Kimdi bu Ülkücüler ki öğrenci oldular, okullara alınmadılar memur oldular sürüldüler, işçi oldular işten atıldılar hatta vahşice öldürüldüler!..
     Ülkücüler kimdi ki? Vatan hainlerine, din ve bayrak düşmanlarına karşı, ölmekten, sürülmekten dövülmekten korkmadıkları ve dosdoğru yürüdükleri için sonunda işkenceden geçirildiler!..
     Ülkücü denince akla önce "70'li yıllar" geliyor. Algı veya imaj böyle bir şey… Çocukluktan beri meyve tabağında ne görmüşsek meyve denince o aklımıza geliyor: "Elma, Armut, Portakal…"
     Muz gibi ortalar yapıp, avokado gibi acayip goller de atsanız fazla bir şey değişmiyor.
     40 yıldır algı ve bilinç vasıtaları, gazeteler, televizyonlar Ülkücü'yü ilk tanıdığı ve tanıttığı şekliyle tekrarlıyor: "Elma, armut, portakal!.."
     Biz değişmemiş olmaktan, yeni nesil gençlerin bize benzemesinden şikâyetçi değiliz. Bir Amasya Elmasını, bin Avokadoya değişmeyiz!.. Rahatsız olduğumuz nokta, sübjektif düşman kalemlerin "Ülkücü" imajında yaptığı kırk yıllık tahribattır. Bize yapılan "ekşi erik, yer elması" muamelesidir. 
     Kafes filmi, bunun için Ülkücülere iyi gelmiştir. Düzelen imajı, Pehlivanoğlu'nun asil sevdasını çalmaktan bile çekinmeyen hırsızlara kaptırmamak kaydıyla Ülkücüler "Kafes"in sağladığı adaleti, afiyetle tüketmelidir.
     Peki "kimdir bu Ülkücüler" ki bu kadar iyi insanlar oldukları halde bu kadar çok düşmanları olmuştur?.. 
     Bir de dost olması gerektiği halde dost olmayanlar, Ülkücülerin elini tutmayanlar, omuzuna omuzunu yaslamayanlar, onlarla saf bağlamayanlar vardır.
     Türkiye'ye ne olmuştur da Türkiye sevdalıları Ülkücüler, ödedikleri kanlı bedellere rağmen Türk milletinin salt çoğunluğunun teveccühüne bir türlü mazhar olamamışlardır?
     Millet, galiba Ülkücülere borçlanmıştır. Bize: "Vatanı bir siz mi seviyorsunuz?" diyenler olmuştur. "Milliyetçilik kimsenin tekelinde değildir!" diyenler de vardır. Ama niyeyse kimse bayrak inmek üzereyken, ezan susmak üzereyken milli cepheye gelip; iki üç taşla bile savaşmamıştır.
     Dine saygılı ama dini istismar etmeyen, emeğe saygılı ama emeği istismar etmeyen, Aleviliğe saygılı ama Kerbela'yı istismar etmeyen, Kürde saygılı ama feodal eşkıyalığı affetmeyen bu asil duruş, bütün istismarcıların düşmanlığını celp etmiştir.
     Çünkü "soğuk savaş" tek kelimeyle "istismar" demektir.
     Soğuk savaşta Türkiye SSCB tarafından Suriyeleştirilmek istenmiştir. Türkler, 1952'de girdikleri NATO'dan çıkacak, Alevi-Kürt destekli Sosyalist BAAS azınlık cuntasıyla Varşova Paktı'na, Sovyetlere bağlanacaktır. Afganistan'daki Babrak Karmal rejimi, bunun bir örneğidir.
     Alevilerle Kürtlerin etnik istismarının başladığı yer burasıdır ve mesela Tunceli, 70'li yılların Kobani'sidir. Dersim eşkıyalık kültürünün kızıla boyandıktan sonra Türkmen Alevilere doğru yaygınlaştırılması, Sivas, Maraş ve Çorum'da kitlesel olaylara yol açmıştır.
     Bu olayların en masum ve mazlum tarafı, kızıl kurşunlarla vurulan Ülkücülerdir. PKK'nın, DHKP-C'nin, TİKKO'nun temellerinin atıldığı o yıllarda "Ülkücü" imajı da şekillenmiştir.
     Bu savaşın bir cephesi "neşriyat" bir cephesi de "sanat"tır. Devrimcinin esas hedefi kitleleri kazanmaya yönelik "propaganda"dır.
     Bu yüzden de kendisini masum göstermek isteyen ne kadar katil varsa, vurup düşürdüğü insanları karikatürize etmek suretiyle halka çirkin, kötü, vurulmaya değer faşistler gibi göstermeye çalışmıştır.
     Bu alanlarda Ülkücüleri rakipleriyle kıyaslamak mümkün değildir. Çünkü Ülkücüler, silahtan başka güvencesi olmayan devrim militanları değildirler.
     MHP'yi sandıktan çıkararak iktidar yapmayı hedeflemiş, hukuka, ahlaka ve demokrasiye bağlı insan evlatlarıdır. İmajını sakındıkları, üzerine titredikleri bir siyasi partileri vardır.
     Ülkücülük, okulda, iş yerinde, sokakta, mahalle meydanında ve her yerde bu tür BAAS'çı hakimiyet oyunlarını bozan mukaddesatçı sivil halk hareketinin adıdır.
     Başında emekli bir Albayın bulunması, harekete "paramiliter güç" havası verdiyse de Ülkücülerin Türk'ün mayasındaki yiğitlik dışında herhangi bir militarizm rezervasyonu olmamıştır.
     Hiç karşılık beklemeden bu onurlu kavgayı veren Ülkücülere, kimi can korkusuyla, kimi yüreği yetmediği için, kimisi kafası basmadığı için omuz vermekten çekinen nice insan, borçlunun alacaklıdan kaçtığı gibi kendine benzer kabahatlileri arayıp bulmuş ve önce ANAP, sonra da AKP menfaat koalisyonları işte böyle kurulmuştur!
     Konu "Kafes"ten açıldığına göre sadede gelelim: Salı günü iş yerinde görüştüğümüz Lütfü abi de bizimle aynı noktada duruyor:
     "Hiç bir şeyden pişman değiliz. Yaptığımız her şey doğruydu!" cümlesini tam da bizim gibi kuruyor. Bununla da kalmıyor: "Ülkücülerin yuvası Ülkü Ocakları, partileri MHP'dir" diyor.
     Ülkücülük, çok öğrenip, bin düşünüp bir doğru iş yapmak tır.
     Ülkücülük, işkencelerden yılmamak  ve pişman olmamaktır!..