Osmanlı - Rus savaşlarından milli hafızamızda kalan en tantanalı isim nedense Katerina'dır.
     Ruslara karşı son ciddi zaferi 1711'de Prut'ta kazanmış olmamızı hatırlatan "dişil" bir figür olmanın dışında hiçbir özelliği olmayan Katerina'nın, hafızamızın argo taraflarında yer edinebilmesinin bir sebebi de muhtemelen Prut'taki Türk Komutan Mehmet paşanın "Baltacı" olan lakabıdır.
     Hani "bir zamanlar bizim elimizde balta, Rusların elinde gergef vardı!" düşüncesi, muhtemelen sürekli yenilgilerle geçen sonraki yüzyılları unutturmaya yönelik bir teselliydi.
     Bence artık Katerina'yı hiç görmemiş Baltacı Mehmet Paşa'ya övgüler dizmek yerine Katerina'dan 11 çocuk sahibi olmuş Deli Petro'yu tanımamız ve onun vasiyetnamesini güncelleyerek okumamız gerekiyor.
     Türkiye'de Rusların "Great Peter" dedikleri I. Petro'yu bir siyasi aktör olarak ilk tanıyanlar yine Ülkücülerdir.
     Her ne kadar onu "deli" sıfatıyla tahfif etmiş olsak da 70'li yıllarda Ocak seminerlerinde bizi en çok etkileyen ideolojik fenomenlerden biri "Deli Petro"ydu.
     Petro özetle Ruslara "sıcak denizlere inme" ülküsünü aşılamıştı. Ve işte Petro'nun sağlığında bir Türlü Azak Kalesini geçip de Karadeniz'e açılamayan Ruslar, 1979'da Afganistan'a girmiş, Hindistan yolunu zorluyordu.
     İran'daki ve Türkiye'deki performansları da hiç fena değildi. Rus milli ülkülerinin Türkler için bir tehdit oluşturduğuna asla inanmayan Türk solu, Turgut Kazan'ın 12 Eylül'de yargılanırken kendisine Deli Petro'nun vasiyetnamesinden haberi olup olmadığını soran hâkime:
     "Efendim ne bileyim ben, delidir ne yapsa yeridir!.." şeklinde verdiği esprili cevap, Sosyalist solun milli güvenliğimiz konusundaki hassasiyetleri konusunda önemli bir emsal teşkil etmektedir.
     Petro 37 yıl tahtta kalmış, Moskova Knezliğini, "Rus Çarlığı" haline getiren hamleleri yapmıştı. Onun Türkiye ve İran'la ilgili öngörüleri, bugün Ortadoğu'da yaşanan garabete ışık tutmaktadır.
     Deklare edilmemiş diplomatik vesikalara itibar etme konusunda biraz nazlı davranan Türk akademisi, "I. Petro'nun vasiyetini" pek ciddiye almasa da Rusların ince bentleri patlatarak denize doğru ilerleyen bir sel gibi sürekli güneye doğru indiğine Tarih şahittir.
     1700'lerin başında Karadeniz'e çıkamayan Ruslar, 1774'te Karadeniz'de donanma bulundurma hakkı elde etmiş, 1792'de Kırım'ı ilhak etmiş, 1829'da Yunanistan'ı kurmuş, 1864'te Kafkas direnişini kırmış, 1877'de Tuna'yı aşarak Yeşilköy'e kadar gelmiştir.
     Rus imparatorlarının I. Petro'dan itibaren kullandığı "Çar" unvanının "Sezar" ve "Kayzer"in Rusçası olduğunu hatırlatalım. 
     Roma'dan kalan kozmik bir hükümdarlık unvanı olan "Sezar"ın Ortodoks doğu ayağının Bizans olduğunu ve Bizans başkenti İstanbul'un Petronun vasiyetnamesinde açık bir hedef olarak yer aldığını da unutmayalım.
     16 Milyonluk bir şehrin Ruslaşması bugün için öncelikli tehdit değildir. Ancak vasiyetnamede yer alan ve bugün harfi harfine yaşadığımız olgu Türkiye ile İran'ın mezhep odaklı bir zıtlaşmayla karşı karşıya kalmalarıdır.
     Bence sözü fazla uzatmadan şimdi Petro'ya kulak verelim:
     - "Rusya devletini, dünya devleti yapabilmek için, onun başkentinin, Asya ve Avrupa hazinelerinin anahtarı olan İstanbul olması lazımdır."
     - "Bu maksadın hedefine ulaşabilmesi için, daima Türkiye ile İran arasına fitne-fesat tohumları ekmeli, kavga ve savaş çıkarılmalıdır.
     Bu iş için Sünni ve Şii mezhepleri arasındaki ihtilaflar en keskin silah ve yenilmez ordudur."
     - "Hem İran, hem de Türkiye'nin Avrupa halkları ile temas etmesine imkân vermemeli. Eğer bu ülkelerin Müslümanları gözlerini açıp hukuklarını anlayacak olurlarsa, o bize büyük bela olacaktır."
     - "Gürcistan ve Kafkaslar alınırsa, o zaman İran ülkesi Rusya çarlarına deve gibi itaat edecektir. Ve Türkiye'nin son alevi de sönecektir.
     Maddi ihtiyaçlar bölgesi olan Türkiye'nin işini bitirdikten sonra, İran'ı zorluk çekmeden mahvetmek ve başını kesmek mümkündür."
     - "Ondan sonra Hindistan'ı hedef almalı. O memleket çok büyük ve geniş bir ticaret bölgesidir. Orayı ele geçirdiğiniz taktirde, İngiltere vasıtası ile elde edilen gelir evvelkinden çok, Hindistan'dan ihraç olunacaktır.
     Hindistan'ın anahtarı Türkiye'nin başkentidir."
     Vasiyet, Avrupa'yı ve Asya'yı kapsayacak şekilde uzayıp gidiyor… Ancak bugünkü gündemimiz Suriye krizi olduğuna göre bizi daha çok bur kısmı ilgilendiriyor.
     Rusya'nın Suriye krizinde, mezhep faktörünü ve Türkiye-İran zıtlaşmasını kullanarak "sıcak denizlerde" üs kurması, Putin'in, Petro'nun ülkülerine ne kadar sadık olduğunu gösteren "sıcak karineler" olarak gözümüze batıyor!..
     Deri Petro'dan Putin'e, Azak Kalesinden Lazkiye'ye… Ruslar sürekli olarak güneye iniyor.