Süt-et üretimi azaldı, angus ithal ediyoruz; böylece paramız yurt dışına çıkarken, cari açık da büyüyor. Peki, hiç düşündünüz mü; kendi ineğimizle değil de, neden gavurun ithal hormonlu angusuyla, kurban kesiyoruz? Çünkü köylünün ürünü para etmiyor ve köylü, saygın bir hayat yaşayamıyor. Hayatta kalmak için çareler arayan köylü, para kazanabilmek umuduyla şehre göç ediyor. Ancak çiftçi, sanayi için yetişmiş kalifiye eleman olmadığından; sanayide ve başka pek çok alanda, kolay kolay iş bulamıyor. Şans eseri aile bireylerinden birisi iş bulursa, diğerlerine bakıyor. Oysa tarımda ve hayvancılıkta, yabancı mallar ithal edilip tüketilsin diye; İMF-AB kapsamında, çiftçilerimize destek kaldırılmasaydı ve yerli üretime sınırlandırılma getirilmeseydi; yerli malı üretilip tüketilecekti. Böylece hem yerli üretici kazanacak; hem de çiftçilerimiz köylerinde kalarak, tüm bireyler boş arazileri işleyip değerlendirecekti. Tüm bunların sonucunda ülkemiz, tarım ve hayvancılık ürünlerinde ithalat değil; ihracat yapacaktı…

 

2002 yılı itibariyle ülkemizde, doğrudan ve dolaylı tütün ekimi ve işçiliğinde 700.000 insanımız çalışırken; 2008 itibariyle 200.000'e düştü. Yani 500.000 işsiz buradan geliyor. Tekel, 150 milyon dolara satıldı; daha sonra tekeli alan özel girişimci, tekeli 900 milyon dolara sattı. Şimdi ise, 2 milyar dolara tekel tekrar el değiştiriyor. Hurafeciler tarafından, devletimiz burada da zarara uğratıldı. Son olarak tütün konusunu özetlersek; çiftçilerimiz tütün ekmiyor, tütün fabrikaları satıldığı ve işlev değiştirdiği için,  işçiler çıkarılıyor. Yerli sigara üretimi olmadığından, pazarımıza tamamen yabancı tütün egemen oluyor. Buradan da yine, ülke kaynakları dışarı akarken, cari açık büyümekte... Çiftçilerimizin bir başka sıkıntısı ise; ürünü 2002 fiyatıyla alınırken, çiftçilerimizin kullandığı gübre ve değişik ürünler, 4 kat zamlandı...

 

Fındığa da, birazcık değinmekte yarar var. Dünyada her malın fiyatını, üreticisi belirlerken; çiftçilerimizin ürün fiyatını, alıcı belirliyor. Güzel ülkemiz, dünyadaki fındık üretiminin % 80'ini gerçekleştiriyor ve istediğimiz fiyatı belirleyebiliriz; çünkü çikolata firmaları, fındık almak zorunda. Elimizde böyle bir koz varken, neden çiftçilerimizin yararına değil de, aracıların yararına kullanıyorlar, diye sormak ve düşünmek gerekiyor...

 

Çiftçilik konusunu özetlersek, 10 yıl önce tarımda kendimize yeten ülkeyken; şimdi tarımda ihracatı bırak, tohumu bile ithal ediyoruz; üstelik bu tohumlar, GDO'lu. Yani hem kendileri kısır; hem de ekildiği toprağı ve yetişen ürünleri yiyenleri kısırlaştırıyor...

 

Özelleştirmelerle, hurafeci besleme sermayedarlar oluşturma ve ekonominin yabancılaştırılması

 

Hurafeci hükümetin, kendilerine yakın hurafe medyası ve hurafe sermayedarları oluşturmak için, yapılan özelleştirmelerden de söz edelim. Hatırlarsanız ATV & Sabah, 1,200 milyon dolara, 700 milyon doları devlet kredisiyle, hurafeci Tayyip'in dünürüne satıldı. Yani devletin kendi malını satarken, alıcıdan alacağı parayı da, alıcıya kredi aracılığıyla devlet verdi. Böylece o kişi (Ahmet ÇALIK), devletin parasıyla devletin malını aldı. Yine ÇALIK Grubu’nun bankası Aktif Bank, sigortacı şirket değil ve 10 şirkete, (Axa Oyak, Güneş Sigorta, Allianz, AIG, Aviva Sigorta, Anadolu Sigorta, Ankara Sigorta, Euler Hermes, Coface Sigorta ve ICIEC) devletin PTT şubeleri üzerinden acentelik hizmeti veriyor. Oysa Sigorta Acenteleri Yönetmeliği’nin 12. maddesi “acentelik yetkilerinin verilmesi” başlığı altında 1. fıkrasında şöyle diyor:

