BAŞKANLIK SİSTEMİ DEĞERLENDİRMELERİ-2
TÜRK MİLLETİNE AÇIK MEKTUP
Rubil GÖKDEMİR


11 Ekim 2016 tarihli MHP grup toplantısında Devlet Bahçeli tarafından sürpriz bir şekilde gündeme getirilen “başkanlık sistemine” dair anayasa değişikliği paketi, nihayet kamuoyunun da bilgi sahibi olacağı şekilde AKP milletvekillerinin imzasıyla TBMM’ye sunuldu.


Bilindiği üzere;  AKP ve MHP arasında yaklaşık iki aydır devam eden müzakerelerin başından itibaren, “başkanlık” ibaresinin olumsuz imajından kurtulmak için ve milletin aşina olduğu haliyle,  sistemin adı “cumhurbaşkanlığı ”  olarak belirlendi.


Anayasa değişikliğinde “başkanlık” yerine “cumhurbaşkanlığı” ibaresinin kullanılmış olmasına karşın, getirilmek istenenin de başkanlık sistemi olduğuna kuşku bulunmamaktadır. Bu tespitimizin daha iyi anlaşılabilmesi için başkanlık sistemi ile “parlamenter sistem” arasındaki farkı en anlaşılır şekilde ortaya koymamız gerekmektedir. 


Her iki sistemde de mevcut bulunan ve adına  “kuvvetler ayrılığı” dediğimiz YASAMA-YÜRÜTME ve YARGI erklerinden, YÜRÜTME (HÜKÛMET) organının parlamenter sistemde, meclis içinden ve güvenoyu alma şartına bağlanarak çıkmasıdır. Başkanlık sisteminde ise YÜRÜTME(hükûmet) meclis içinden değil doğrudan halkoyuyla seçilen BAŞKAN tarafından oluşturulmaktadır.  Bu sebeple sistemin adını ne koyarsanız koyun, hükûmetin meclis onayı olmaksızın seçilmiş başkan tarafından, meclis dışından oluşturulduğu sistemin adı “BAŞKANLIK” sistemidir. 


Bilimsel çalışmalarda ittifakla kabul edildiği üzere;  YASAMA-YÜRÜTME-YARGI erkleri arasındaki ilişkilerin sağlıklı ve “DENGE-DENETLEME” mekanizmalarının iyi kurulması şartıyla, her iki sistem de “demokratik sistem”  olarak sayılmaktadır.  

 
Bilimsel ve teorik bilgiler madem ki bu kadar masum sonuçlar öngörüyor ise, başkanlık sistemi değişikliğine dair ülkemizdeki  bu kadar yoğun tartışma ve kutuplaşmanın sebebi nedir o zaman ? 

Gümüşhane ekibiyle 30 saat sonra gelen mutluluk Gümüşhane ekibiyle 30 saat sonra gelen mutluluk


Tartışmalara baktığımızda öncelikli olarak, anayasa değişikliği paketiyle öngörülen hükümlerin YASAMA-YÜRÜTME ve YARGI erkleri arasındaki ilişkileri “denge-denetleme ” mekanizmasını koruyacak biçimde düzenlenmemesi ve hatta sistemin TEK ADAM yönetimine yol açacak şekilde, demokratik sistemden uzaklaşılacak olması yönündeki endişeler, tartışma ve kutuplaşmanın sebebini oluşturmaktadır.


Kanaatim odur ki, kesintisiz bir şekilde 14 yıldır çok partili hayata geçmemizden itibaren, hiçbir parti ve siyasi kadroya nasip olmamış biçimde ve mecliste 2/3 oranında mutlak bir çoğunlukla temsil gücüne sahip olunmasına karşın, bu değişiklik talebinin gerekçesini ağırlıklı olarak Sayın Cumhurbaşkanı’nın şahsi arzuları oluşturmaktadır.


Mevcut haliyle bu değişiklik düzenlemelerine baktığımızda;  zor bir coğrafyada bulunmamız, içte ve dışta “milletin birliği ve devletin bekâsına” yönelik yakın tehditler sebebiyle, hızla karar alabilen ve güçlü bir hükûmet arayışının, hiçbir Türk milliyetçisini rahatsız etmemesi gerekirken, yürütme dışında YASAMA ve YARGI’nın teşekkül ettirilmesi, çalışma usul ve esaslarının TEK ADAM’ın iradesine bırakılması, bizler gibi toplumun her kesiminin de demokratik endişelerinin kaynağını teşkil etmektedir. 


Bu vesileyle ifade etmek zorundayız ki Türk milliyetçileri olarak;  milliyetçilikle, millî irade ve demokratik ilkeler arasında “varlık” ilişkisi anlamında zorunlu bir irtibatın mevcut bulunduğu inancındayız. Bu inancın gereği olarak “milletin birliği-devletin bekâsı” gibi “milletin hukukî ve demokratik iradesine”  sonuna kadar sahip çıkmak, temel hak ve hürriyetleri gözetmek, hukukun üstünlüğü ve hukuk devleti ilkelerini de, millî bütünlüğümüzün vazgeçilmez unsurları olarak savunmak zorundayız. 


