“1980 öncesi”  kavramı bir tarihî kesitten ziyâde bir dönemi ve o dönemin insan tipini tedêai ettirir, hatta o tedâilere atıf yapmak için sık sık kullanılan bir girizgâhtır aslında...

“1980 öncesi”nde diye başlayan cümlelerin sâhipleri efsunlu ve biraz da esrarlı bir portre oluverirler bu kavramla birlikte. Muhatabının üzerinde yarattığı tesir tamı tamına bir büyü gibidir. Öyle ya, ülkede oluk oluk kanın aktığı, geceleri sokağa çıkmanın bile cesâret telâkkî edildiği, bir tarafın devrim hayaliyle diğer tarafın devleti ve milleti komünizm belâsından kurtarmak gâyesiyle tutuştuğu savaşın içinde olmak büyük bir ayrıcalıktır. Hele ki sözün sâhibi  “1980 öncesi”  taraflarından birisiyse ve ‘sıcak mücâdele’ye ucundan kenarından bile olsa bulaşmışsa  “1980 öncesi”  diye başlayan konuşma yeni nesiller için tadından yenmez.

Yıldönümlerinde televizyon ekranlarından akan siyah-beyaz sokak çatışması görüntüleri, cenâze törenleri ve ardından sokaklardaki asker yürüyüşleri her eylül ayında o dönemin bazı portrelerinin demeçleriyle birleşir ve sanki yüzlerce yıl evvel olmuş hissiyle izlenir.
Oysa bu kadar basit değildir  “1980 öncesi” ve bu kadar da uzak değildir...
Dönemin nesli hayattadır büyük çoğunlukla...

Artık yorgun da olsalar, şaşırma hislerini kaybetmiş de olsalar, olan biteni öfkesiz de takip etseler onlar Türkiye’nin  “80 öncesi’ delikanlılarıdır...
Henüz çocuk yaşlarda ölümü tanımış, henüz delikanlılık günlerinde kollarında arkadaşlarının son nefeslerini hissetmiş, henüz gençlik zamanlarında bir millete adanmanın şâhikasını yaşamış, devlet denilen aygıtı bütün çıplaklığıyla tanımış, gadrine uğramışlardır.
Onlar ülkücülerdir...

Hani o Başbakan’ın referandum için oylarını alabilmek uğruna Meclis kürsüsünde idam edilmeden önce ailesine yazdığı mektubunu okuyarak timsah gözyaşları döktüğü Mustafa Pehlivanoğlu’dur onlar, ailesiyle birlikte katledilen Recep Haşatlı’dır, ciğerlerine hava verilerek şehit edilen Dursun Önkuzu’dur, 16 yaşında kurşunlanan Taner Kalkancı’dır, işkenceyle şehit edilen Bekir Bağ’dır, vurulduğunda ardında 9 günlük oğlunu bırakan Bleda Aybars Tekin’dir, bombalı paketle kızı ve torunuyla birlikte şehit edilen Hamit Fendoğlu’nun 2.5 yaşındaki torunu Selim Bozkurt Fendoğlu’dur ve binlercesidir...

Artık ömürlerinin yarım asrını deviren ülkücülerin, hayatları boyunca, onlardan sonraki nesillerin de geleceğe anlatacakları sayısız kahramanlık ve fedâkârlık hikâyeleri vardır...

Peki, aynı dönemlerde sıcak evlerinden çıkamayan, sokaklarda yürüyemeyen, bütün cesâretlerini karikatürize taekwondo salonlarında birbirlerine salladıkları tekmelerle savuran, “Muhammed’in piçleri giremez” yazılı pankartların asılı olduğu üniversitelerde komünistlerle iş birliği yaparak dillerine sakız ettikleri mücahitliği iktidar olacakları yıllarda müteahhitliğe erteleyen Millî Görüşçülerin ‘80 öncesi’ne dâir  anlatacağı ne vardır?
Koskoca bir hiç!..

Kılıçdaroğlu’nun gündeme getirdiği bir videoda Başbakan Tayyip Erdoğan’ın sözleri ‘koskoca bir hiç’ten de öteydi... Çünkü yalan söylüyordu...
Dâvâsı için nasıl mücâdele ettiğini ve ne kadar çok çalıştığını anlatabilmek için kendisinin ‘zor dönemler’ diye tarif ettiği ’80 öncesi zamanlarda kızının kapısına bir not bıraktığını ve o notta “Babacığım bir geceni de bize ayır” yazdığını ve çok duygulandığını söylüyor Başbakan. 
Bahsettiği kızı Esra’nın doğum tarihi 1983...

İşte ’80 öncesi’diye bir çırpıda telâffuz edilen o zamanlar, sokaklara çıkamayanlar için böylesi ıskalanmış ve şuuraltlarına bir aşağılık kompleksi olarak yerleşmiş zamanlardır, insana göz göre göre yalan söyletir...