“Acentelik faaliyetinde bulunulacak sigorta dalları ve bu dallar kapsamında tanınacak yetkiler belirtilmek suretiyle acentelere verilecek acentelik yetkisi bizzat sigorta şirketlerince hususi bir vekâletname ile tanımlanarak usulü dairesinde tescil ve ilan ettirilir. Bu yetkiler acenteler tarafından başka acentelere veya kişilere devredilemez.”

 

Bu durum, hukuki olarak değerlendirdiğimizde, Hazine Müsteşarlığı’nın Sigorta Acenteleri Yönetmeliği’ne aykırılık içeriyor…

 

2010 yılı sonunda 35 milyon lira kar açıklayan Aktif Bank’ın, 2011 sonu itibariyle kârı % 42,51 büyüdü ve 50 milyon 29 bin liraya kadar yükseldi. Banka, geçtiğimiz yıl toplam aktiflerini ise yüzde 72,6 büyüterek 1,5 milyar liradan 2.55 milyar liraya çıkardı… *1

 

2010 yılında bankaların kârı, 17 milyar dolar olarak gerçekleşti; bankaların % 42’si yabancılara satıldığından, bu kâr payının 6 milyar doları dışarı gitti ve cari açığa eksi yönde katkıda bulundu. Peki, dışarı giden bu kâr nereden geliyor? Olay şu ki: 2002-2010 yılları arasında, tüketici kredi borçlu sayısı 1 milyon 600 binden 12 milyon kişiye ulaştı. Yani % 42’si yabancılara satılan bankalara, 8 yılda borçlanan kişi sayısı yaklaşık olarak 10 milyon arttı; üstelik bu krediler isminden de anlaşılabileceği gibi tüketici kredisi. Yatırım veya üretim kredisi olsa neyse, insanlarımız bu sayede belki borçlarını ödeyebilirler. Ancak tüketim kredisi olduğu için, böyle bir olanakları olmayacak. Borçlanarak, geleceklerini şimdiden yiyorlar; adeta arazi veya benzeri varlıklarını ipotek altına sokarak, geleceklerini bağlıyorlar ve hayallerinden, umutlarından vazgeçiyorlar. Vatandaşlarımızın, yaklaşık % 60’ı borç ve taksit ödemeleri altında eziliyor. 2011 yılı itibariyle, 768 bin kişi tüketici kredisi; 1 milyon 430 bin kişi de kredi kartı borcunu ödeyemediği için, bankaların haciz takibindedir… Merkez Bankası verilerine göre; 2011 Şubat Ayı Protestolu Senet Adedi: 60.631 Tutarı: 326.323.085 TL; 2012 Ocak Ayı Protestolu Senet Adedi: 80.151 Tutarı: 430.033.631 TL oldu. Bu da gösteriyor ki sadece bir yıl arayla, karşılaştırılan iki ayın arasındaki fark bile çok büyük…

 

Bankaların % 42’si yabancılara satılarak, yabancılara köle yapılan insanlarımızın sayısıyla durumu değerlendirmeyelim; aynı zamanda yabancılara olan borcu, parasal büyüklük yönünden de değerlendirirsek, şu veriler ortaya çıkar: 2002 yılında insanlarımızın bankalara olan toplam borcu, 2 milyar 800 milyon lira iken; 2010 yılında insanlarımızın bankalara olan borcu 123 milyar liraya yükseldi. Genelde de % 70'i yabancılara satılarak yapılan 30 milyar dolarlık özelleştirmeyle; ekonomimiz tamamen yabancılaştırıldı. Üstelik satılan kuruluşların, zaman içinde işlev değiştirmesiyle; pek çok çalışan işten çıkarıldı. Tüm bunlar olurken, borcumuz üç kat arttı ve para getirecek kuruluşumuz da kalmadı. Yukarıda sunduğumuz veriler gösteriyor ki, hem insanlarımız bireysel olarak yabancılara borçlanıyor; hem de devletimiz kendi varlığını satmasına rağmen borcu artıyor. Peki, bunun sonu ne olacak?

