Bu gün ülkemizin  içinde bulunduğu  hali ve  memleketimizden insan manzaralarını; gerek yaşanmış olaylarla, gerekse birkaç fıkra ile,yorumu da siz Sayın okuyucularıma bırakarak üç başlık halinde aktarmak istiyorum.
 
Düşünmeyen ya da yerine başkalarının düşünmesini kabul eden,konuşmayan ve tepki vermeyen toplumun getirildiği trajik durumun da hikayesidir anlatılacaklar!..
 
I)NAYMAN ANANIN FERYADI
 
Ünlü Kırgız yazar Cengiz Aymatov, “Gün Olur Asra Bedel” adlı romanında; NAYMAN ANA’NIN, oğlunu esir düştüğü düşmanların elinden kurtarmaya çalışırken, oğlunun elinden  ölümünü anlatan acıklı bir trajedidir anlatılan hikaye.
 
 Nayman Ana’ın trajik hikayesinde, kendi çaresizliği ve oğlunun Mankurt’laştırılması gözler önüne serilir.
 
 Nayman Ana’nın feryadı aslında günümüzde bizim feryadımızdır.Aslını bilmeyen,geçmişini unutan,yaşadığı olaylara bigane kalan,milliyetçiliği milletini sevmek olduğunu bilmeyen,dışa bağımlı,taklitçi, tarihinden habersiz,bırakın Malazgirt’i, Sakarya savaşından, İstiklal Savaşından bihaber vurdum duymaz bir takım mankurt’laşan  insanlarımızın, günümüz Türkiyesi’nde ki serüvenidir bu hikaye..
 
 Milattan sonra 200’ lü yıllarda; Orta Asya’nın bozkırlarında,JUAN JUNLAR adlı bir Moğol kabilesi,Kırgızların komşusu ve can düşmanıdırlar.Son derece gaddar,acımasız ele geçirdikleri tutsaklarına korkunç işkenceler yaparlar.
 
 Komşu ülkelere  köle gibi satılanlar kendilerini şanslı sayarlarmış.Asıl işkence görenler genç ve kuvvetli olan tutsaklardır. Tutsakların çoğu gördükleri işkencelerden ölürlerler; kalanlara ise hafızalarını yitirerek deli olmasına yol açan işkence tekniklerini bu tutsaklara kullanırlarmış..
 
 Juan Juanlar, önce ele geçirdikleri esirlerin başlarını kazır,saçlarını tek tek kökünden çıkarırlarmış. Bunları yaparken bir kasap de hemen orada bir deveyi kesip,derisini yüzerek,esirin kazınmış başına sımsıkı sararlarmış.Buna “ Deri geçirme işkencesi” denirmiş.
 
 Esirin kanlı başına sarılan taze deri düşmesin diye;tutsağın boynuna bir kütük ya da tahta bir kalıp  bağlayarak,esir aç ve susuz günlerce kızgın çöl güneşi altında bekletilirmiş.
 
 Bağırması duyulmasın diye de uzak ve ıssız bir yere götürülürmüş.Elleri ve ayakları bağlı,kafasında tahtadan kütük olan ve kızgın çöl altında kalan esirlerden çoğu ölürmüş.
 
 Esirlerin ölümü, açlık veya susuzluktan değil,başlarına geçirilen soğumamış deve derisinin güneşte kuruyup,büzülmesi ile,esirlerin başlarını  mengene gibi dayanılmaz acı içinde sıkması sonucu ölmeleriymiş...Bir taraftan devenin derisi başlarını kuruyarak sıkmakta iken,diğer taraftan kazınan saçlar büyüyüp,başına batmaya başlıyormuş.Yukarı doğru çıkamayan saçlar,ters dönüp kafanın içine doğru uzar ve diken gibi batmaya başlarmış.
 
  İşte bu dayanılmaz acılar içinde ki tutsak ya ölür veya  aklını hafızasını kaybedermiş. Aklını hafızasını kaybeden tutsağı alıp boynunda ki kütüğü çıkartıp, ekmek su vererek kölenin kendisine gelmesi beklenirmiş.Bir süre sonra gücünü toparlayan tutsak,bu aşamadan sonra artık o  bir MANKURTTUR.
 
  Mankurt, kim olduğunu anasını ve babasını bile bilmez tanımaz,hangi kabileden geldiğini,hangi soydan olduğunu hatırlamaz hatta insan olduğunun bile farkında olmazmış.
 
