Yaklaşık 15 yıldır, Türkiye Cumhuriyeti ‘nde Ulusalcılık adı altında, bir akım görülmektedir. Bunlar Milliyetçilik olgusunu kabul etmeyen, ancak Atatürkçü olduğunun iddaa eden bir güruh. Ancak öyleki; Atatürk gerek Nutukta gerekse her seslenişinde, TÜRK kelimesini vurgulamış, hatta bariz bir şekilde TÜRK milliyetçiliğini savunarak, ülkemizde milliyetçilik akımının mimarı olmuştur. Günümüzde, milliyetçi akım, İslam ve ümmetçiliği ön plana çıkararak, islamın olmazsa olmazını bastıra bastıra insanlara dikte etmektedir. Bu olay yanlış mıdır? Kesinlikle…! 80 öncesi devlet, ülke içerisinde bulunan marjinal sol örgütleri bir araya toplayıp, hepsini aynı çatı altına almak için kendi eliyle bir örgüt kurdu, bunu da kayınpederi eski İstihbarat dairede bölge müdür olan Abdullah Öcalan ile yaptı. Operasyon başarı ile devam etti. Gerçekten ülkedeki sol marjinal gruplar, birer birer, silahlı milis güçlere de sahip olan pkk çatısı altında toplandı. Ancak bunu yapabilmek ve herkese hitap edebilmek için, belirlenen şahsın, herhangi bir din mensubu olmamamsı lazımdı. Devrimci Rus sosyalistlerine hitap etmek için dinsiz, Kürt sosyalistlerine hitap etmek için de Kürt olmak yeterli idi. Din olgusunu içerisine katmış olsa idi, başarısızlıkla sonuçlanacaktı. O günkü şartlar, sayıları çok miktarda bulunan örgütleri asimile edip, her şeye kolay müdahele etmek, devlet kontrolünde, istenildiği zaman da tasfiye edilecek bir örgüttü. Devlet kendi eliyle bu örgüte birkaç silahlı eylem yaptırarak, dikkatleri üzerine çekmesini sağlamış oldu. Böylelikle insanların sol eğilimlere kuşkulu ve yargılı olarak yaklaşmasını sağlamış oldu. Bu organizasyonda en büyük katkı da, şüphesiz ki Türkiye’nin kominist rejime geçmesinden korkan, yanıbaşında hemen ortadoğunun avrupaya açılan kapısında Rusyanın etkilerini görmek istemeyen ABD vardı. Plan güzel bir şekilde işliyordu. Silahlı teröristler haline gelmiş grup, Halkın, hem Kürtlere bakış açısını, Hemde Sosyalizme bakış açısını tamamen değiştirmişti. Türkiye’de sol artık ölmüştü. Devlet bunu bir zafer olarak görüyordu. 1984 den hemen sonra Suriye ile gerilen Türkiye ilişkileri, bu devletin bu örgütle yakın ilişki kurmasını ve örgütün güçlenmesi için yardımda bulunmasına neden olmuştur. Silah, lojistik destek, sağlanmış ve örgütün markist bir örgüt olduğunun altının çizilmesi için Rus silahları ve ekipmanları verilmiştir. O günlerden daha önceleri, Amerikan tüfekleri kullanan örgüt, bu sefer kaleşnikof kullanmaya başlamıştır. Rusya bu konuya defalarca müdahele etse de, Suriye ile olan askeri anlaşmalarının sekteye uğramasını istemediğinden, vazgeçmek zorunda kalmıştır. Evet algı operasyonu tamamdır. Hepimiz Pkk nın bir RUS- Ermeni ortak kuruluşu olduğu konusunda hem fikir olmuşuzdur. Ancak işin özü bu değildir. Suriye, örgüte gereğinden fazla yardımda bulunup, daha sonraları tehdit oluşturduğunda, kendisine karşı (TÜRKİYE) kullanmak için yerleşmesine izin verdi. Böylelikle, Kendi kuzeyinde bulunan Kürt vatandaşlarını da