 

Dış ticaret açığında cumhuriyet tarihinin rekoru kırıldı. Dış ticaret açığı, 2011 yılında yüzde 48 artışla 106 milyar dolara dayandı. Türkiye İstatistik Kurumu'nun verilerine göre, 2011 yılında ihracat; 134,9 milyar dolar olurken, aynı dönemde ithalat 240,8 milyar doları aştı. Böylece, yüzde 48 artışla 106 milyar dolara yükselen dış ticaret açığı, Cumhuriyet tarihinin rekorunu kırdı. Ayrıca yapılan ihracat Türkiye üretim merkezli değil; aramalı üretimini tamamen terk ettik. Son 10 yılda, ara malı ithalatımız toplam 637 milyar dolar oldu. İçeride üretebileceğimiz ürünlerin tamamını, dışarıdan alıyoruz. Orta ve üst düzey teknoloji gerektiren bütün üretim dallarında dış alımımız, dış satımızdan fazla. Yani açık veriyoruz. 2002-2010 arası bilgisayar, cep telefonları diğer iletişim araçları, elektrikli ev eşyaları ve otomotivi kapsayan makine teçhizat kaleminde, 120 milyar 449 milyon dolar net dış ticaret açığı (sattığımız-aldığımız) verdik. İmalat sanayinin lokomotifi olan, ana metal sanayinde ise net açığımız, 40 milyar 762 milyon dolar. Yani teknolojiye dayalı üretimde yokuz. *2

Bu veriler gösteriyor ki, en iyimser ifadeyle ihracatımızın %60’ı ithalattan oluşuyor. Buradan, büyük bir oranda dış ticaret açığı gizlenmektedir…

 

Hurafeci AKP öncesiyle hurafeci AKP sonrasını karşılaştıracak olursak, dehşet verici tablolar ortaya çıkıyor. Şöyle ki: Merkez Bankası verilerine göre, devletimizin verdiği toplam cari açığı 80 yılda: 44 milyar dolar; hurafeci AKP hükümetiyle, 9 yılda verilen cari açık: 294 milyar dolar. Yani, 9 yıllık hurafeci AKP hükümetinin cari açığı, 80 yıllık cari açığın 7 katı olarak gerçekleşti. Devletimizin verdiği toplam dış ticaret açığı: 80 yılda 246 milyar dolar; hurafeci AKP hükümetiyle, 9 yılda verilen dış ticaret açığı: 502 milyar dolar. Yani, 9 yıllık hurafeci AKP hükümetinin dış ticaret açığı, 80 yıllık dış ticaret açığının iki katından bile fazla. Devletimizin ödediği toplam faiz 80 yılda: 150 milyar dolar; hurafeci AKP hükümetiyle 9 yılda ödenen faiz: 450 milyar dolar. Yani, 9 yıllık hurafeci AKP hükümetinin ödediği faiz, 80 yıllık faizin 3 katı. 2002-2012 yılları arasında hurafeci AKP, 1 trilyon 400 milyar dolarlık kaynak kullandı; kullanılan kaynağın yaklaşık üçte biri, doğrudan faize gitti. Yani hiç kullanılmadan, heba edildi. Gizli-açık 13 milyon işsizin olduğu ülkemizde, bu kaynak üretime yatırılsaydı; şimdi ve gelecekte tamamen işsizlik sorunu çözülecekti…

 

Ülkemiz fakir değil; aksine çok zengin. Ancak, çirkef siyasetçiler, kaynakları yanlış kullanıyorlar; bunun sonucunda, dış borç alıyor ve daha çok faiz ödeyerek, yabancılara kölelik yapıyoruz. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, ekonomimiz zayıfladığından, hem dış politikada, tavizler vermek zorunda kalıyor; hem de içerde, gerekli eğitim, savunma ve üretim sanayi yatırımı yapacak kaynak kalmıyor. Sanki hurafeci başbakan, yukarıda belirttiğimiz özellikte bir ülkenin başbakanı değilmiş gibi, kendine 200 milyon dolarlık uçak alıyor; üstelik bu uçak, soykırım iftirasını atan Fransız malı *3

