DOKTRİNDE “AHLAKÇILIK” İLKESİ YOK MU?

"Lider-Teşkilat-Doktrin" hapına sığınmaya başladılar. Sap ile samanı karıştırmak, herhalde bu şekilde oluyor. Can pazarının olduğu zamanlarda bu ilke gerekliydi. Ama Rahmetli Başbuğ bile kendi politikalarının aksine beyanat veren ocak teşkilatına ses çıkarmayıp, karşı çıkışın onların vazifeleri olduğunu söylediğine göre fazla söze gerek var mı?

Ayrıca rahmetli Türkeş, CKMP kongresinde Osman BÖLÜKBAŞI'nı devirmiş ve partinin bütün kimliğini değiştirmişti.

 

Bu gerçekleri unutmadığımız zaman bir şehir efsanesine dönen "Lider-Teşkilat-Doktrin tartışılmaz!" sözünün günümüz için pek bir anlam ifade etmediğini söyleyebiliriz.

 

Ayrıca, Türk tarihini biraz inceleyince hatalı yöneticilere karşı bodun (Halk)'un tavır aldığı çok örneklere rastlayabiliriz.

 

Tarih sadece zamanın akıp gitmesi ile açıklanamaz, tarihi dönemlerin kendi toplumsal şartları ve bu şartların getirdiği toplumsal mantık kalıpları vardır. Tarih felsefesi işte bu zaviyeden olaylara bakış için gereklidir.

 

Ne geçmişin şartları günümüz mantığına göre açıklanabilir, ne de bugünün şartları dünün mantığına göre açıklanabilir.

 

Artık, 20. Yüzyıl geride kaldı. Giderken dönemin mantığını da beraberinde geçmiş zaman çekimine attı. Bugünün dünyası milliyetçi aydınların daha önceden öngördükleri gibi “bilgi toplumu”dur.

 

Bilgi Çağında yaşıyoruz. Artık, her haber bir saniye içinde bilgisayarımıza düşüyor. Günümüz tartışılamaz liderlerin çağı değil, günümüz sorgulamanın, sorgulamalardan yola çıkarak karar vermenin çağıdır.

 

Bugün, hataları ve günahları arşı aşmış insanlara, tahammül etmek zorunda olmadığımız gibi, onların toplumun ilerleyişinin önünde takoz görevi üslenmelerine de müsaade edebileceğimiz gün değildir.

 

Balık baştan kokar! Çok kaliteli Mercan balığı olsa da baştan kokar, kaya balığı olsa da baştan kokar. Milliyetçi teşkilatların yönetimi baştan kokmuştur. Acı ama gerçek budur. Bu gerçeği kabul etmediğimiz her an, davamıza ve milletimize zarar verdiğimiz andır.

 

Ufku ve aklı günün şartlarına uymayanlar, “lider-teşkilat-doktrin”den bahsediyorlar.

 

O halde onlara “doktrin”i hatırlatalım. O doktrinin “ahlakçılık” ilkesinin içinde hangi paragrafta lider ve yönetim değişimi isteyen milliyetçilere hakaret etmek, onları dışlamak, onlara iftira etmek gibi kelimeler kullanılıyor?

 

Bahse konu “lider-teşkilat-doktrin” bir bütün ve birlikte anlamı olan kelime grupları olduğuna göre “ahlakçılık” ilkesini ihlal edenler için “lider-teşkilat-doktrin” ilkesinin bir anlamı olabilir mi?

 

 

Doktrini alıcı gözle incelediğimizde “hürriyetçilik ve şahsiyetçilik” ilkelerinin yer aldığı bir metinde nobran, yırtıcı ve ötekileştirici tavırları tescilli bir anlayışa “başkanlık” servis edilebilir mi? Eğer, böyle bir servis yapılırsa bu servisi yapan lider olsa dahi doktrine ihanet ettiğine göre liderliğinin hükmü kalır mı?

 

Hele hele ülkücülerin özgür iradeleriyle “hür ve şahsiyetli” olarak istedikleri kongreyi firavun özentileriyle işbirliği yaparak engellemeye kalkan bir lidere kelimenin anlamını hak eder şekilde lider denilebilir mi?

 

Hülasa “lider-teşkilat-doktrin” üçlemesinin bir ögesi olan lider, doktrinin dışına çıktığına göre lider vasfını da kaybetmiş durumdadır.

 

Yok! Eğer bu sözlerimiz doğru değilse, lider konumunda bulunan kişinin öncelikle kalbini kırdığı ülkücüleri kucaklayıp, zamanında takip ettiği ve bedelini ülkücülerin ödediği hatalı politikalarının hatalı olmadığını akıl ve mantık çerçevesinde açıklaması gerekmez mi?

 

Sadece böyle bir yola başvurulmanın zerre kadar düşünülmemiş olması bile olan biteni açıklamaya yetmiyor mu?

 

Aslında sadece lideri değiştirmekte sorunumuza çözüm oluşturmuyor. Aslında en temelden zihniyet değişimini gerçekleştirmemiz gerekiyor. Artık şapkayı önümüze koymalı ve totaliter milliyetçi tavırlar yerine insana saygıyı ve değer vermeyi esas alan bir anlayışı öne çıkarmalıyız. Kendi insanını dahi hiçe sayan liderlik anlayışı yerine insana değer veren bir liderlik anlayışını içselleştirmemiz gerekiyor.