Eski TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk, bir mektupla birlikte Emine Gürsoy Naskali’nin hazırladığı  “Yassıada Duruşmaları Anayasa Davası Toplu Savunması”  adlı kitabı gönderdi. O dönemde, söz konusu ortak savunmanın büyük kısmını bizzat yazan genç bir avukat olan Cindoruk, mektubunda şöyle diyor:

 “Elli yıl önce İhtilâl Mahkemesi’ne verilmiş ortak savunma, güncelliğini, tazeliğini koruyor. Konusu; günümüz Silivri ve Sincan davalarının benzeri.. Hükümet darbesi hikâyesi.. 
Bu savunma, bir iktidarın ihtilâl girişimi yaptığı iddiasına karşı, sanık avukatlarının toplu itirazları. 
Günümüzde ise ‘Asker ve sivil devlet örgütlerinin meşru iktidara karşı darbe teşebbüsüne giriştikleri’iddiası ve davaları sürüyor. 
Har iki davada, sanıklar arasında genelkurmay başkanları var. İnanılmaz benzerlik... 
Sevgili Uğur Mumcu, ortak savunmayla ilgili olumsuz rapor hazırlayan efsane hukuk alimlerinin üzerine gitmişti. Bu sebeple onu hasretle anıyorum. Bu hukuksuzluk, Yassıada’da işlenen cinayetlerin unsurlarından biri olmuştur. Elli yıl geçse de Türkiye cephesinde yeni bir şey yok..”  Bugün de Silivri’de, Hasdal’da, Hadımköy’de, Sincan’da işlenen cinayetlerin ortağı yine bazı hukukçular ve bazı gazeteciler değil mi? 
 

Yargı kararını  bekleyelim mi?
 Cindoruk’un mektubunu okuyup kitabı inceledikten sonra İnternet üzerinden gelen mesajlara baktım. Gaziantep, Şehitkamil’den Soner Özer de günümüzdeki yargılamalara dikkat çekiyordu: 
 “Arslan Bey, basında çıkan haberlerden, hayret ve ibretle öğrendik ki MHP Grenel Başkanı Devlet Bahçeli hakkında, 2011
yılında yaptığı bir konuşmadan dolayı, soruşturma açılmış ve düzenlenen fezleke Meclis Başkanlığına gönderilmiş... Her halde bu soruşturma, AKP ideologlarının, daha iktidar koltuğuna oturmadan ‘Laik Cumhuriyet, miadını doldurmuştur. Yerini, daha İslami bir yapıya devretmesinin zamanı gelmiştir”  yolundaki görüşleri doğrultusunda, vatan ve millet bütünlüğü ile ulus devlet
açısından 10 yıldır sürdürdüğü çok sakıncalı girişimlere karşı, MHP’nin son günlerde sertleştirdiği haklı eleştirilerinin sonucu olsa gerektir.
Bahçeli, sonunda, vahim gidişatı gördü ve iktidara, milleti uyandırma babında, haklı ve sert eleştiriler yöneltiyor. Ancak, Bade harab’ül Basra...
Emekli astsubaylardan başlayan tutuklama furyası, tepkileri ölçe ölçe, sıra muvazzaf subaylara ve nihayet Genelkurmay Başkanı’na kadar dayanırken, Donanma çökertilip, Ordu perişan edilirken, Bahçeli, hep ‘yargıya saygı’yı ve ‘yargı kararının beklenmesi’ni tavsiye etmiştir. Ancak o ‘yargı’,Silivri’ye duruşmayı izlemeye giden milletvekilleri üzerinden CHP’nin ve nihayet MHP’nin kapısına da dayanmıştır. 
Belirttiğiniz gibi çare ve çözüm milliyetçiliktedir, ancak, bu, Türkiye’nin, dürüst, erdemli, kanaat önderlerinin, saygın insanlarının, tavsiye ve telkinleri ile milletin tepkisini organize ederek yönlendirmelerine, milliyetçilik iddiasındaki partinin de katılımıyla mümkündür. Milliyetçilik, bir siyasal partinin, siyasal çıkarlarına dayanmaz. Söz konusu olan vatan, gerisi teferruat ise CHP’li olmak, MHP’li olmak, İP’li olmak, TGB’li olmak, Ülkücü olmak da teferruatın füruatıdır! Kalkışma, Anayasamızdan Türklüğün, devlet kurumlarının tabelâlarından Türkiye Cumhuriyeti ibaresinin kovulması aşamasına geldi. Bahis konusu olan, vatandan da öte, milli kimliğimiz, istiklâlimiz ve milli onurumuzdur.  
Biz de “Milliyetçilik sadece siyasetle sürdürülemez, milliyetçilik eylemdir” demiyor muyduk?

Kaynak:Yeniçağ Gazetesi