Bu ilkeleri savunmak demek;  basma -kalıp ve süslü laflar etmenin ötesinde, milletimizi oluşturan her kesimin kendisini siyaseten ifade edebilmesinin, hukuken güvence altında hissedebilmesinin, “bu devlet ve sistem benim” diyebilmesinin, özetle kendisini huzurlu ve güvende hissettiği bir devlet ve toplum düzeninin de kurulması ve korunması anlamına gelmektedir.  


Bu yazı dizisinin anlaşılır ve bilgilendirici olabilmesi için klasik bir devlet düzeninde bulunması gereken ve demokratik rejimin olmazsa olmazları arasında  bulunan, adına kuvvetler ayrılığı dediğimiz YASAMA-YÜRÜTME ve YARGI’nın, meclise sevk edilen anayasa değişikliğinde ne şekilde öngörüldüğünün incelemesine geçecek olursak;


BAŞKANLIK SİSTEMİNDE YÜRÜTME (hükûmet) ORGANININ SEÇİM VE TEŞEKKÜL BİÇİMİ:


*Anayasa değişikliğinde öngörülen başkanlık sisteminin ayırt edici özelliği; yürütmeyi münhasıran temsil edecek başkanın hükûmeti (yürütme)  kurmak üzere,  doğrudan halkoyu ile seçilmesidir. Tam başkanlık sisteminde yürütme yetkisini paylaşan ayrıca bir başbakanlık makamı mevcut değildir. Başkanın seçilmesinin usul ve esasları konusunda “muhalif veya muktedir” olmak üzere, kamuoyunda çok farklı düşünceler bulunmamaktadır.

 
Nitekim ; Başkanın % 50’yi aşacak şekilde ilk turda seçilememesi halinde, yedi gün sonra ilk iki adayın ikinci turda tekrar seçime girmesi millet olarak bildiğimiz bir usuldür. 


*Seçilen “başkan” kendi belirleyeceği sayıda bakanlıklara, milletvekili olmayan ve dışarıdan tespit ettiği kişileri bakan olarak atayacak ve hükûmet bu şekilde kurulmuş olacaktır. Bu hükûmetin göreve başlayabilmesi için, millî iradenin tecelligâhı olan TBMM’den güvenoyu almasına gerek kalmayacaktır.


*Seçilen başkanın varsa partisiyle ilişkisi kesilmeyecek, yani isterse partisinin Genel Başkanı da olabilecektir. Başka bir deyişle adı cumhurbaşkanlığı olarak belirlenen sistemde, örnek verecek olursak R.Tayyip ERDOĞAN AKP Genel Başkanı sıfatıyla partisinin kurullarına başkanlık edecek, hükümetin başkanı, varsa MGK’nın başkanı olmak üzere, yürütmeyi temsil eden her kuruma başkanlık yapacak,  bakanlıklar ve diğer kurumlarda yapılacak bürokrat atamalarının tek yetkilisi olacaktır. 


Anayasa değişikliğinde başkanın bu yetkinin tek istisnası olarak, niyeyse “büyükelçi” atamalarının meclis onayına sunulması öngörülüyor. Bizce; yasama organı olarak TBMM ve milletvekilleri bu sınırsız ve önemli yetki sebebiyle düğün-bayram yapmalıdırlar..!


*Seçilmiş başkan, kendisini de denetlemek durumunda bulunan Anayasa Mahkemesi ve HSYK  gibi yüksek yargı organları üyelerinin yarısını doğrudan seçme yetkisine sahip olacaktır. Bu organlara seçilecek üyelerin diğer yarısının ise TBMM’de nitelikli çoğunlukla değil, salt çoğunluk olan 276 oyla seçilmesi öngörülüyor. Yani seçilecek başkanla birlikte aynı gün yapılacak seçime, başkan tarafından belirlenerek  katılan milletvekilleri vasıtasıyla ve muhalefet partileriyle uzlaşma ihtiyacı duymaksızın yüksek yargı üyelerinin diğer yarısı da, bu şekilde dolaylı olarak BAŞKAN tarafından seçilmiş olacaktır.


*Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu demokratik esaslar doğrultusunda, ön seçimin zorunlu olduğu, barajsız ve temsil kabiliyetinin tek ölçü olduğu biçimde değiştirilmez  ise seçilmiş BAŞKAN;  bugün olduğu gibi kendi partisinden seçilecek milletvekillerinin tamamını tespit edecek, TEK SEÇİCİ olarak  YASAMA organının teşekkül ettirilmesinde de çoğunluk üyelerini  belirlemiş olacaktır.


