Merhamet Temelli Eğitim Merhamet Temelli Eğitim
Bugünlerde okuduğum "TÜRKİYE'NİN HUKUK SERÜVENİ" adlı kitaptan (Taha Akyol) önemli bulduğum hususların özetini kişisel kanaatlerimle de harmanlayarak sizlerle paylaşmak istiyorum.
    Kitapta; demokrasi, müslümanların siyasî sistemi olur mu, olmaz mı?
     İslâm, herhangi bir siyasî sistem önerisinde bulunmuş mudur ?
     İslâm hukuku mu, modern hukuk mu ?
   Sorularının cevabı aranıyor.Genel olarak, bu başlıklar altında toparlanmış, tez ve anti-tezlerden oluşmuş,İslâm ve Osmanlı tarihinden örneklerle beslenmiş, yalın ve temiz bir üslupla yazılmış önemli bir belgesel niteliği taşıyan bir kitap...
     Fıkıh Bilgini Prof.Hayrettin Karaman ve aynı ekolden gelen fıkıhçılar "Demokrasi, müslümanların siyasî sistemi olamaz" tezini savunuyor ve tezlerini şöyle gerekçelendiriyorlar:"Çünkü, Hakimiyet kayıtsız, şartsız Allah'ındır.Yasaları sadece Allah koyar.Aradığınız herşeyi önce Kur'an'a, sonra Sünnet'e, onlarda da yoksa içtihadlara bakarak bulabilirsiniz"
   Oysa, bir başka İlâhiyatçı Prof.Süleyman Uludağ ise "Kur'an'da devlet kavramı, yönetim şekli, yöneticilerin seçimi ile ilgili bir ifade yoktur" diyor...
   Görüldüğü üzere, iki İslâm Bilgini ve fakat iki farklı görüş serdedebiliyor !...
     Yazarımızın tezi ise Prof.Uludağ ile örtüşen biçimde " İslâm,bir yönetim şekli emretmiş değildir" diyor...
    Eğer, bir yönetim modeli verilmiş olsaydı, daha Hz.Peygamber'in cenazesi defnedilmeden, yeni yöneticinin kim olacağı ve nasıl seçileceği şaşkınlığını ve tartışmasını yaşamazlardı...Peygambere ve Kur'an'a en yakın olanların bile Halifeyi nasıl seçeceklerine dair bir bilgileri yoktu...
    Eğer, böyle bir bilgi olsaydı,özellikle Hz.Osman'dan sonra başlayan sert kavgalar ve kanlı savaşlar yaşanmazdı....
   Peygamber'in en yakınları Hz.Ali ve Hz.Ayşe karşı karşıya gelip, müslüman kanı dökmezlerdi...
  Cemel Vakâsı, Sıffin Savaşı ve Kerbelâ olayları bunun en bâriz ve en acı örnekleridir...
    Bu örnekler bize, Kur'an'ın bir yönetim modeli emretmediğini gösteriyor.
   Dünyevî bakımdan bu kadar önemli yönetici meselesini, İslâm,itikâdî açıdan önemsemediği için olmalı ki bir hüküm getirmemiş ve bu işi insanlara bırakmıştır.
    Asıl hikmet buradadır...Zira, Kur'an ayetlerinde pek çok konuda "aklınızı kullanın, aklınızı işletin, akletmez misiniz" şeklinde defalarca, akıl vurgusu yapılıyor.
 Demek oluyor ki; Kur'an'da bulunamayan konu ve durumlarda, insan aklının devreye girerek, en doğrusunun ve insan fıtratına en uygun olan yönetim biçiminin bulunması isteniyor...
    Elbette, küllî irade Allah'ındır.(Canlıların,kâinatın ve tabiat kanunlarının yaratıcısı O'dur.)
     Ancak, insan iradesinin hâkim olduğu, bir de cüz-î irade vardır.Bu bağlamda, hâkimiyet tercihe ve toplumlara göre bazen hükümdar, bazen de millî irade olur...
    Çağın şartlarına, geleneklere ve toplumsal koşullara bağlı olarak değişim gösterir...
   İnsanlığın ortak aklı,  kanunları hükümdarların koyduğu monarşileri; totaliter rejimlerdeki diktatörlükleri yaşadıktan sonra, evrimleşerek sonunda, kanunları parlâmentoların belirlediği millî egemenliğe ve modern hukuka dayalı, demokrasileri keşfetmiştir.
     Hükümdarın veya Kral'ın yetkisi oluyor da "hâkimiyet milletindir"diyen Parlâmentonun neden yetkisi olmasın ?
    Prof.Karaman gibi fıkıhçıların tezleri baskın gelmiş olsaydı, günümüzde de örneklerini gördüğümüz şeriat hükümlerine göre yönetilen ülkeler gibi Kral ya da Emirliklerin saltanatları ve zulümleri altında inim inim inleyecektik...
   Neyse ki Fatih S.Mehmet ve Kânunî S.Süleyman gibi Osmanlı Padişahlarının Kânunnâmeleriyle başlayan örfî hukuk( dünyevî hukuk) ve Tanzimat'la devam eden modern hukuka geçiş süreci ve Cumhuriyet ve Demokrasiyle taçlandırılan güçlü bir hukuk Devleti oluşmuştur.
    Tanzîmat'tan itibaren modern kanunlar çıkarılarak, düzenli bir Devlet yapısına kavuşma çabaları, bugünki hukuk sisteminin sağlam temeller üzerinde oturmasını sağlamıştır...
    Fıkıh, müslümanların yaşadığı acı ve ağır tecrübeleri ve çağımız gerçeklerini görmeye engel olmamalıdır.
     Karaman gibi fıkıhçıların tavrı ve sözleri, günümüzde demokrasinin benimsenmesini ve olgunlaşmasını zorlaştıracak tavırdır.
    Gazâlî'den bu yana süregelen bu tavır; düşünmeyi donduran ve durduran, İslâm Dünyası'nın gelişmesi önündeki engel olmuştur...
   Oysa, İslâm'ın adâlet, eşitlik,hürriyet ve kul hakkı yememek gibi demokrasiye ve insan haklarına uygun, hükümleri varken; Fıkıh bilginlerinin anlaşılmaz ve engelleyici fetvaları yüzünden, demokrasiyi keşfetme şerefini Batılılara kaptırdık ne yazık ki...
    Demokrasi; insanlığın düşünce yoluyla keşfettiği, insan onuruna ve fıtratına en çok yakışan sistem...
   Tabii doğru işletilirse !
    Ağır aksak da işlese, çeşitli problemler de yaşasak; kuvvetler ayrılığına, bağımsız yargıya, millî egemenliğe ve çoğulculuğa dayalı bir demokrasimiz hâlâ var diyebiliyoruz...
    Türkiye,bir hayli mesafe almıştır...
   Bizimki gibi hukuk ve demokrasi birikimine sahip başka İslâm ülkesi yoktur....Geldiğimiz bu aşamada, Türkiye ne hukukta ne de demokraside geri adım atamaz, atmamalı...
    Yapılması gereken, yargının bağımsızlığını sağlayarak, hukukun üstünlüğünü; kuvvetler ayrılığını ve millî ve sivil iradeyi güçlendirerek, demokrasiyi daima yaşatmak ve evrensel standartlara kavuşturmak olmalıdır...
    Bu amaç ve kaygılarla kaleme alınan bu kitabı bizlere kazandıran, Sayın Taha Akyol Beyefendi'ye şükranlarımı sunuyorum...

    Reyhan Demirel

Editör: TE Bilisim