 Bilinci ve şuuru yerinde olmadığı için,  sahibine büyük faydalar sağlar, ağzı var dili yok, verilen her emri mütemadiyen sorgusuz yerine getiren, bir hayvandan farksız,kaçmayı da düşünmeyen bir köle olurmuş.
 
 Mankurt isyanı ve itaatsizliği düşünmeyen, efendisine köpek gibi bağlı,onun sözünden asla çıkmayan,karnını doyurmaktan başka bir şey düşünmeyen yaratık olurmuş...
                .............        ..............
 Nayman Ana oğlunun, Mankurt olduğunu duyunca can havliyle onu kurtarmaya çalışır.Ama nafile!.
 
 Beyni dumura uğramış, geçmişini unutmuş, hafızası silinmiş, anasını  tanımıyor, kim olduğunu bilmiyor adını bile hatırlamayan bir mankurttur o artık...
 
 Nayman Ana umudunu yitirmez oğlunu kurtarmaya çalışır; fakat Mankurtlaşan oğlu yayını gerdiği gibi oku,anasının tam kalbinin üzerine saplamıştır artık!...
 
 Acıklı bir ananın hikayesi böyle devam eder...
                    ...........   .................
 Şimdi bu hikayeyi neden anlattık?
 
 Beyinleri ve vicdanları, batının değerlerine göre şekillen   miş ve kiralanmış, idrak kabiliyeti yoksunlaşmış, öz değerlerine, milletine tarihine yabancılaşmış bir ruhlar ülkesi haline döndük...
 
 Artık iş o hale gelmiştir ki, çok değil 10-15 yıl önce düşünülmesi bile tasavvur edilemeyecek her şey bu gün artık pazarlık masasına yatırılmıştır...Devletin hiçbir kırmızı çigisi kalmamış,tüm olmazsa olmazları çiğnenmiş,ülke bölünmenin eşiğine getirilmiş,insanlarımız vurdum duymaz hale gelmiştir!..
 
 Bir İspanya veya İngiltere’de ki, ETA TERÖR örgütü ve İRA terör örgütünün eylemlerine karşı sokaklarda milyonlarca insanın protestosu,bizim ülkemizde yoktur...Her şey; “...bekle,görelim,dur bakalım ne olacak...” duymazlığı içerisinde umursamazlık devam etmektedir.
                  
 Sağlıklı ve duyarlıklı şekilde düşünen ve  dışında ki olaylara tepki veren bir milletin üzerinde silahlı mukavemetin etkisinin ve gücünün olamayacağını çok iyi hesap eden; ve milletimizin ulvi değerlerini çok iyi bilen şer güçler ve emperyalistler, bu süreci çok ustaca oynamışlardır.
 
 Acıtmadan, hissettirmeden ve sindire sindire, “ŞARTLI REFLEKS” PSİKOLOJİSİ ile insanların devşirilmesi ve toplumun DÖNÜŞTÜRÜLMESİ sağlanmaktadır.
 
 Psikolojide Rus bilgin PAVLOV’UN, fare,kedi,köpek gibi hayvanlar üzerinde ki deneyi, günümüzde belki de aynı metotlarla,dönüştürülmek istenen toplumlara uygulanmakta olduğunu görmekteyiz..
 
 Emperyalist ve küresel güçlerin sömürü çarklarını devam ettirebilmeleri için, toplumların bölünmesi,ufalanması ve ayrılması gereklidir.Azınlık ırkçısı bölücülerin aynen tarihte ki,HASAN SABBAH FEDAİLERİ gibi uyuşturulmuş,toplumun da uyutulmuş olması için,içte ve dışta psikolojik operasyona ihtiyaç vardır...
 Küreselcilerin toplumları daha iyi sömürebilmeleri için,bu gün takriben 200’e yakın dünya devletinin bölünerek,2000 tane devlet olması istenmektedir.
 
 Coğrafyamızda olduğu gibi; ülkemizde de maalesef insanlarımız, DUYARSIZLAŞMIŞ VE AFYONLAŞTIRILMIŞ GİBİ TEPKİSİZ VE DUYGUSUZ HALE GETİRİLMİŞTİR...
 
 Başkalarının yerine düşünüp tek başına verilen kararın; sorgusuz sualsiz bütün kitlelerce, haşa Allah’tan (C.C) gelen emirmiş gibi kabul edilmesinin getirdiği  BİAT KÜLTÜRÜ’NÜN  ülkemizde ki sancıları çok ağır hissedilmeye başlanılmıştır.
 