*Seçilmiş Başkan tarafından hiçbir sınırlamaya tabi olmaksızın belirlenen bakanlar veya hükümetin bütünü için, TBMM’de araştırma komisyonu, soruşturma komisyonu ve gensoru gibi denetim mekanizmalarına başvurulamayacak, hükûmetin güvenoyu alması gibi, bir onay mekanizması da söz konusu olmayacaktır.
*Başkan bütçeyi hazırlayarak TBMM’ye sunacak,  mevcut sistemde olduğu gibi BÜTÇE meclis onayına tabi tutulacaktır. Eğer meclis BÜTÇE’yi süresinde görüşerek onaylamaz ise, bir önceki yılın ödenek ve gelirleri esas alınarak, bütçenin enflasyon oranında artmış olduğu kabul edilecek ve Başkan TBMM’ye hiç ihtiyaç duymadan, icraatlarına devam edebilecektir.


*Başkan, esas itibariyle yasama organının görev ve yetkileri arasında bulunan “kanun yapma” fonksiyonunu paylaşacak şekilde ve kanun niteliğinde olmak üzere;   BAŞKANLIK KARARNAMESİ hazırlayıp, yürürlüğe koyabilecek. Başkanlık kararnamelerinin “temel hak ve hürriyetler” konusunda düzenlenemeyeceği sınırlaması dışında, yürütmeyi ilgilendiren her konuda Başkanlık Kararnamesi hazırlanabilecektir. Bu kararnamelerin anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesine Meclis üye tam sayısının ancak yarıdan bir fazlasının oyuyla “iptal davası” açılabilecektir. Bilindiği üzere; Anayasa Mahkemesi bu kararnameler için “iptal” kararı vermiş olsa bile, iptal kararları geriye yürümediğinden, bu kararnamelere göre yapılmış işlemler iptal edilemeyecek, geçerli olmaya devam edecektir. 


Mevcut anayasamıza göre Anayasa Mahkemesi’ne “iptal davası” açma hakkı ana muhalefet partisine veya 110 milletvekilinin birlikte başvurusu şartına bağlanmıştır.
*Başkanın bu kadar geniş yetkilerine karşı YASAMA organı olan TBMM’nin başkanı denetleme adına tek yetkisi, meclisin salt çoğunluğu olan 276 milletvekilinin oyuyla SORUŞTURMA ÖNERGESİ verebilmesi, bu önergenin kabul edilerek MECLİS SORUŞTURMASI açılabilmesi ve komisyon kurulabilmesi için 330 oyun bir araya gelmesi ve Yüce Divana sevk için de en az 367 oyun bulunması gerekmektedir. 


Yani yeni sistemle milletin % 50+ 1 oyuyla seçilmiş bulunan BAŞKANI denetleyebilmek için, milletin meşru temsilcilerinin en az üçte ikisinin bir araya gelmesi gerekmektedir.


Mevcut anayasal sistemimizde Başbakan dahil, bakanlar için 55 oyla soruşturma önergesi verilebilir, 276 oyla yüce divana sevk kararı alınabiliyor iken cumhurbaşkanını yüce divana sevk edebilmek için nitelikli çoğunluk şartıyla hukuki korunma zırhı genişletilmektedir.


Bilindiği üzere AKP tarafından hazırlanan  bu maddenin ilk halinde Yüce Divan için en az 413 oyun bir araya gelmesi öngörülmüştü. Türk siyasetinin gerçekliklerine baktığımızda, başkanın denetimi ve yargılanması adına,  bu şekilde düzenlenmiş bir denetim yolunun hiçbir şekilde işletilemeyeceğini ve yürürlükteki anayasanın bu maddesine hiç başvurulamayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.


*Kamuoyunda tartışılıyor olması sebebiyle açıklığa kavuşturmak adına, mevcut anayasada hüküm altına alındığı üzere;  “Seçilmiş bulunan Cumhurbaşkanının  varsa partisiyle ilişkisi kesilir” hükmünün  anayasadan çıkarılmasının hukuki anlamı şudur: Cumhurbaşkanının varsa partisiyle ilişkisi devam eder, isterse partisinin genel başkanı da olabilir şeklinde uygulanacaktır. Dolayısıyla iddia edildiği gibi “Cumhurbaşkanının partisiyle ilişkisi devam eder ve isterse partisinin genel başkanı olabilir” yönünde anayasaya bir hüküm getirilmesine gerek bulunmamaktadır. Yani bir hukuk normu bir yasak koymamışsa, o hususta serbestiyet bulunduğu sonucu doğar.
*Anayasa değişikliği ile TBMM’nin çıkaracağı kanunları Başkan veto ederse, meclis bu kanunu tekrar çıkarmak istediğinde 367 üye sayısını, yani 2/3 oranını bulmak zorunda kalacaktır. Bu durumda Başkanın yasama organı üzerinde, millet iradesini yok sayacak şekilde bir vesayet oluşturacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. 
Mevcut sistemimizde ise, TBMM veto edilmiş kanunu tekrar görüşerek kabul ederse, bu durumda Cumhurbaşkanı veto yetkisine sahip olmaksızın kanunu onaylayarak yürürlüğe sokmak zorundadır.


…….Devam edecek…

Editör: TE Bilisim