BAŞKANLIK SİSTEMİ DEĞERLENDİRMELERİNE BAŞLARKEN (1)
Rubil GÖKDEMİR

Başkanlık sistemi tartışmalarına dair değerlendirmelerimize geçmeden önce, gündemden düşmüş bulunan Anayasa değişikliği konusunun sürpriz bir zamanlamayla MHP Genel Başkanı Dr. Devlet BAHÇELİ tarafından 11 Ekim 2016 tarihinde tartışmaya açılmasının muhtemel gerekçelerini incelemek gerekmektedir.

Seçim tarihi açıklandı, gözler YSK'da! Seçim tarihi açıklandı, gözler YSK'da!

MHP Genel Başkanının muhtemel gerekçelerini doğru anlayabilmek için, 7 Haziran 2015 seçim sonuçları ve özellikle bölücü terör örgütü PKK’nın kontrolünde bulunan HDP’nin %13.1 oy oranıyla 80 milletvekili çıkarması ve belirsiz bir siyasal iklime girmemizle birlikte, FETÖ taşeronluğunda gerçekleştirilen 15 Temmuz 2016 tarihli “küresel saldırının” travmatik ve tehlikeli sonuçlarını bir bütünün parçaları olarak irdelemek gerekmektedir.

Sayın Devlet Bahçeli’nin yetişme tarzı ve devletin bekâsını önceleyen siyaset anlayışı ve dünya görüşünü bilenlerin çok kolaylıkla anlayabilecekleri gibi, 7 Haziran seçim sonuçları ve 15 Temmuz 2016 tarihli alçakça kalkışma bir bütün olarak ve değişik boyutlarıyla incelendiğinde, MHP Genel Başkanının “milletin birliği ve devletin bekâsının” yakın tehdit altında olduğu kanaat ve sonucuna varmış olduğu görülecektir. Bu satırları özel bir bilgiye sahip olmaksızın, MHP geleneğinin “devletçi” reflekslerinden hareketle yazıyorum.

Nitekim; içeride 15 Temmuz FETÖ kalkışmasıyla birlikte, Irak ve Suriye’de PKK/PYD ve IŞİD’in küresel güçler tarafından dış politika “enstrümanı” olarak kullanılması, Türk siyasetinin millî aktörleri gibi MHP yönetiminin de, “teyakkuza” geçmesi için gerekli ve yeterli sebepleri olarak ortaya çıkmaktadır.

Muhtemeldir ki, 15 Temmuz alçakça saldırısı başarılı olsa idi, güney sınırlarımızda meydana gelecek vahim gelişmelere dair kamuoyunun bilmediği bazı bilgilere sahip olan bir kısım siyaset adamlarımızın “teyakkuz” halinin yoğunluğunu da bu tartışmalar vesilesiyle anlamamız gerekmektedir.

Kısaca özetlemeye çalıştığımız bu sebepleri ihmal ederek, iç politikada sık sık konuşulduğu üzere “koltuk kaygısı” gibi sebeplerle MHP Genel Başkanının “başkanlık” tartışmalarını gündeme taşıdığını ileri sürmek bu tabloyu bütünüyle ve doğru okuyamamak demektir.

Yukarıdaki satırları okuyanların hemen erken bir kanaatle, yazının devamının iç politikada yerimizi ve tavrımızı belirlemek gibi değerlendirilmesi veya “başkanlık” sistemini destelemek şeklinde devam edeceği sonucuna varmasınlar lütfen.

Bu satırların sahibi bir Türk Milliyetçisi olarak; “milletin birliği ve devletin bekâsını” koruma endişesi içindeyken iç çekişmeleri bir tarafa bırakarak, başkanlık sistemi tartışmalarını “hukuk devleti ve demokratik esaslar” doğrultusunda değerlendirmek gibi bir mecburiyet içinde olduğumuzun da herkes tarafından bilinmesi gerekmektedir.

Küresel emperyalist güçlerin “demokrasi, hukuk devleti, insan hakları” gibi kavramları tam bir ikiyüzlülükle Türkiye’ye karşı “dış politika enstrümanı” olarak kullandıklarını bilmemize karşın, bu değerleri insanlığın ortak birikimi sayan Türk Milliyetçileri olarak bizler; milletin birliği ve devletin bekâsını koruyabilmek ve milli bünyemizi güçlü kılmak üzere, demokrasi ve hukuk devleti ilkelerinden vazgeçmememiz gerektiğini bilebilecek kadar zengin bir siyasi birikim ve irfan sahibiyiz.

Anayasa değişikliği ve “başkanlık sistemi” tartışmalarını sağlıklı bir şekilde ve kişiler dışında değerlendirebilmek için bu satırları, metodolojik yaklaşımımızı ortaya koymak ve vazgeçilmez değerlerimizin “milletin birliği-devletin bekâsı” kadar, “demokratik-hukuk devleti” ilkelerini bir arada ve bir bütün olarak değerlendirmemiz gerektiği inancıyla kaleme alıyorum. Kaldı ki, gözettiğimiz bu değerlerin birbiriyle çelişmediği gibi, aksine birbirini teminat altına alan sağlam kriterler olduğu kanaatindeyim.

Devlet ve milletin ihtiyacı olan, içte ve dıştaki gelişmelere karşı güçlü ve hızlı karar alabilen bir hükûmet kadar, bu güçlü hükûmeti hukuk ve millet adına denetleyebilecek, temel hak ve hürriyetleri teminat altına alan “denge-denetleme” mekanizmasının kurulmasına da aynı şekilde ihtiyacımız bulunmaktadır. Adına “kuvvetlerin ayrılığı” dediğimiz, “YASAMA-YÜRÜTME ve YARGI” erkleri arasındaki ilişkileri dengeli bir şekilde tanzim edemez, devlet erkini tek bir kişinin tekeline bırakmak yerine, eğer “ortak aklın” zenginliğine başvurmaz isek daha derin problemlere ileride muhatap olmamız kaçınılmazdır.

Güvenlik ve hürriyet dengesi kurulmamış ve “sosyal kontrat” olan anayasa değişikliğinin millî birliği tesis etmek bir tarafa, sosyal bünyemizi zaafa uğratacağını unutmadan, hukuk ve demokratik esasları gözeten bir perpesktifle değerlendirmek gerekecektir.

Anayasa değişikliği metni kamuoyunun bilgisine sunulduğunda, yarından itibaren yapacağımız yorum ve değerlendirmelerin kıstası olmak üzere, ortaya koyduğumuz bu ölçülerin okuyucularımız tarafından daima göz önünde bulundurulmasını, bu konunun “sloganlar” veya “parti içi tartışmalar” dışında yorumlanması gerektiğini saygıyla arz ederim.


Editör: TE Bilisim