rahatlıkla kontrol edebilecekti. Sonlarının yaklaştığını hisseden Saddam da böyle yaptı. Ancak ne var ki, Irak’ın kuzeyinde daha farklı bir yapı vardı. Bu yapı, daha önce orada konuşlanmış, İbrani kökenli ancak asimilasyon ile Kürtleşmiş bir yapıydı. Irak oluşumu ile beraber, örgüt misyonunu farklı bir yöne çevirip bu sefer Rusya’nın müdahelede bulunmasıyla bir özerkliğe gitmiş oldu. Rusya’nın bu misyonu gerçekleştirmesi için Suriye’nin örgüt ile bir bağlantısının kalmaması gerekiyordu. Bunu da başardı. Suriye örgütle bağlantısını kesmiş oldu. Nasıl ki, ABD yanıbaşında bir Rusya istemiyorsa; Rusya ‘da yanıbaşında bir ABD istemiyordu. Böylelikle Rusya, Abdullah Öcalan’ı Türkiye’ ye verdi. Bunun amacı Türkiye ile bu konuda bir anlaşma sağlamak ve Kuzey Irak bölgesindeki Kürt hakimiyetini kendi kontrolü altına almaktı. Öncelikle Türkiye Bu olaya yeşil ışık yaktı. Bu konudan rahatsız olan ABD Türkiyede’ki rejimi ve anlayışı yeniden inşa etmek zorunda kaldı. Türkiye iki süper güç için önem arz ediyordu. Bu olaydan sonraki adımlar daha da vahim hale geldi. ABD müdahil olduğu Türkiye konusunda ülkenin başına, anında emir ve görüşlerine yanıt alacağı bir adamı RTE yi getirdi. Rusya ile yakın ilişkiler kurulsa da aslında bu ilişkiler sadece bireysel ilişkilerden ibaret kaldı. Suriye bu dönem içerisinde gerçekten misyonuna uygun bir tavır sergileyip TÜRKİYE konusunda ne yapılması gerekiyorsa yaptı. Tarih Türkiye’yi Suriye için yargılayacak ama; Suriye’yi Türkiye için asla yargılamayacaktır. Buradan anlamamız gereken hususa gelince; Devletler kendi içerilerindeki otoriteyi ayakta tutabilmek için kendi içerilerinde bir takım oluşumlara ve yapılanmaya giderler. Ancak bizim ülkemizde hükümetler değiştiği zaman, ülke zihniyeti de değişir. Hiçbir hükümet, daha öncekinin devamı değildir. Her gelen de kendi oluşumlarını meydana getirdiğinden, daha sonrakilerinin başına bela olurlar. Nasıl ki, Erbakan döneminde temelleri atılan cemaatçiliğin, mevcut dönemde bertaraf edilmesi oldukça zorlaşıp,kontrol altına almak güçleştikçe; 80 öncesinde kurulan bir devlet destekli örgütün, daha sonra gelen hükümetler tarafından benimsenmeyerek boş bırakılması, gücün başka ellere geçmesine neden olmuştur. Halbu ki, devletin örgütleyecek kitleleri varken, kalkıp ufak tefek gruplardan medet umması her daim manidar haline gelmiştir. Daha önceleri devlet ve millet yararına kurulmuş olan pkk, şimdi ise yıkım projesine hizmet etmektedir. “KONTROLSÜZ GÜÇ, GÜÇ DEĞİLDİR” Mantığı çok doğrudur. İçerisinde bulunduğumuz durumda yapılması gereken en büyük doğru; kitlelere Devlet geleneğinin baş kuralı olan Millet olgusunu öğretip aşılamaktır. Millet olgusu olmayan devletler, EĞRETİ dir. Bu ülke de TÜRK vardır. Bu ülke TÜRK dür. Bu ülke TÜRKİYE CUMHURİYETİ dir. Bunlar gerçekler ve değiştirilemeyecek olanlardır. Sonra isteyen istediğine inanabilir. Dini yaşamak istiyorsak önce Türk olduğumuzu unutmamalıyız. Öyleyse; NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE MEHMET AKİF EROL