YA HİLAFET, YA REZALET

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı makamında oturan eski Başbakan ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip ERDOĞAN Geçen yıl Amerika kıtasının önce Müslümanlar tarafından keşfedildiğini söyleyerek yine gündeme oturuverdi. 
Böylece Sayın Erdoğan’ın münakaşa, monolog, çarpıtma, yalan ve demagojilerden örneklerle dolu olan siyasi hayatında devletin en tepe noktasına geldikten sonra bir durulma olacağını tahmin edenler yanılmış oldular.
Biz Türkiye’de yıllardan beri televizyonumuzun başına geçtiğimizde Erdoğan’ın insanı çileden çıkaran konuşmalarından dolayı kanalları değiştirip durduk. Konuştuklarının içinde olan yalanlar, hakaretler ve haksızlıklar konulara az çok vakıf olan vatandaşlarımızı üzüyordu.
Ama artık şartlar değişmiş durumdadır. Bu durum biz Türklerde bir miktar bağışıklık yapmış görünüyor. Bundan sonra dünya düşünsün. Zira artık Türkiye’nin Cumhurbaşkanı olduğundan ve uluslararası mahfillerde konuştuğundan dolayı artık aslip olma sırası başka milletlere de geldi. Artık İspanyollarda stres sebebiyle kanser olabilirler.
Ancak bu kadar yıldır hep aynı kişi ve aynı tavırlarla karşı karşıya kalmamıza rağmen muhalif basınımız, muhalefet partilerimiz hatta sosyal medyada gezinen muhalif vatandaşlarımız ne ile karşı karşıya olduğumuzu hala anlamış gözükmüyorlar.
Bu kişi ne yaptığını çok iyi bilmekte ve sinir uçlarına bilerek basmaktadır. Her çıkışında bu kadarda olmaz ki söylemiyle sözlerinin yanlışlığını ortaya koymaya çalışan muhalifler devamlı onun kazanına odun taşımakta devam ediyorlar.
Eşyanın beş duyumumuz tarafından nesnel olarak fark edilmesiyle somut bilgi elde ederiz. Daha sonra  zihin duyumlarla elde edilen bilgileri işleyerek bilgiden bilgi üretme aşamasına geçer. Bu aşama daha karmaşık bir aşamadır. İnsanoğlu bu aşamayla aklı kullanarak soyut kavramlara ulaşır. Medeniyetimizi işte bu soyut kavramlara borçluyuz. Bu safha da olayları irdeler, tahlil yapar, doğruyu yanlıştan ve iyiyi kötüden ayırırız.
Bu merhalede artık duyumlardan ziyade aklın kullanılması ve kavramların inşa edilmesi söz konusu olur. Örneğin, “insan” duyumlarımızla algıladığımız objektif elle tutulup gözle görülen bir varlık olmasına rağmen “insanlık” bu elle tutulup gözle görülen varlıktan soyutlama yaparak oluşturduğumuz bir kavramdır. Bu kavramın elle tutulup gözle görünmesi mümkün değildir, ölçülüp biçilemez ama bu çeşit soyut kavramlar üzerine değerlerimiz inşa edilir.
Ancak, insanlar aynı zeka seviyesi ve aynı bilgi birikimine sahip olmadıklarına, aynı hayat tecrübesini geçirmediklerine göre her insanın her konuda aklın ürettiği kavramları kullanarak karar vermesi beklenemez. Bu insanlar daha ziyade görüp işittiklerine göre pekte zihinsel tahlil yapmadan kolayca karar verebilirler.
Bu durumu çok iyi bilen RTE örneğinde ki siyasetçiler düşük algıya hitap ederek kitleleri etki altına alabilmekte ve bu arada hedeflerine de ulaşmaktadırlar.
Her insanın zeki olmasını bekleyemeyeceğimiz gibi her insanın devamlı siyasetle düşüp kalkmasını da bekleyemeyiz. Çok akıllı vatandaşlarımız da RTE’nin oltasına takılabilmektedirler. Çünkü normal bir vatandaş günlük yaşamında otobüs beklemekte, işine gidip gelmekte, evlatları ile uğraşmakta kısaca maişetinin peşinde koşmaktadır. Bu insanlar siyasetle ancak akşamları televizyon başında birkaç dakika muhatap olabilmekte ve bu kısa vakitte kendisine verilen “düşük algı” içerikli mesajlara ulaşabilmektedirler.
Yapılan bütün araştırmalar insanların eğitime tabi tutulurken dahi görsel malzeme ile karşılaştıklarında daha kolay öğrendiklerini göstermektedir. Hal böyleyken günümüzün dünyası medya dünyası olduğuna göre görsel olarak sunulan siyasi malzeme hele bir de vurucu mesajlar içeriyorsa mesaj sahibi istediği sonucu alabilmektedir.
Recep Tayyip Erdoğan, bütün bu dile getirdiğimiz gerçekleri bilmekte ve mesajlarını bu gerçeklere göre dizayn etmektedir. Ne yazık ki, karşınında konumlanan aktörler ya kurduğu oyunu boşa çıkaracak kumaşta değiller ya da bu seviyeye inebilecek yapı da değiller.
Her ne olursa olsun, mesajı veren ne yaptığını ve ne amaçladığını bilmektedir. Onun bu söylemi ile eğlenenler, dalga geçenler hatta cahilce bulanlar olmaktadır. Biz diyoruz ki, bu yöndeki bütün eleştiriler cumhurbaşkanına artı puan hediye etmektedir.
Mesajı verenin bu çıkış ile bir hesabı olduğunu göz ardı edemeyiz. Şimdiye kadar her mesajında hesabı oldu ve hesapları da hep tuttu.
O halde, öncelikle mesajı tahlil etmemiz gerekiyor.
Bize göre Erdoğan’ın Amerika’yı önce Müslümanların keşfetmesi ile ilgili olarak verdiği mesaj İslam dünyasının sözcüsü hatta önderi olmaya dair bir mesajdır. Kendisi artık Türkiye Süper ligini geçmiş Dünya şampiyonlar liginin aktörü konumuna yükselmiştir. Bu ligde oynarken hem İslam aleminin sözcülüğü, ezilmiş Müslüman kitlelerin sözcülüğü rolünü oynamış hem de bu rolden iç siyasette puan devşirmiş olacaktır.
İşte geçen hafta ABD’inde yaptığı cami açılışını da bu açıdan değerlendirmemiz gerektiğini düşünüyoruz.
Son olarak dünya gündemine atılan sözler bize gösteriyor ki, Cumhurbaşkanımızın yeni bir hedefi var. İslam aleminin sözcülüğüne soyunulduğuna göre yeni hedefte bu sözcülüğe uygun düşmelidir.
Hilafetin Türkiye Büyük Millet Meclisinin uhdesinde olduğunu hatırlatmamızın hedefi tespit etmeye yeteceğini düşünüyoruz.
Bu saatten sonra reis muhiplerine iki hatırlatma yapalım.
 
Düşünmemiz, dert etmemiz ve cevabını aramamız gereken soru şudur: Üzerinde bu kadar şaibe olan bir ismin bu yüce makama ne kadar yakıştırabileceğiz?
Bu kadar şaibe ile yukarılara tırmanmaya kalkanların küme düşmesi halinde bizim yüzümüze nasıl bakacaksınız?
Yani sonuç: Ya hilafet, ya rezalet.

Halil KONUŞKAN