 

Ekonomisi kötü olan bir ülkede, insanların, saygın, ahlaklı bir hayat yaşamaları beklenemez; hele hele hükümetin hurafeci olduğu bir toplumda, bunu hayal etmek bile komedidir. Hükümet içinde, bakanlar ve vekiller, ihale usulsüzlükleri, görevi kötüye kullanmalar, ihaleye fesat karıştırmalar gibi hırsızlıklar yaparken; aç kalan insanlar da, hayatta kalabilmek için, ahlaki-gayrı ahlaki, her türlü çareyi aramak zorunda kalacaklardır. İşte aç olan bu insanlarımızdan 90 bin hanım; bedenlerini satabilmek için, sağlıklı raporu alarak vesika başvurusunda bulundu. Hurafeci hükümet, bu acı verici manzarayı görüp her alanda işsiz insanlara iş olanakları sağlayacağına; yurt dışından yabancı öğretmenlerin ve diğer alanlarda yabancı çalışanların getirilmesine, önayak oluyor. Oysa bu öğretmenler gelir gelmez, daha yorgunluklarını atmadan, terleri kurumadan, hemen farklılıklar yönünden açıklama yapacaklar! Bu öğretmenler, haftanın 7 günü/24 saati, aralıksız, bölücülük için gelen casuslardır! Hurafeci hükümete soruyoruz: Eğitim fakültesini bitirmiş, o kadar öğretmen adayımız varken ve binlercesi, sırf düşük maaşla çalışsınlar diye, vekil öğretmenliğe zorlanırken; neden bizim öğretmenlerimiz atanmıyor da; özellikle sömürgecilerden, yüksek maaşla ve üstelik bilinçlere verecekleri yıkım ve zararları düşünülmeden, yabancı öğretmenler getirtiliyor? *4

 

Ülkemizde maalesef sadece insanlar değil; hurafeci hükümet de, devletimizin bedenini satıyor

 

Tapu Kanunu’nda değişiklik öngören 5782 Sayılı Kanun’un, Anayasa Mahkemesi tarafından 12 Mayıs 2011 tarihinde onaylanmasıyla birlikte, yabancılara toprak satışının önündeki bütün engeller kaldırıldı. Ancak bu yasa Lozan’ın delinmesi, ortadan kaldırılması anlamına geliyor; ülkemizin güvenliği ve geleceği açısından çok büyük bir tehlike yaratıyor: Yabancı gezi firmaları, orman alanlarını sorgusuz sualsiz satın alabileceklerdir. Yabancı şirketler, bugüne kadar işletmesini aldıkları Tüpraş, Telekom, bankalar gibi kuruluşların, maden alanlarının, limanların, enerji kuruluşlarının, derelerin sadece işletme hakkını değil; sürekli sahip olacakları şekilde, tapularını üzerlerine geçirebilecekler. Yani yasa ile şirketler, maden alanlarının mülkiyetini, tapusunu alabilecek duruma geldi. Yasa öncesinde, limanların işletme hakkı veriliyordu; bundan böyle yabancılar mülkiyetine de sahip olacaklar. Galataport, Antalya, Mersin ve Trabzon limanları, İzmir limanı satıldı. İstanbul’da satılmadık liman kalmadı. Yabancılar bütün bu limanların da mülkiyetini alabilecekler. Adaları, önceleri Türkiye’deki alıcılar, yabancılarla ya da kendi başlarına birleşerek satın alıyordu; şimdi yabancılara devredebilecekler. 2003-2011 arasında, dokuz yıllık AKP iktidarı boyunca, yabancılara 82 milyon metrekare toprak satıldı. Yabancı şirketler, 29 ya da 49 yıllığına 150 bin kilometrekarelik (Türkiye’nin yüzölçümünün yüzde 17’si kadar) maden alanının işletme hakkına sahip oldu. *5

 

