Çıkış noktasından, satırların peşinden koşarken ulaştığım  “son nokta”ya kadar bambaşka bir yazıydı bu aslında.  “Şeref”in öyküsünü yazmıştım. Tam,  “oldu galiba; yollayabilirim”  dediğim anda Yalçın Doğan’ın Hürriyet’ten kovulduğu haberi  “düştü” internet medyasına. Doğan, Medyaradar’dan Alev Gürsoy Cimin’e yaptığı ilk değerlendirmede, sürpriz olmayan bir şekilde  “yukarıdan gelen talimata” bağladı, gazete yönetiminden gelen  “tak sepeti koluna...” mesajını.
İşte bu kadar; Yazarını, çizerini, kalemlerinde yükseldiği emektarlarını, emekçilerini bir  “Alo...” da, bir “eyyyy”li azarda, bir  “yüksek irtifalı yeşil ışık”ta, gözünü kırpmadan, gözlerinin yaşına bakmadan  “harcayabilecek”, dahası bunu hazmedip, normalleştirip, rutinine dönüştürebilecek kadar  “şerefli”  bir medya zemininde tartışıyoruz günlerdir  “şerefsizlik” meselesini!
İronilerin şahı...
* * * 
Mat oldu; ondan hıncı...
* * * 
Ülkemizin aslında hiç de yabancısı olmadığı hatta artık neredeyse bir  “klişe”ye dönüşen “yalıda viski yudumlayanlar” metaforuna karşı -sanki ilk defa duyduğumuz, ağzımızı açık bırakacak marjinallikte bir benzetme/betimleme kalıbıymış gibi- gösterilen aşırı hayret ve öfkenin asıl nedeni de bu olabilir mi?
Ucunun bir şekilde hemen herkese dokunuyor olması yani!
 “Konjonktür” hemen her sektörde, hemen herkesi ama az ama çok  “değerlerinin dışına”  çıkmaya zorladığı ve hemen herkes -en direniyor görüneni bile- ama az, ama çok ödün verdiği için  “kendinden” ...
Şu veya bu şekilde; kâh karşımızdakini, kâh kendimizi kandırarak ama çoğumuz  “süte su karıştıran ama sorsan mahallenin ahlak kumkuması amca”dan hallice olmayı “eğilip-bükülmezlik” sayar olduğumuzdan...
 “Biz” olana kadar geçtiğimiz yollardan birinde -uzun ince bir yol yahut daracık bir patika hiç fark etmez ama ille de- taviz yazdığından...
 “Şeref”in tavizi olmaz ya... Ondan hedefinde olan olmayan herkes dahil olma ihtiyacı duydu belki de bu tartışmaya!
* * * 
Olamaz mı?
Neden?
Mesele, sadece “6 milyon oy almış meşru bir siyasi partinin seçmenine hakaret” olsaydı iddia edildiği gibi, bu  “ilke” doğrultusunda, mesela 7.5 milyon oy almış meşru bir başka siyasi partinin seçmenine hakaret edilirken de bu  “ileri demokrat” nöbetlerin geçirilmesi gerekmez miydi?
Ama geçirilmedi.
Türklerin  “milli” sembolü olan, ele avuca gelir yegane  “mit”i, efsanelerinde türeyişinin kaynağı yapıp  “ata”laştıracak kadar kutsallaştırdığı (ideolojik hezeyan değil üniversitelerde okutulan bilimsel yaklaşım) kurt sembolü üzerinden,  “tek suçları hür iradelerini kullanmak olan” milyonlarca insana  “it-köpek” denilmesinde hiçbir beis görülmedi.
* * * 
Mevzu başka bana kalırsa. Oslo’da koptu bu dananın kuyruğu. Sır olmaktan çıktı;  “şerefsiz”in kim olduğu, 2011 seçimlerinin arifesinden beri adıyla sanıyla belli bu ülkede.
Eh “şerefsiz”in adresi “terör örgütüyle görüşme-müzakere-diyalog-barış”la tarif edilince; aklını, fikrini, evini, cebini, oyunu -fark etmez- bu mahalleye taşıyan herkes; Müzakereci iktidar...
Türk Milleti her gün şehit verirken, memlekette ay-yıldızla örtülmeyen musalla taşı kalmamışken neredeyse,  “katilin ailesi”yle, görücüye çıkan evde kalmış kız coşkusuyla  “enseye şaplak” pozları verebilen  “milli his” fakiri ana muhalefet... Şakağına dayalı namlunun  “dili”nden başka bir şey olmayan “eş-muhalefet(!)” ... Yıllarca talimatla şehit haberlerini görmeyen, göstermeyen, talimatla yazan, talimatla yazmayan, “besiye çekilen PKK gerçeği” ni gizleyen medya... Kolundan bir peçete sarkıtsan  “uşak”tan ayırt edemeyeceğin patronların o ters “L” pozisyonu var mesela... Onu hiç unutmayın; Sermaye...
Hepsi otomatikman,  “yandaş”  gibi bir nevi, aynı mahallenin sakinleri kontenjanından  “namdaş” oldular  “şerefsiz”le...
Yüzlerine pattadanak söylenince zorlarına gitti tabii; Göz görmeyince gönül katlanırmış; kim her sabah aynaya baktığında bir  “şerefsiz”le yüzleşmek ister ki! Herkes biraz kendinden kaçıyor;
İddia olunan  “Şerefistan”ın kudretli cemiyetini temsil ediyor-muş gibi- sefa sürmek iyiydi; maskenin altında dura dura küflenen sefilliğin kesif kokusu nefeslerini kesti...
Ondan bu toplu nefret/lanet ayini!