Whatsapp üzerinden vatan savunması! Whatsapp üzerinden vatan savunması!

         Diyânet İşleri Başkanlığına yeni bir tayin yapıldı. Tayin edilen zatı hiç tanımıyorum. Kendisi hakkında hiçbir kötü intiba taşımıyorum. Hatta esasını teşhis edememekle beraber sanki hakkında iyi şeyler biliyormuşum hissi var. Bu ruh haliyle Diyânet İşleri Başkanlığı tayini meselesini ele alıyorum.

      Diyânet İşleri Başkanı’nın tek vazifesi İslâm’ı temsildir. İlmi, ahlâkı, hâli, tavrı, giyinişi, kuşanışı, yaşayışı, bakışı, duruşu, yürüyüşüyle, İslâm’ı hem İslâm âleminde hem bütün dünyâda temsil etmektir. Bu mahzun milletin yüreğini ferahlatacak kadar…

      Bu da ne kadar zor bir şeydir, daha öncekilerde gördük. Hele bir devir vardır ki, fraklı silindirli, metropolit tavırlı din adamı isteniyor ve özleniyordu. Sarık, sadece sarık nasıl bir insanı “istenen” yapmazsa, silindir ve frak da “istenen” adam yapmaz düşünülmüyordu.

      İslâm bütün dünyâda bir yeniden doğuş içindedir. Binlerce tuzağın içinde bir yeniden doğuş. Bu doğuşu iki kanat yüceltecektir. İlim ve aşk. Aşk fedakârlıktır. Sonsuzluğa en yakın hasletlerden birisi olan fedakârlık. Mehmetçiğin şehit olmak arzusu gibi… Ancak ilim ve aşk ile mücehhez bir insan. Yukarıdaki faziletleri toparlarsa bütün dünyâya “İşte Müslüman böyle olur” ve Türkiye “İşte bizim Diyânet İşleri Başkanımız budur” diye zevkle söyletebilsin. Bu milletin çok uzun bir hasret çizgisidir bu… Paralelinde çok uzun bir esef çizgisi de vardır. Evet … İlim ve aşk… Bunlar dünyâya ötelerden gelmiş ve dünyâyı ötelere bağlayan hıyabanlar.

    Yeni Diyânet İşleri Başkanımız genç bir ilim adamı… İmam Hatip ve ilâhiyat menşeli… Fakat ilk beyânatında, eğer muhabirler yanılmadı ise, soğuk bir duş yedim. Buyuruyor ki, “Çocukluğumdan beri arzum bu makâma gelmekti”… Ayrılan başkanın da başkan olduğu gün “Kaç senelik savaş zaferle bitti” dediği rivayet olunmuştu. Hakikati, maddeyi Allah’a havâle ederek ve şahısları bir tarafa bırakarak, bu noktada İslâmî ruh ve usul nedir, onu açıklamak isterim. İslâm’ın tarihî laboratuvarında her hadisenin benzeri vardır, geçmişi vardır. Hz. Ebubekir, biatta gecikmiş sanılan Hz. Ali’ye gönderdiği haberin sonunda der ki, “ Ya Ali, ben bu işi efendimizden (SAV) sordum. Bu makâmın lâyıkı kimdir? diye. Bana şu cevabı verdi: İstemeyendir. Ya Ali, beni sen bilirsin ve kabul edersin ki, ben bu makâma talip değilim. İstersen gel seçimi yenileyelim.”

     Evet, bu makamlara talip olmamak gerekir. Hele bu günkü şartlarda böyle makamlara talip olmak, böyle yüklerin altına girmeye gönüllü bulunmak pek fazla kemâl alâmeti sayılamaz. Bunu ancak insan üç beş yaşındaki çocukken isteyebilir. Reşit olunca isteyemez. Asıl rüşt işte budur. Sayın Başkana gelince, bu sözleri söylemiş bulunsa bile bir tesellimiz var. İslâm’ın hücceti İmam-ı Gazali diyor ki: “Biz bu ilim yoluna Allah rızası için girmedik. Makam, mevki, rütbe için girdik. Fakat ilim, Allah rızasından başka  bir gaye kabul etmedi.” Sayın başkan için de öyle olur inşallah… O zaman, millete ve âlem-i İslâm’a da hayırlı olur.

     Son bir hâtıra: Bir ara (DP devri) Diyânet İşleri Başkanlığı Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil’e teklif edilmişti. Nasiyesi, ilmî hamulesi ve yedi yaşındaki çocuğun temizliğindeki dinî heyecanı ile Hoca bu makâmı Vatikan’dan Tel Aviv’e kadar bütün dünyâya karşı haşmetle temsil edebilirdi. Fakat o kendini biliyordu. Kusurlu görüyordu. O makâmın ulviyetini müdrikti. “Haddim mi” diyerek,  âdeta öfkeyle kendisini reddetti. Bana kalırsa tastamam bir büyük Diyânet İşleri Başkanlığı yapmış gibi sevaba girdi.  İslâm doğum sancıları içindedir.    “Her gün yeniden doğarız, Bizden kim usanası.”  

Temsil bakımından da iyiye gidecektir inşallah.                                                                                                           

Ergun Göze, 1.8.1976

 

 

Editör: TE Bilisim