Akp’ye oy ver (!) Fevzi KÜÇÜKKAHVECİ kaleminden.. Akp’ye oy ver (!) Fevzi KÜÇÜKKAHVECİ kaleminden..
 Dedem Selanik medresesinde son sınıf öğrencisi iken 16 yaşında Ingilizlerin Mekke'yi işgale hazırlandığını öğrenir, kendisi gibi düşünen bir arkadaşıyla beraber, şimdi ilim zamanı değil, diyerek Istanbul'a gelir ve orduya gönüllü yazılır. Eğitimli oldukları için ikisini de Cemal Paşa'nın yanına gönderirler. Paşa bir gün dedemi küçük bir birliğin yanına katarak Sina taraflarına gönderir. O günlerde kum fırtınası vardır ve günlerdir yerden kalkan tozlar havadan yere inmemiştir (bu hava şartlarına Irak'ta çalıştığım yıllarda iki kez yakalandım. Pencereleri kapamak bile kar etmiyor.) Göz gözü görmeyen bir ortamda yol bulmaya çalışırken, bedeviler birdenbire karşılarına çıkıp silaha bile davranamadan hepsini kılıçtan geçirirlar. Bütün askerlerimiz ölür ve hepsi fırtınadan dolayı kum altında kalır. Ertesi sabah belki talan edilecek  birşeyler buluruz diye tepeden tırnağa silahlandırılmış  bedeviler yine gelir. Aranırken dedemin elini kumun üstünde görürler. El kıpırdayınca dedemi kumdan mezardan çıkartıp Ingiiliz hastanesine götürürlar. Onu tedavi eden Ingilizler, daha sonra esir kampına götürür. Bir ay kadar sonra angarya işlerinde çalıştırmak üzere kamptan çıkarıp bir gemide çalıştırmaya başlarlar. Gemi Londra'ya gider. Ama bu arada savaş bitmiştir.  Anadolu'nun işgali düşünüldüğü için, bunları bırakırsak gene karşımıza çıkarlar, diye Londra'da bir zindana koyarlar ve orada angarya işler yaptırırlar. 

Zindancı dedemi her akşamüzeri fırına gönderip bir çuval ekmek getirtirmiş. Dedem belki bir gün kaçarım diye her seferinde bir somun ekmeği bir ağaç kovuğuna saklarmış. Bir zaman sonra günün birinde ekmek almaya geç göndermişler. Karanlıkta ekmek çuvalını  sırtlamış gelirken, kömür yükleyen bir geminin etrafında hiç kimsenin olmadığını görünce, biraz tırmandıktan sonra kömür oluğundan kendini bırakarak geminin kömür deposuna bir çuval ekmekle beraber süzülür. Gece yarısı gemi hareket eder. Bir hafta yol gider. Bir gece motorları durur ve bir limana yanaşır. Dedem ay ışığında ileride bir cami minaresi görür. Sessizce herkes uyurken gemiden kaçar ve cami bahçesine saklanır. Sabaha doğru caminin imamı gelir. Dedem hemen önüne çıkar ve kim olduğunu açıklar. Hoca hemen sarığını cüppesini üstünden çıkarır ve dedem Magosa camisinin imamı olur. Ama bir sorun vardır. Burası da Ingiliz egemenliğindedir. Aylarca camiden dışarı çıkmadan imamlık yapar. Birgün imam haber getirir. O gece Taşucu'na gizlice birkaç önemli Türk götürülecektir. Dedemi de sandala alırlar ve selametle Anadolu'ya vasıl olur.
Dedem bu hikayeleri bana gözü yaşla dolarak anlatırdı. Onun yanında hiçkimse Arapları övmeye cüret edemezdi. Dedem 1970 yılına kadar yaşadı. Allah Arapların başına mutlaka büyük felaketler verir, derdi. Bu yüzden de büyük üzüntü duyardı. 
Arap düşmanı değiliz. Ama Kabe imamının daha geçenlerde Israil'le birlikte dünyayı idare ediyoruz, dediğinin altını çizerek sözümüzü noktalayalım. Bu sözlerin mealen aynısını, Şerif Hüseyin'in Londra'daki siyonistlerin lideri Weismann'a  yazdığı mektupta görebiliriz. Weismann'ın Israil'in ilk cumhurbaşkanı olduğunu da belirtmeliyim.

Saygılarımla değerli arkadaşlarım.

İBRAHİM OKUR

www.ibrahimokur.wordpress.com
www.ibrahimokur.com


Editör: TE Bilisim