Vay be...

Hem de  “Avrupa Birliği Bakanı” , hem de -hıyarımızın boyuna kadar müdahil- ileri demokrat ve de ileri hümanist(!),  “idam”ı bir  “insanlık suçu”  gören, AB ile müzakereleri yürütmekten sorumlu olan AKP’li Volkan Bozkır, Özgecan’ın katliyle ilgili duygularını dile getirirken, “Şayet benim kızımın başına böyle bir olay gelseydi ben elime silahı alır bunun cezasını kendim verirdim. Bunun cezasına da katlanırdım” dedi.
Tribünler ayakta!

* * *
-Eğer sado-mazohist bir kişiliği yoksa, acıdan kıvranmaktan zevk almıyorsa eğer- bağrını cayır cayır yakan koru söndürmek  “hayati”  dolayısıyla  “zaruri” , dolayısıyla  “öncelikli”  bir  “ihtiyaç”tır insanoğlu için. İçini soğutacak o bir kap su belirdi mi ufukta, nereden/nasıl gelmiş sorgulamaz; onu çektiği, dinmez sandığı ıstıraptan kurtaracak, bir anlığına dahi ferahlatacaksa gerisi teferruattır!

Bundan olmalı, Bozkır’ın “bir baba olarak” söylediği bu sözlere toplumun azımsanması güç/geniş kesiminden destek geldi:

Helal olsun!

İfade öyle güçlü-öyle vurucu, sesini duyuramayan milyonlarca kişinin içinden geçenlere tercüman olduğundan bir kesim için öyle tatmin ediciydi ki Bozkır’ın cümlesinin devamı es geçildi. Oysa -bizi iç dünyasında kopan fırtınalardan daha çok ilgilendiren- Bozkır’ın bir baba değil “bir bakan olarak” ne dediğiydi; öyle ya ikametgâhı aynı zamanda “resmî-legal çözüm”ün adresiydi. Gelin görün ki “Bakan Bozkır”ın Özgecan’ları katledenlerin cezalandırılması konusundaki düşünceleri  “Baba

Bozkır”la aynı değildi:

 “Ama devletlerin reaksiyonlarının bu şekilde olmaması gerekir. Devlete insan öldürmek bir anlamda yakışmaz diye düşünüyorum.”

* * *
Ben mi yanlış anlıyorum; bir bütün olarak değerlendirdiğinizde “bizden beklemeyin, kendi adaletinizi kendiniz tesis edin” anlamına gelmiyor mu söyledikleri?

13 yıldır bu ülkeyi tek başına yöneten, istediği yasal düzenlemeyi yapabilen AKP iktidarına mensup bir bakanın, topluma gösterdiği yol bu mu?

Canı yanan -kısasa kısas- can yakabilir, dişe diş, kana kan; tecavüz mağdurları, evladı öldürülenler, bir vesileyle şiddet görenler/işkenceye uğrayanlar -hiç sakıncası yok-  “suçlu”ların cezalarını kendi elleriyle verebilir. Sonra da başları dik, alınları ak şekilde cezaevine girer  “kader mahkumiyetlerini”  yatarlar; olur biter!

Ee sen?

Bana  “vekalet”le görevli olan sen, ne yapıyorsun/ne yapacaksın orada?

Hiçbir şey!

Niye?

Çünkü  “ben devletim”; “insan”a yakıştırdığım “adaleti tecelli ettirme” biçimi bana yakışmaz!

Pardon da, kendi eliniz yanmasın diye yakacağınız maşanız mı bu millet sizin?

* * *
Sayın Bozkır,

Tecrübeli bir diplomat olarak şüphesiz siz benden iyi bilirsiniz,  “devlet” her şeyden önce  “millet”in tüzel kimliği-kişiliğidir.  “Millet”de “dil, tarih, ülkü, duygu birliği içindeki insanlar”ın oluşturduğu bir bütün olduğuna göre, -her ne kadar pratikte
rezil örnekleri olsa da teoride- devlete yakışmayanın insana, insana yakışmayanın devlete yakışması ihtimalinden söz edilebilir mi?

Ne yapalım, devletin kendine yakıştıramadığı hükümleri vermek üzere  “halk mahkemeleri” mi kuralım biz şimdi?

“Cellat”  mı olalım?

Hepimiz palalar, satırlar, bıçaklar, urganlar elimizde, tabancalar belimizde kendi inancımız, ideolojimiz, meşrebimiz,  “töremiz(!)”  doğrultusunda, kendi adaletimizi tesis etmenin peşine mi düşelim?

Bir köşe başında, onaylamadığı adamla evlenen kızını -devlet katında cezası yok diye-  “bir baba olarak” toprağa gömdürüp taşlayanlar mesela... Öteki köşe başında, çocuğuna sarkıntılık edeni -devlet baba birkaç ay yatırıp salıverir diye-  “bir öz baba olarak”  cinsel organından sallandıranlar;

İbret olsun dünyaya!

Bu mu idealinizdeki  “Yeni Türkiye”?
* * *
Bilmiyorum, hukukçular aydınlatsın, kanaat önderi pozisyonundaki birinin  “ben olsam öldürürdüm” mesajı, mukayese yaptığı durumdaki insanlar tarafından -hele de içinde bulundukları psikoloji düşünülürse-  “o zaman ben de öldürmeliyim, öldüreyim”  diye alınmaz mı?

Peki bu  “suça teşvik”  sayılmaz mı?

Yarın öbür gün bu sözleri referans alan bir baba, anne, ağabey, amca, dayı elinde kanlı bir bıçakla, bir diğeri namlusu hâlâ barut kokan tabancayla,    “cezasını verdim”  diye dayandığında karakol kapısına...

O zaman ne yapacaksınız?

Sırtını sıvazlayıp, sana da bu yakışırdı mı diyeceksiniz;

 - Aferin!

Suçun önüne geçemediğiniz, suçluları milli vicdanı rahatlatacak şekilde cezalandıramadığınız ve bunu inşa işini vatandaşa devrettiğiniz için suçluluk duymayacak mısınız hiç mesela?

Ya,  “bir baba olarak”tan bir adım ileriye taşınırsa olay;

“Bir aşiret olarak”, “bir etnik grup olarak”, “bir sülale olarak” noktasına varırsa?

Sözlerinizin ucunun feodaliteye yol vermeye çıkabileceğinin farkında mısınız?

Niyet esastır; hiç ilgisi yok elbet ama Güneydoğu’daki  “halk mahkemeleri”ni onaya kadar çekilebileceğini?

* * *
Sayın Bozkır,

“Devlet”in biricik meşruiyet kaynağı, toplumun huzur ve refahını sağlamak üzere koyduğu kurallar, yasalar, yasaklardır. Bu temel görevden el çekmek,  “kepenk indirmek” demektir;

Türkiye Cumhuriyeti’nin kepenklerini mi indirdiniz?

Ha bir de;

Yasalarımıza göre “başkasını suç işlemeye azmettiren kişi, işlenen suçun cezası ile cezalandırılır.”  Bir gün, biri çıkar da işlediği cinayete gerekçe olarak sizin  “ben olsam kendi ellerimle verirdim cezasını” sözünüzü gösterirse, o  “baba”  ile aynı cezayı çekmeye hazır mısınız/razı mısınız?