 Mücadele ülkeyi bölmeye ve parçalamaya çalışan, IRKÇI,BÖLÜCÜ TERÖRİSTLERLE; vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü savunan ve 75 milyon insanımızın kardeşliğini haykıran milli güçlerin mücadelesidir bu...
 
  II)  HAŞLANDIĞININ FARKINA VARMAYAN KURBAĞA
 
 Haşlanan kurbağa  misalini çoğumuz biliriz:
 
 Üzerinde deney yapılmak istenen kurbağayı,birden bire kaynar suyla dolu tencere’ye atmak istediğinizde,can havliyle kaptan atlayarak  kaçmak isteyecek kurtulmaya çalışacaktır.
 
 Ama kurbağayı,  ılık su ile dolu bir tencereye attığınızda, sakin durarak belki de ne olduğunu anlamadan ve tepki vermeden öylece duracaktır.Yavaş yavaş suyu ısıtmaya başladığınızda,önce mahmurlaşıp,sonra da ısınmaya başladığını zannederek kendisini ılık su ile dolu bir banyoda veya doğal yatağı derede hissedecektir.
 
 Su ısınmaya devam ettikçe, TEPKİSİZLEŞECEK bir süre sonra yüzünde tebessümle ve kendini kaynar suda ölüme bırakacaktır.
 
 İçinde yaşadığımız durum bunu göstermektedir. Eğer acilen sıçrayıp kendimize dönemezsek,ülkemizin geleceğinde; “haşlanan kurbağanın”  akıbeti  görülecektir.
 
 Günümüzde,beş on sene önce olması ihtimali bile düşünülemeyen olayların sıradan bir iş  gibi kanıksanması, tartışılması,hiçbir ülkede tartışılmasına bile izin verilmeyen konuların ülkemizde demokratikleşme ve insan hakları maskesi altında sindire sindire,hazmettire hazmettire yapılması,haşlanan kurbağa misalini aklımıza getirmektedir!.
 
 Gelinen noktada; şu fıkra ile, hal’i pür melalimizi anlatmak istiyorum. (Bu da bir Aziz Nesin hikayesidir kısaltılmış anlatıyorum)
 
 III)   DU   BAKALİ   N’OLECAK
 
 Olay, Boğaziçi’nin Karadeniz’e yakın Anadolu yakasında ki deniz kıyısında ki bir çay evinde geçmektedir...Emeklilerin toplandığı bir yer olduğundan,konuşmaların çoğu,geçim sıkıntısı,parasızlık,sürekli zamlar ve benzeri konular üzerine olmaktadır...
 Bir araya gelen emekliler yine her zaman ki gibi,ülke sorunlarından,işsizlikten,enflasyondan,pahalılıktan,memleketin bütün gelirinin dış borçların faizini ödemeye yetmediğinden,İMF ye borçlanıldığından,Amerika’dan,Avrupa’dan ve  daha bir sürü buna benzer konular;her gün her akşam  konuşulur.
 Kendi aralarında; Yok yahu!.. Bak bunu bilmiyordum...Peki bu işler böyle giderse ne olur... Allah Allah!..
 -Peki  ne olacak bu memleketin hali böyle?Bekleyelim görelim bakalım ne olacak!?.
 -Bu işlerin sonu nereye varır,hep merak ediyoruz.Dur bakalım ne olacak?
               ......... ...............
 Konuşmaları masanın bir kenarında dinleyen,tecrübeli ve yaşı da yetmişi geçmiş bir emekli dayanamayarak söz alır.
 
 -Hep dur bakalım ne olacak diyorsunuz da,konuşmalarınız bana bir akrabamın başına gelenleri hatırlattı... diyerek başlar olayı anlatmaya...
                     .......................
 Efendim! “...zengin bir Arap; adı da Ebul-Fatık El- Mışki,bir Türk kızı ile evlenmeyi aklına koymuş,yeter ki Türk kızı osun da ne olursa olsun..Fakat adamın şartları vardır. Genç olacak,güzel olacak,eline el değmemiş olacak ve biraz da saf olacak...
 Neticede Arap’ın istediği özelliklerde; süt beyaz tenli,biraz da safça,kız bulunur.Ebul-Fatık’ın çok beğendiği kız,bizim hanımın çook uzaktan akrabası çıkar...” diye anlatmaya devam eder.
 
