Akp’ye oy ver (!) Fevzi KÜÇÜKKAHVECİ kaleminden.. Akp’ye oy ver (!) Fevzi KÜÇÜKKAHVECİ kaleminden..
 Bilindiği gibi, 28 Ocak 1920'de toplanan son Osmanlı Mebusan Meclisi gizli oturumunda, Milletin Erzurum ve Sivas kongrelerinin kararları doğrultusunda "Misak-ı Milli'yi" kabul etti. Milli Misak'a göre, 30 Ekim 1918'de imzalanan Mondros Ateşkes Anlaşması sınırları içerisinde bulunan Türk Vatanı bölünmez mukaddes bir bütünldür. Ordumuzun filen bulunduğu sınırlar ve hukuken Vatanımıza ait olan topraklardan katiyetle taviz verilemez.

Misak-ı Millî (Günümüz Türkçesi ile Milli Yemin) Kurtuluş Savaşı'nın siyasi manifestosu olan altı maddelik bildirinin adıdır. İstanbul'da toplanan son Osmanlı Mebusan Meclisi tarafından 28 Ocak 1920'de oy birliği ile kabul edilmiş ve 17 Şubat'ta kamuoyuna açıklanmıştır.

Bildiri, I. Dünya Savaşı'nı sona erdirecek olan barış antlaşmasında Türkiye'nin kabul ettiği asgari barış şartlarını içerir.
Bildiri mecliste gizli oturumda Ahd-ı Millî Beyannamesi adıyla kabul edilmiş, ancak daha sonra "Misak-ı Millî" olarak anılmıştır. Her iki deyim de ''Milli Yemin'' veya ''Milli Ant'' anlamına gelir.

MİSAKİ MİLLİ KARARLARI

1. Mondros Ateşkesi imzalandığı sırada işgal edilmemiş bölgeler kesin Türk yurdudur, parçalanamaz. Arap kökenli halkın oturduğu ve Mondros Mütarekesi imzalandığı tarihte yabancı devletlerin işgali altında bulunan bölgelerin geleceği, halkın serbest oyuyla belirlenecektir.
2. Daha önce referandumla bize bırakılan; Kars, Ardahan ve Batum'da (Elviya-i Selase) gerekirse yeniden referanduma gidilecektir.
3. Batı Trakya'nın geleceği referandum ile belirlenecektir.
4. İstanbul ve Marmara Denizi'nin güvenliği her türlü tehlikeden uzak tutulacak, Boğazların ticaret gemilerine açık tutulması, Halifenin güvenliği sağlandığı taktirde ilgili devletlerin aralarındaki antlaşmalarla sağlanacaktır.
5. Azınlıklara, diğer ülkelerdeki Türk azınlığa tanınan haklar tanınacaktır.
6. Siyasi, mali ve adli gelişmemizi engelleyen sınırlamalar kabul edilemez. (Kapitülasyonlar)

MUSUL MESELEMİZ

Milli Ant sınırları içinde kalan Musul Vilayeti'mizi, İngilizler Mondros Mütarekesi 'nden sonra, bu anlaşmada yer alan 7 inci maddeye göre; lüzum görürlerse karışıklık çıkan bölgelere İtilaf devletlerince müdahele edilebilir hükmünü içeren bu maddeyi bahane ederek, haksız olarak Türk Kuvvetleri'nden ele geçirmişlerdi. 

Bağımsızlık Savaşımızın zaferle sonuçlanmasından sonra, Türkiye ile İtilaf Devletleri arasında Lozan Barış Konferansı düzenlenecektir. Bu Lozan Görüşmeleri esnasında Türkiye'yi baş delege olarak İsmet Paşa olmak üzere, yardımcısı Sağlık Bakanı Dr. Rıza Nur başkanlığında kurulan bir heyet temsil ediyordu. Lozan Barış Konferansı başkanı, o sıra aynı zamanda Dışişleri Bakanlığı yapan, daha sonra da İngilizler'in Başbakanı olacak olan Lord Curzon'du. Konferans'da Türk heyeti ile Lord Curzon arasında Musul Meselesi üzerine çok sert tartışmalar geçmiştir. Görüşmeler sonucunda bir uzlaşmaya varılamaması sebebiyle, Musul Meselesi'nin çözümü Lozan Konferansı sonrasına bırakıldı. Mutabakata göre de 24 Temmuz 1923'de imzalanacak Lozan Barış Anlaşması'ndan dokuz ay sonra toplanacak İngiltere ve Türkiye arasındaki bir ikili konferans da sonuç vermese mesele bugünkü Birleşmiş Milletler Teşkilatı'nın, o zamanki adıyla karşılığı olan Milletler Cemiyeti'ne bırakılmıştı.

İngiltere ve Türkiye temsilcisi heyetlerin görüşmelerinden bir sonuç alınamaması üzerine, Milletler Cemiyeti'nde meselenin görüşülmesine 20 Eylül 1924'de başlandı. Milletler Cemiyeti'nin Musul Meselesi'ni incelemek için oluşturmuş olduğu komisyonunun 16 Temmuz 1925'de tamamladığı rapora göre, Musul İngiliz mandası altındaki Irak'a bırakılıyordu. O zamanki Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras Bey hazırlanan raporun bağlayıcı olamayacağını bildirmesine rağmen, Milletler Cemiyeti 16 Aralık 1925'de Musul'u Irak'a bırakan bir kararı kabul etti.

