Ümit Özdağ ‘Türk Çernobili’ diyerek faciaya karşı böyle uyarmıştı: Acil durum ilan edilmeli Ümit Özdağ ‘Türk Çernobili’ diyerek faciaya karşı böyle uyarmıştı: Acil durum ilan edilmeli
 Günaydın arkadaşlar,bu gün 2 Temmuz..Türk Milletinin tarihindeki utanç sayfalarından birisi..Sivas Madımak otelinde 37 tane aydınımızın cayır cayır yakıldığı gün.

Sizi bilmem ama benim içim hala yanıyor. Hele yangın ateşi yükselirken Allahu Ekber deyip alkışlayanları unutmak mümkün mü?.

Evet arkadaşlar Allah'ın verdiği canı birileri yakarak aldılar.Evet arkadaşlar sadece ve sadece düşünceleri için yakıldılar bu insanlar,Mısır daki Rabia ya ağıt düzenler,siyasi sembol üretenler bakalım bugün bu canları anacak mı?

Rahmetli şair Metin Altıok Ne güzel demişti:İmik ilmik ördüm de giyemedim ömrümü..

Tüm canları rahmetle anıyorum..

Cengiz Duygulu


Değerli arkadaşım Nurdane nin bu yazısını Sivas kurbanlarını saygıyla anarak paylaşıyorum...........

MENEKŞE

Menekşe kapının önünde sek sek oynuyor, beş yaşında bir çocuk, önündeki tebeşirle çizilmiş kutucukların içine, çizgilere basmadan zıplıyor, her şey siliniyor, sadece oyunuyla o kalıyor. Gidişi bitirip, arkasını dönüyor, zıplıyor, anasının sesi onu oyundan alıp çıkarıyor…Yanağını okşayan Ahmet amcaya, annesinden aldığı hüznü hapsettiği gülümseyişiyle gülüyor, hüznün çiçeği “Menekşe”…Koşarak apartmandan içeri giriyor, kapıyı açan anasına sarılıyor.

Ağabeyi Koray ile adını aldığı ablası Menekşe, yıllar önce Pir Sultan Abdal kültür etkinlikleri için “Yangın Şehri”ne gidiyorlar. Ülkenin önde gelen aydınlarından oluşan yazarlar, şairler, müzisyenlerle birlikte “Semah Ekibi” çocukları olarak…

Daha ne olduğunu anlayamadan, insan postuna bürünmüş, laiklik düşmanı, mağara dönemi gelişimini tamamlayamamış yobazların saldırısıyla karşılaşıyorlar. Konuk geldikleri, çoğunun kendi memleketi olan bu şehirde bir anda kurban oluyorlar. İçerde düşünceleriyle var olanlar, dışarda onları yok etmek isteyenler.....

Hayatın özünü sözcüklerde, notalarda arayanlar, ne bilir savaş yöntemlerini...

Dışarıdan otelin camlarına atılan taşları, olası bir hücumu, elinde elbise askısıyla karşılamaya çalışan yazar ne bilir? Beyni buna kodlanmamış ki....

Dışarıdaki kurt sürüsü dişlerini bilemiş, avını bırakmaya niyeti yok.. İçeridekiler, yardım bekliyor, gelen yok, giden yok... Sonra perdeler ateşe veriliyor; alevler, dumanlar içinde çığlıklar, bedenler yok oluyor. Geriye sonsuz bir acı, kül, duman, hiç sönmeyen yürekler, hiç büyümeyen çocuklar, hep genç olacaklar, hiç yaşlanmayan ana babalar kalıyor....

Bir de hafızalarda "Madımak Oteli" kalıyor. İlk ateşe verildiği andan, alevler bütün binayı içindekilerle birlikte yutana kadar, sanki gerçek değilmiş de bir film sahnesi imiş gibi bizlere televizyondan canlı seyrettirilmesi...Sadece biz mi seyrediyoruz? Devlet de; askeri, polisi, tüm imkanlarıyla seyrediyor, hiç müdahale etmiyor, en çok da insana işte bu koyuyor!!!!! Yüreği yanan evlerden birisi de; o zamanlar henüz doğmamış olan Menekşelerin evi. Baba, Kültür Bakanlığı’nın “Halk Müziği” kadrosunda çalışıyor, ana halis Anadolu kadını. Çocuklarının acısıyla dağlanan yüreklerini söndürmese de hafifletir diye Menekşe’yi dünyaya getiriyorlar. Fabrika ayarları bozulmuş bir kere, eski hallerine dönemiyorlar. Baba Gökyüzü’nde hep yıldız kaymaz deyip, gönlünü bir “Yıldız”a kaydırıyor. Menekşe daha babasını tam tanıyamadan, babası annesinden ayrılıp yeniden evleniyor. Önceleri tek tük olan arayıp sormalar, sonraları yerini hiçlere bırakıyor. O da, iki yavrusunu birden toprağa vermiş yaralı anasına sarılıyor. Küllerinden yeniden doğan anası, yarasına tuz basıp, Menekşe’yi büyütürken, öteki çocuklarının anısına da bir gün bile ihanet etmiyor. Menekşe büyüyor, bundan sonrasını ondan dinleyelim: “ Adını aldığım ablamla, ağabeyim Koray’ı hiç görmedim, ama onlarla birlikte yaşadım bu evde. İkisinin de fotoğrafları duvarda asılı, anam her gün onlara bakarak, olanı biteni anlatıyor, bir de diyor ki; siz nerede olursanız olun, ben sizin yanınızdayım. Ben de çok seviyorum onları, beni üzenleri ağabeyime şikayet ediyorum, ablamla da her gün kız kıza dertleşiyoruz. Anam odalarını hiç bozmadı, ben de eskimesinler diye eşyalarını kullanmıyorum . Hı, bir de anam elbiselerini hiç yıkamadı, her hafta askılarından çıkarıp, yataklarının üstüne seriyor, kokuları odaya yayılsın diye, yani biz bu evde, babam gittiğinden beri dört kişi yaşıyoruz. Bu arada ben büyüdüm, zaten benim çocukluğum da, ağabeyim ve ablamın çocukluğuyla birlikte yandı. Bedenimde, onların ruhu da yaşıyor. Sivas'ta Üniversiteyi kazandım. Bu şehirde yananlar, küllerinden yeniden doğdular, hep aramızdalar, sonsuza kadar da hep var olacaklar...

Nurdane Özdemir Sağkan.

Editör: TE Bilisim