Bir Müslüman, diyelim ki yüzyılların verdiği "alışkanlıktan" dolayı saltanat kavramını sorgulamıyor!
     Peki neden saltanatın Hz. Muhammed'in ailesinden değil de cahiliye dönemi Mekke'sinin ordu komutanı Ebu Süfyan'ın soyundan gelmesini de sorgulamıyor?
     Yezid'in babası ve Emevi hanedanının kurucusu olan Muaviye, Ebu Süfyan'ın oğludur. Annesi de Hind'dir…
     Hani, Bedir'in intikamı için Uhud'a kiralık katil götüren meşhur "akilet'ul- ekbât;" yani Hz. Hamza'nın ciğerini yiyen kadın!..
     680'de Halifeliği saltanata çeviren Yezid de bu ailenin torunudur. Kerbela'da, peygamber efendimizin torunu, Hz. Ali'nin oğlu Hz. Hüseyin'i ve çaresiz ehli beyt üyelerini katleden Yezid!..
     Biraz araştırınca gördüm ki; Muaviye, Ebu Süfyan ve Hind  bazı din sitelerinde "Hazret-i" ve "Radyallahuanh" denilmeden anılmıyor.
     Hatta Kureyş sponsorluğunda tasarlanmış bir reklam spotu gibi ailenin "en asaletli" olmasından, sonradan Hz. Muhammed'e kız vermelerinden hareketle "cennet garantisi"nden söz ediliyor.
     Sanki sorgusuz sualsiz mevali köleleriz ve Emeviler döneminde yaşıyoruz.
     Bre cahiliye dümbelekleri!..
     Biz İslam uğrunda altı yaşından itibaren hevesle şahadete yazılmış ve bu uğurda milyonlarca şehit vermiş bir milletin asaletinden kimseyi rencide etmeyecek şekilde bahsedince ırkçılık oluyor da Ortadoğu'nun yarısını Emevi dostu, Yezid hayranı ve ehli beyt düşmanı yapmış insanlar "Kureyş'in asaletinden" bahsedince ırkçılık olmuyor mu?
     Hani üstünlük takvadaydı?.. Hicrette ilk ezanı okuyan Bilal-i Habeşi mi daha üstündür; yoksa Mekke fethedilmedikçe Müslüman olmayan Emeviler mi?..
     Arada iki biat, dört savaş bir de Hudeybiye Barışı var. Bunları neden mi yazıyorum?
     Tarih bize şunu göstermiştir ki; gücü eline geçirenler tarihi kendilerine göre yazarlar. Yazmakla da kalmazlar; anlatır ve öğretirler. Öğretmekle de kalmaz, insanları bu yönde eğitir, şekillendirirler.
     Mesela en zor günlerin kahraman savaşçısı Hz. Hamza, arada kaybolur gider.
     Onun ciğerini yiyen Hind, "Allah ondan razı olsun" denilmeden anılamaz hale gelir.
     Yine bir bakmışsınız Ebu Süfyan "kahraman" olmuş; Hz. Ali'nin oğulları Hasan ve Hüseyin ise kitaptan defterden çıkarılmış!..
     İslam'da böyle bir adaletsizlik yoktur; olmamalıdır. Bunlar, sadece zalim sultanlıklar için geçerli durumlardır.
     Bunları, mezheplerden birine ötekinden daha yakın olduğum için yazmıyorum... Emeviler'le başlayıp Abbasilerle devam eden Sünni odaklı tarihe akıl penceresinden bakıyorum.
     İnsanlara ibadeti nasıl yapacaklarını gösteren itikadi ve ameli disiplinlere ihtiyaç duyulmasını gayet iyi anlarım. Eskiden mektep, matbuat, iletişim vs. bugünkü gibi olmadığına göre camilerin bu disiplinlere göre eğitim vermesine de karşı değilim.
     Ben bu işlerden dolayı Müslümanların birbirini kırmasına karşıyım.
     Görmüyor muyuz ki; Ortadoğu'da emperyalizm, yeni oyununu mezhepler üzerinden kurmaktadır!..
     İslam dünyasının % 90'ı Sünni iken, IŞİD'in yaptığı Kerbela'yı hatırlatan işlerden dolayı "İran-Irak-Suriye-Lübnan" hattında tahrik edilen Şiiliğin parçalı ve karmaşık bir "İslam Armageddonu"na sebep olacak şekilde militarize olduğu neden gözlerden kaçmaktadır?
     Tarihte hanedanlar tarafından bir iktidar silahı olarak kullanılan "mezhep" meselesi, günümüzde yeniden İslam dünyasının en önemli stratejik sorunlarından biri haline gelmiştir.
     Laikliğin en işlevsel yönü "din ve devlet işlerini birbirinden ayırmak" değil, "farklı mezheplere eşit yaklaşma" prensibidir.
     Nitekim Laik Cumhuriyette, Diyanet İşleri Başkanlığının varlığından hareketle "din ve devlet işlerinin birbirinden ne kadar ayrı olduğu" tartışılabilmiş; ancak "Laik hukuk sisteminin mezhepleri es geçen adaleti" asla sorgulanmamıştır.
     Laiklikle bir hesaplaşma içine giren günümüz AKP yönetiminde Osmanlı Hilafetine mahsus Sünni hassasiyetlerin de ötesine geçilmiştir.
     AKP'nin kitlesel cazibe merkezi "din" olduğu için Emeviler devrinde olduğu gibi, iktidarı tehdit eden diğer dinsel cereyanlara, Emeviler kadar katı bir taassupla bakılmıştır.
     Suriye iç savaşında alınan inisiyatifte de Gülen cemaati ile yürütülen derin iktidar mücadelesinde de bu din merkezli bakış açısı birinci derecede rol oynamaktadır.
     Bu mezhepsel derinlik, AKP'nin Türk İnkılabına karşı yürüttüğü "bahar" politikalarına, hilafeti Abbasilere kaptıran "Emevilerin geri dönüşü" gibi bir anlam katmaktadır.
     Bu dönüş, Kürt etnik hareketiyle birlikte böylece daha devam ettiği takdirde, Alevileri de merkezden tamamen uzaklaştıracaktır.
     AKP'nin zafer sarhoşluğu içinde gözden kaçırdığı bu "Emevilerin dönüşü" görüntüsü sadece İslam dünyasındaki iç çatışmalara değil "ulus devletin" önce gönüllerde, sonra beyinlerde ve nihayet coğrafya üzerinde yıkılmasına yol açabilecek tarihi bir handikaptır.