmamalıdır.

     Tarihin zorladığı cumhuriyetçi milli dayanışmanın gerçek oy toplamı, şu halde bile İstanbul, Ankara ve İzmir dâhil olmak üzere 42 ilde birinci parti seviyesindedir. 

     Yani Cumhuriyeti koruyan askerlere kumpas atıldıktan sonra da Türkiye Cumhuriyeti, sahipsizliğe sürüklenememiştir. "Demokrasilerde çare tükenmez" dedikleri de böyle bir şey olsa gerektir.