Tüm bu olumsuzlukların yanında, kendini bilmez hurafeci kitapsızlar ve borazan yayın kuruluşları hâlâ: “Büyüyen Türkiye”, “İstikrarlı Türkiye”, “Yeni Türkiye” gibi ifadeler kullanıyorlarsa, bunu nasıl açıklayacağız? Evet; Türkiye’de birilerinin sermayesi büyüyor ve bu büyüme, oldukça istikrarlı bir büyüme. Ancak bu istikrarlı büyüme, 74 milyonluk insanımıza ait değil; küçük bir yerli ve yabancı zenginlerin büyümesidir. *6

 

Ülkemizin, saklı enerji kaynakları olup; kendilerini iktidara getiren yabancıların çıkarlarını yaşatmak için, ülkemizin enerji kaynaklarını devreye sokmayan hurafeci hükümetin, enerji alanındaki çalışmaları da diğer alanlardan farklı değil. Türkiye, elektrik üretiminin sadece % 2,6’sını petrolle gerçekleştiriyor; doğal gaza bağlı elektrik üretimi ise % 46. 2010 yılında elektrik tüketimimizin yaklaşık yarısını karşılayacak kadar devreye alınmamış yerli linyit kaynaklarımız varken, mevcut kurulu gücün % 18’i oranında, ithal taş kömürüyle üretim yapacak santraller kurmak için yeni lisanslar verildi. Hurafeci hükümetin, yabancılara hizmet etme aşkını, anlamakta zorlanıyoruz doğrusu. Necdet PAMİR’e göre, 2011 yılında ülkemizde 210 milyar kilowatt-saat (kWs) elektrik tüketildi. Ancak, ülkemizin yıllık yerli enerji üretim kapasitemiz aşağıdaki gibidir:

 

1. Güneş: 380 Milyar kWs.

2. Rüzgâr: 120 Milyar kWs.

3. Yerli Linyit: 110 Milyar kWs.

4. Hidroelektrik: 100 Milyar kWs.

5. Biyogaz: 35 Milyar kWs.

6. Jeotermal: 10 Milyar kWs.

 

Toplam yıllık üretim kapasitemiz, 735 milyar kilowatt-saat ediyor -ki bu da tüketimimizin üç katından fazladır. Dış fosil kaynaklarda (doğalgaz, petrol, ithal taş kömürü) ısrar etmemiz nedeniyle, dış ticarette son 10 yılda, 150 milyar dolarımız uçup gitti. Oysa vatandaşımız, çiftçimiz, sanayicimiz ithal petrol ve doğalgazla üretilen pahalı elektriği kullanmak zorunda değil. Sadece yenilenebilir enerji kaynaklarımızı devreye soksak, hem enerji ihtiyacımızı karşılar; hem de, çevre kirliliğini durdurabiliriz. Böylece, uluslararası sömürü çarkına düşmeden, kendi özgürlüğümüzü, bağımsızlığımızı kazanırken; kardeş Müslüman ülkeleri de işgallerden kurtarabiliriz. Aklın apaçıklık ilkesiyle düşünüp olumlu sonuçlar almak varken; enerji paylaşım savaşlarında hurafeci AKP, her nedense haçlı sömürgecilere yardım ve yataklık ediyor…

 

İstanbul’da toplanan sömürgeciler, Suriye'de iç karışıklık çıkarıp bölmek istiyorlar. Bu amaçla, Suriye'deki bölücüleri silahlandırıp Türkiye'de eğitiyorlar. Türkiye'de beslenip barındırılan bu hain maşalar, sık sık Suriye sınırını geçerek; Suriye’de dehşet saçıyorlar. Sömürgeci oyunların, Türkiye üzerinden gelen yıkım etkilerini, Suriye atlatabilmek için; Çin, Rusya ve İran'dan yardım alıyor. BOP’ta, şimdi sırası gelen Suriye konusunda, kesin sonuç almak isteyen sömürgeciler; Suriye’ye de destek olması nedeniyle, İran’a ambargo uygulamaya karar verdiler. Sömürgeciler, kendi aralarında aldıkları ortak karar uyarınca; İran'dan fosil yakıt almayacaklar. Sömürgeciler, karara Türkiye'nin de uymasını emrettiler. 29 Mart 2012 tarihinde Amerika’nın Türkiye Büyükelçisi RicCIArdone’den talimat gelir gelmez, hurafeci Enerji Bakanı 30 Mart 2012 tarihinde açıklama yaptı ve "…İran'dan alınan yakıtın, bundan sonra Libya'dan temin edileceğini..." belirtmek zorunda kaldı...

