Bilge Kağan'ın, milli bir gen hastalığı gibi önümüze koyduğu "bir kez karnın doydu mu artık açlığı düşünmezsin" sözü, hayatın başka sahaları için de geçerli, genel bir tespittir.
     Türkiye'de belli bir sorumluluk makamına gelmiş yetişkinlerin, neden gençlerin sorunlarına kayıtsız kaldıklarını anlatan sözlerden biri de "tok açın halinden anlamaz" özdeyişidir.
     Mesela, Başbakan Davutoğlu, sanki Suriyeli mültecilerin tamamı başını sokacak bir ev, içecek bir sıcak çorba bulmuş gibi, Türk misafirperverliği üzerinden siyaset yapabilmektedir. Çünkü Davutoğlu, gideceği yere eskortla gitmekte, kavşaklarda dilenen Suriyeli aileleri görmemektedir. 
     Ülkücü bir Tarihçi olmanın bize kazandırdığı en önemli metodik donanımlardan biri, kendi şahsi geçmişimizi, yani "nereden geldiğimizi" de unutmadan yaşamaktır. Buna "arkasına bakarak yaşama" meziyeti de diyebiliriz.
     O yüzden de Üniversite gençliğinin özellikle de PKK Üniversite yapılanmasının tehdidi altında okula gidip gelen Ülkücü gençliğin sorunlarını yakından takip ederiz.
     Ege Üniversitesi'nin Tıpçı bayan rektöründen veya Boğaziçi'nin parlak dindarı Davutoğlu'ndan, öğrencilik yıllarında bu tip deneyimler yaşamış olmalarını bekleyemeyiz. Hatta Davutoğlu'nun herkes biri bir "gençlik dönemi" yaşadığından da emin değiliz. 
     Bugün AKP'li siyasetçilerin hiçbirinde PKK gençlik ve üniversite yapılanmalarının sokaktaki etkisini ve bunun muhtemel neticelerini anlama kabiliyeti yoktur.
     O yüzden de DÖDEF, DEMYÖM gibi adlarla üniversitelerde faaliyet gösteren grupları, anlamak, takip etmek, Türk gençliğine onlardan gelen tehditler karşısında önlem almak yine bize düşmektedir.
     Dün "Terör Kıskacında Üniversiteler" kitabı yazarı Batuhan Çolak, beni aradı. Şehidimiz Fırat Çakıroğlu ve arkadaşlarının 29 Mayıs 2014 tarihli "can güvenliği" dilekçesinin Ege Üniversitesi Rektörlüğünce nasıl "iç edildiğini" anlattı ve benden konuyla ilgili görüş istedi.
     Adaletin olduğu uygar bir ülkede, Rektör Candeğer Yılmaz'ın ve Ege Üniversitesi kampüsünün güvenliğinden sorumlu olan herkesin ciddi cezalar alacağı bir manzarayla karşı karşıya olduğumuzu gördük. Dava sürüyor.
     Benim bu vesileyle söylemek istediğim başka bir şey var. Evet, bugün Türkiye'de bir sağcı iktidar ve onun sağlı sollu ataklarla ulaşmak istediği bir 2023 Halifelik hedefi vardır. 
     AKP iktidarı, bazen cemaatleri, bazen IŞİD'i, genellikle de PKK'yı bir manivela olarak kullanarak Cumhuriyet değerlerini kanırtmakta, rejimi yerinden oynatmaya çalışmaktadır. Bu yüzden de üniversitelerdeki vatansız, bayraksız sol etkinlikler, AKP'yi bizim kadar rahatsız etmemektedir.
     Ancak, gerek AKP'nin Türk Milleti tarafından mütedeyyin bir kurtarıcı olarak kabul görmesinde gerekse PKK'nın üniversitelerde Kürtçü hâkimiyet kurma projesinin rahat ilerlemesinde en güçlü vasıta, bizim "salak sol"un yüz yıldır devam eden "bayraksızlık serüveni"dir.
     DÖDEF, DEM-YÖM gibi Kürtçü yapılanmalar, siyahın beyaz gibi gösterilmesinde, eli kanlı katillerin "insanlık onuru için savaşan kurtarıcılar" gibi kabul edilmesinde, 68'li kızılların çocuklarını, hatta eski tüfek sosyalistlerin torunlarını "konu mankeni" olarak kampüslerdeki stantlarına monte etmiş bulunmaktadır.
     70'lerin samimi Türk Solcularından, defalarca "PKK bizi kullanmış" özeleştirisi duymuş olmamıza rağmen, 40 yıl sonra Solcular, bir kez daha "Kürt Faşizminin" tuzağına düşmektedir.
     Örgütsel çapta da "Eğitim Sen- Eğitim İş bölünmesi"nde görüldüğü gibi aklı başında solcular Kürtçü kumpasın dışında kalmaya çalışırken macerayı seven solcu gençler, üniversitelerdeki PKK milislerine yandaşlık etmekte, Türkiye'nin Kürtleşmesi projesine "dolgu malzemesi" olmaktadırlar.
     Ben, geriye dönüp bakmayı bilmeyen, daha doğrusu gerisinde şerefli bir siyasi mazisi olmayan AKP'nin yarattığı bu provokatif ortamda, Kürt kökenli bir gencin rüzgâra kapılarak PKK'ya dolaylı destek vermesini anlayabilirim.
     Ama bir Türk genci, Fırat'ın PKK'lılar tarafından şehit edilmesinden sonra DEM-YÖM'ün "Selam Olsun Ege'yi Faşizme Dar Eden Yoldaşlara" pankartının yanında poz veriyorsa orada en azından ciddi bir "salaklık" vardır.
     1944'te Atsız'ı hareketlendiren de bu Moskovacı şahsiyetsizlik, bu yüz yıllık salaklık değil miydi?
     68 kuşağı ve ondan sonra gelen kızıl bayraklı, Moskovacı soğuk savaş devrimciliği, Türkiye'de ne yazık ki vatan teslim edilemeyecek embesiller üretmiş; bunun adına da "solculuk" denilmiştir.
     Hem PKK'nın, hem de AKP'nin Türk Milletinin başına bela olmasının sebeplerinden biri de işte bu "vatansız solun, yüz yıllık salaklık serüveni"dir.