Milletler Cemiyeti'nin aldığı bu karara Türkiye çok sert tepki gösterdi ise de, o zaman Devletimizin içinde bulunduğu zayıf durum, içerimizde çıkan Şeyh Sait isyanı ve dış politikadaki yalnızlığı yüzünden, İngiltere ve Irak hükümetleri ile 5 Haziran 1926'da Musul'u Irak'a bırakan Ankara Anlaşması'nı imzalamıştır. Bu Anlaşmada yer alan bir maddeye göre, Türkiye'nin Musul Petrolleri'nden 25 yıl süreyle yüzde 10 pay alması hükme bağlanmıştır. Ayrıca bir başka maddeye göre de, Irak'ın toprak bütünlüğünün bozulması halinde, Musul Türkiye'ye iade edilecektir hükmü de yer almaktadır. Ancak, Türkiye'nin Musul Petrolleri üzerindeki bu hakkından İngiltere'den beşyüzbin sterlin alarak vazgeçmesi üzerine, Milli Ant sınırları içinde kalan Musul Vilayeti'miz, üzerinde şahsi mülkiyet hakkı da dahil, tarihi, iktisadi, coğrafi, hukuki, sosyal, kültürel ve stratejik haklarımız olmasına rağmen, çeşitli entrikalarla bizden çok ucuza koparılmıştır. 

DURUM DEĞİŞEBİLİR Mİ? 

Çağımızı ümit ve endişe verici hadiseleriyle birlikte gerçekçi ve doğru olarak değerlendirmek isteyenler, Milletler arasındaki ilişkilerde hak kuvvetlinin oluyor ilkesinin hâlâ geçerliliğini koruduğunu gözden uzak tutmamalıdırlar. 

Dış Politika literatüründe "Gun-bouat Diplomacy" ,yani " Savaş Gemisi Diplomasisi" olarak geçen, atalarımızın deyimiyle "aba altından sopa göstermek" politikası bugün de uygulanmaktadır. Nasıl ki, dün egemen Devletler, gücünü ortaya koymak isteyince, hemen ders verilecek ülkenin üzerine askeri kuvvetlerini gönderirler, baş kaldıranlar, güçlü silah ve techizat ile donatılmış kuvvetleri karşılarında bulunca çabucak dize gelirlerdi.

Günümüzde de, Birleşmiş Milletler Teşkilatı'nın, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi nin, Helsinki Nihai Senedi, AGİK-Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konseyi ve pek çok sayıda milletlerarası barış ve insani yardım kuruluşunun mevcudiyeti savaş gemisi politikasını engellemek için yeterli değildir. Çünkü mevcut olan Dünya Düzeni adalet üzerine kurulmamıştır. Bir Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi vardir. Bu teşkilatta sadece beş ülkeye tek başlarına veto hakkı tanınmış olması, o ülkelere hangi ölçüye göre verilmiştir? Elbetteki bu hak onlara ikinci dünya savaşının galipleri olarak askeri, siyasi, ekonomik yönden kuvvetli ve nükleer silahlara sahip oldukları için tanınmıştır.

Bugün Amerika Birleşik Devletleri dünya siyasetine hâkim ve birinci derecede belirleyicisidir. Rusya Federasyonu çok geniş coğrafyası ile nükleer teknolojiye sahip olan halen önemli bir ülkedir. Harcamayla bitiremeyeceği nüfusuna bağlı olarak Çin, sanayileşmesini tamamlamış Fransız ve İngilizler diğer önemli güçlerdir. Ancak biliyoruz ki, dünkü güçler çökebiliyor, zayıf toplumlar güç kazanabiliyor. Gelecek insanlığa büyük değişimler, yeni dengeler, yeni birlikler hazırlayabiliyor. Zulme ve haksızlığa dayalı egemenlikler er ya da geç yıkılmaya mahkümdür.

Sanayileşmiş Almanya ve Japonya'nın, Türk Dünyası'nın desteğini arkasına almış Türkiye'nin ya da bir başka yükselecek yeni gücün, Birleşmiş Milletler Teşkilatı'nın bünyesinde daimi üyeleri ile neden? Eşit statüde ülke olamayacağını sorgulamadan edemiyor akıl sahibi olan insan.

Dünya siyasetine hâkim olmak isteyen bütün siyasetlerin kaderine yön veren, ortak hedefler çizen Ortadoğu'da bu saydığımız güçlere rağmen, bugün bir sınır değişmesi zor görülüyor. Ancak bu imkansız da değildir.

Irak, Suriye ve Ortadoğu'da dünya güçlerine rağmen, 100 yıl önce Sykes-Picot anlaşmasına göre çizilen sınırların değişmesi, Türk Milleti'nin silkinip özüne dönmesine ve Tarihte olduğu gibi, Orta Doğu Bölgelerinde yaşayan kardeşleriyle ortak hareket etmesine bağlıdır.

Bazı jeopolitikçiler, dünya siyasetine hâkim olan bugünkü güçleri değiştirebilecek yegane gücün Türkler olduğu gerçeğini çok iyi biliyorlar ve bunu ağızlarından kaçırmışlardır.

Tevhidi birliğimize, "gerçek olmaz" kim diyor? Dünya güç dengelerini kim bozacak biliyor. İbret alınmazsa sayet, hata sürüp gidiyor. Bunu asla unutmayalım.

Dünyanın en önemli jeopolitik ve stratejik bölgesinde, adeta arzın merkezinde bulunan Türkiye'nin, Türk Dünyası ve İslam Alemi ile birlikte uyanışları başlamıştır.

Bu uyanış, dünya siyasetine hâkim olan güçleri ve onların baskı düzenlerini sona erdirecek, 21. asrı Türklerin ve İslam'ın asrı yapacaktır inşallah.

Hasan KÜÇÜK



Editör: TE Bilisim