 

Türkiye, petrolün % 35'ini; doğalgazın ise yaklaşık olarak % 50'sini İran’dan alıyordu. Şimdi Libya'ya yönelmeyle, hem güzergâh uzayacağından, hem de alt yapı hazır olmadığından; enerjiye zamlar gelmeye devam edecek. Ayrıca, Libya petrollerine Fransa el koyduğundan; dış ticaretteki bu ithalattan, Ermeni iftiracısı Fransa kârlı çıkacak. Bu şekilde hurafeci hükümet, Suriye konusunda sömürgecilerle ortak hareket etmesi nedeniyle; hiç gereği yokken Rusya ve İran’la karşı karşıya gelerek ülkemizi yalnızlaştırdı. Örneğin, Aralık 2011 başlarında Suriye, Türkiye ile serbest ticaret anlaşmasını askıya aldı. Bu nedenle sınır kapılarında uzun kuyruklar oluştu. 5 günlük bir bekleyişin ardından tırlara geçiş izni 6 Aralık’ta verildi. Ancak daha önce neredeyse yok derecesindeki gümrük vergisi %30’ yükseltilerek; Suriye’ye yaptığımız ihracata büyük zarar verildi. Suriye üzerinden diğer Arap ülkelerine taşımacılık yapan kamyonların, geçiş ücretleri de iki katına çıkarıldı. Önce 300 dolar olan akaryakıt fiyat farkı, 800 dolara yükseltildi. *7

 

Ekonomisi bu şekilde içler açısı durumda olan bir ülkenin, eğitimi, savunması, hukuku ve dış politikası, hurafeci hükümetle, akılcı, gerçekçi olması beklenemez…

 

İstihbaratta durum, ilgilenenlerin bildiği gibi; hem yabancı araçlarla bilgi topluyoruz; hem de istihbaratta güya diğer devletler, bizimle bilgi paylaşımında bulunuyor; tabii güvenip yerseniz. Öyle görülüyor ki, ülkemizde aklını kullanıp düşünmeyen insan çok olduğundan, bunları rahatlıkla yiyorlar ve herhangi bir hazımsızlık olmuyor. İstihbaratta yabancılardan sadece araç ve bilgi almıyoruz; aynı zamanda hurafeci AKP hükümetinin oluşturduğu Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığında, özel uzmanlık isteyen konularda kadro karşılığı olmaksızın, tam gün, kısmi gün, belli bir konu veya proje bazında, konu ya da projenin süresi ile sınırlı tutulmak koşuluyla sözleşmeli yabancı uzmanlar çalışacak. Artık bu yabancılara, ne kadar güvenmemiz gerektiğini, geçmiş deneyimlerimizden çıkaracağız. Örneğin geçmişte İsrail tarafından Heronlarla, ABD tarafından da Predatorlarla, PKK’lılar izlenir. İzleme bilgileri Türkiye'ye verilmezse, askerlerimizi öldürürler. İzleme bilgileri Türkiye'ye verilirse, Askerlerimizi öldüremeyip PKK’lılar öldürülür. Sonra da insanımızın vergileriyle, hazineden tazminat alırlar… PKK paçavralarıyla gömülen 35 kaçakçının ailelerine, 123 bin lira tazminat ödenecek. Karşılaştırmak çok ayıp ama şehit ailelerine ödenecek para 63 bin lira. *8

 

Belki de o kaçakçı ailelere ödenecek olan 123 bin lira, PKK’ya maddi destek olarak gidecek ve bize, silahla ölüm olarak dönecek.

 

Ülkemiz son 10 yılda, öyle acziyet içine düşürüldü ki, şımartılan bölücüler, özerlik ilanı kongresi düzenliyor, kendi paçavrasını açıyor, marşını okuyor, kaymakam dövüyor, insanlarımızı kaçırıyor; şehirlerde çocukları ve kızlarımızı öldürüyor. Ne diyelim? Akılsız başın…

 

Deniz KAÇAĞAN