 Hanımın akrabaları,adı uzun olduğundan ve Fatık amca diyemediklerinden kısaca FITIK AMCA derler..Fakat Fıtık Amca,çok kıskanç birisidir.Karısını hiçbir yere bırakmaz.Kendisinin de çevresine karşı iyi bir koca olduğu intibaını vermek için,bazı zamanlar karısını fazla uzağa gitmemek şartıyla sokağa çıkmasına izin verir...
 
 İşte böyle bir günde,karısı sinemaya gitmek için izin alır.Kızın adı Necmiye’dir.Fıtık Amca karısını kıskandığınadn daha önce sinemaya gider,; “Hazreti Ömer’in adaleti “ adlı filmi seyreder,içi rahat eder,sonra o filme gitmesi için karısına izin verir...
                ........
 Eve geldiğinde karısına sorar...
 -Nacmiya? Ne yaptın ben evde yokken?..
 Karısı Nemciye başlar anlatmaya..
 -Öyle bir şey geldi ki başıma, nasıl anlatsam bilmem ki!.,şaşırdım kaldım vallahi!..
 Adam iyice telaşlanır,anlatması için zorladıkça zorlar...Kadın da zaten biraz saf...
 -Senin söylediğin sinemaya gitmek için evden çarşaflanarak çıktım.
 -Şok gozel,avet Nacmiya...
 -Yolda giderken bir herif takıldı peşime,ben nereye o oraya!..Dur bakalım,ne olacak diye merek ettim.
 Adam bozulur, manzarayı da çaktırmamaya çalışarak ve şaşırmış görünerek!
 -Allah Allah...Ben de şok merak ettim.Du bakali n’olecak?
 -Ben gidiyorum,o gidiyor...yanımdan hiç ayrılmıyor.Dur bakalım ne olacak diyorum içimden!...
 Adam iyice meraklanmıştır...
 -Sinemaya gittim. Adam da peşimde. Bilet aldım o da bilet aldı.İçeriye girdim o da girdi...Ben oturdum o da yanıma oturdu...
 -Allah Allah,şabuk anlat Nacmiya, du bakali n’olecak?..
 -Işıklar söndü..
 -Anlat Nacmiya çabuk,du bakali n’olecak!..
 -Adam’ın eli ayağı durmaz oldu,çarşafımın altından,...
 Saf kız anlattıkça anlatır.Adam terlemeye başlar.
 -Sinemadan çıktım.O da peşimden çıktı.Ben gidiyorum o da peşimden geliyor...Bizim sokağın başına kadar geldi!..
 -Şabuk anlat,Nacmiya!..Du bakali n’olecak?
 -Ben apartmanın içine girdim,herif de girdi.Dur bakalım ne olacak diye de merak ediyorum.
 -Çantamdan anahtarı çıkartıp,kapıyı açtım,içeri girdim,o da girmez mi?
 -Du bakali n’ olecak...Aman anlat şabuk Nacmiya...
 -Yatak odasına girdim,soyundum..Olur şey değil, o da yatağa girmez mi?
 -Ayvaahh!..Du bakali n’olecak?..
 -Ben de senin gibi dur bakalım ne olacak diye merak ediyorum..
 -Aman şabuk anlat Nacmiye, du bakali n’olecak?..
 -Hiç canım bir şey değilmiş,ben de senin gibi merek etmiştim..
 Adam beyninden vurulmuşa döner,acaba namusum elden gitti mi diye!..
 -Can havliyle tekrar sorar..
 -Anlat şabuk du bakali n’olecak!...
 -Hiç canım,aynen senin her akşam ki yptını.... yaptı!.
 -Ayvaah Nacmiyaa!...
                  .................
 Kahvede ki işçi emeklisi yanıdakilere anlatmaya devam eder..
 -Her gün burada toplanıp, laflayıp duruyorsunuz; sonunda da, “DUR BAKALIM NE OLACAK BU  MEMLEKETİN HALİ” diye merak edip soruyorsunuz ya, ben de sizi meraktan kurtarmak için ne olacağını anlattım...
 
 Kahvede oturanlardan herkesten bir kahkaha tufanı kopar.
 Emekli son sözünü ekler:
 - Velakin hiç mühim değil!?..  17.01.2013
 
NOT:Okuyucularımdan,ahlaka mugayır addedilecek,bazı yerleri yazmak zorunda kalmış olmamdan özür dilerim.
 TÜRK OCAKLARI
 ÜMRANİYE ŞUBESİ BAŞKANI
 AV.FARUK ÜLKER