NE OLUYOR BU TOPLUMA?

Samsun’da bir “sözde delikanlı”…

Kendisini terk eden sevgilisini bulup dört yerinden bıçaklamış.

Mahkemeye getiriliyor.

Hakim’e doğru konuşuyor:

“Hanımefendiden özür dilerim!”

Gram utanç yok! Hanımefendi dediği dört yerinden bıçakladığı eski sevgilisi…

***

Bunu niye anlatıyorum?

Bir zamanlar bu toplumun bir kültürü vardı. Karakteri vardı. İnsanlar böyle kıskançlık nöbeti geçirmezler miydi? Evet, geçirirlerdi… ama sonrasında da utanç içerisinde “cezam neyse onu verin, hatta siz durun ben kendi cezamı vereyim” derler miydi? Evet, derlerdi!

“Hanımefendiden özür diliyorum” demesi size de suni ve sahte gelmiyor mu? Eminim ki, bu vartayı atlatıp hapisten yırtsa, yine kaldığı yerden devam edecek. Sadece daha az ceza alır mı acep diye eski sevgiliyle bir de hakim’e yaltaklanması gerektiğini düşünüyor.

Oysa gerçek Türk Kültüründe terk eden sevgiliye sadece acı acı bakılırdı eskiden. Bir daha da adı anılmazdı. “O kapıdan çıkarsan, bir daha dönmeyeceksin” der, kendi haline bırakılırdı.

***

Anlattığım karakter erozyonuna, neredeyse toplumun her kesiminde rastlanır oldu. Nerede ise “Takiyye” milli tavrımız oldu. Anı kurtarmak için zavallılaşmalarımızın sınırı, durağı yok. Bu gidişat hiç de iyi bir gidişat değil. Bir yerlerde hata var.

***

Çok uzun zamandan beri ilgilendiğim bir konudur…Milli kültürün en çok hikaye anlatımıyla dayanıklı hale getirileceğini iddia ederim.

Şu Dede Korkut hikâyeleri var ya… hani kimi zaman geyiği çevrilir… işte o hikâyeler…

Meğer o hikayeler, nasıl da bir kültür programlaması içerirmiş. Zihnimizi programlarmış meğer. Yiğitliği, mertliği, adam gibi sevmeyi onlardan öğrenmişiz.

Bir kocaman milletin “Sadri Alışık”ın canlandırdığı gibi naif karakterlerle sebebi belki de Kemalettin Tuğcu hikâyeleriydi. Eskiden öyleydi, tamamımız “gönül adamıydık”

Ya Ömer Seyfettin? Biz milli gurur ve onurumuzu onun örneğin “diyet” hikayesinden almamış mıyızdır?

“Al kolunu ver diyetimi” diyecek kadar asil bir toplum yaratmanın belki de ön koşulu, bu tür milli tavrımızı oluşturacak hikâyeleri yeniden hatırlamaktır.

Konuya son verirken Avrupa’da başlayan bir akımı hatırlatmak isterim. Şimdi bazı şehirlerde özellikle meydanlarda “hikaye otomatları” bulunuyor. Geçerken düğmeye basıyorsun ve sana küçük bir hikâye yazılı rulo kesip veriyor. Gideceğin yere varıncaya kadar okuyorsun.

Biliniyor ki, bir toplumu ancak okuduğu hikâyeler değiştirebilir…

Kendi milli toplumsal kültürlerini yeniden hikâyelerle inşa ediyorlar.

Özellikle bizim, Arap kültürü olmayan, Türk Milli Gurur ve Şuurunu yeniden inşa edecek öz hikâyelerimize ihtiyacımız var.

Yoksa daha çok yaltaklanma haberi okuruz! Vıcık vıcık… sahte!