Tavukları pişirmişem hacıyı da çarşıya göndermişem

Sevgilerimizi bitirdiler, katlettiler. Birkaç yıl önce subaylarımız içeri atılırken “Ordu artık beni eskisi kadar heyecanlandırmıyor” diye yazmıştım. İçim sızlayarak yazmıştım. Oysa ben, bayrağın kırmızısını bile görünce ağlamaya başlayan biriyimdir. Göçmen ve Türkçü babamdan kaynaklanan bir koşullanmışlıktır.
***
Şimdi yavaş yavaş diğer sevgilerimizi bitiriyorlar. Sempati duyduğumuz milli partilerimize ve liderlere de artık heyecan ve ilgi duymamaya başladık. Hatta bu, zaman zaman kızgınlığa da dönüştü.
***
Tayyip Bey turlara başlayacakmış gene. Hem de Samsun’dan. Bunu duyunca “Estağfurullah” demek ihtiyacı hissettim. 
Siz kiiim Samsun kim?..
Daha bitmedi. Bu arada Atatürk’ün kongreleri yaptığı gibi Sivas’a, Erzurum’a ve Amasya’ya da uğrayacakmış!..
“Tövbe Allah’ım, bilip ettiklerime bilmeyip ettiklerime.” Başımıza neler geliyor.
Siz nerdesiniz, Sivas, Amasya nerde!.. 
Nihat Genç’in nefis bir “Sağcılık muhafazakarlık” analizini dinledim. Rastlarsanız kaçırmayın.
İşte sempati duyduğumuz liderler de sağcılıkla zehirlendikleri için muhafazakar olamıyorlar. Nihat Genç sağcılık için çürümüşlüktür dedi. Üretme yok, gelişme yok, dünyaya açılmak yok, dünyayı sevmek yok. Çok güzel bir örnek verdi. “Kol kola girip; Ey vatan, gözyaşların dinsin, yetiştik şimdi biz diye şarkı söylediğimiz solcu gençler, şimdi sağın çürümüşlüğüne koşar adım gidiyorlar” dedi.
Gerçekten de sol üretimdir, keşiftir, icattır, çalışmaktır, sanayidir, tarımdır, eğitimdir ve onun tabiriyle markadır. Muhafazakarlığı bu değerler içinde görüp değerlendirebilmeliydik.
***
Bu arada Dilber Ay’ın bir türküsünü de söyledi ki harikaydı:
“Tavukları pişirmişem, hacıyı da çarşıya göndermişem.” 
Bu türküyü söylemek için tam tarihini bulmuşsunuz. 
10 Ağustos... Sevr’in imzalandığı gün... Allah muhafaza...
Yaa işte böyle...
Solculuğu kurtaramadık.
***
Birkaç gün izinliyim. Çünkü hem biraz dinlenmeye ihtiyacım var hem de seyahate çıkıyorum...