YAŞAM

Erzurum’dan “Söz Senettir” Hikayesi Ve Bir Örnek Dadaş!

Erzurum'un mert esnafı Dadaş Kazım Ağa'nın "Söz Senettir" ilkesini kanıtlayan destansı hikâyesi. Beş kese altını senetsiz veren Kazım Ağa, her şeyi kaybetme pahasına sözünün arkasında durdu. Bu hikâye, onurun ve sözüne bağlılığın en büyük servet olduğunu gösteriyor.

" Dadaşlarda Bir Sözün Bedeli Şehrin tanınan esnaflarından, namı dört bir yana yayılmış Dadaş Kazım Ağa çevresinde verdiği sözle tanınırdı. Kazım Ağa’nın dükkânı, sadece ticaretin değil, adaletin de tartıldığı bir yerdi.

Onun için önemli olan verilen sözdü.1960’lı yıllarda, yedi haftalarda. Kazım Ağa, güvendiği bir diğer illerdeki tüccara, dönemin büyük parası olan Beş Kese Altın değerinde malı, sadece sözüne güvenerek, senetsiz sepetiz verdi. Tüccar, üç ay sonra geri gelip borcunu ödeyecekti.

Üç ay geçti. Erzurum’un sert kışı geldi ama tüccar gelmedi. Kış geldi geçti karlar erimeye, bahar yüzünü göstermeye başlamıştı. Ancak ne tüccar geldi ne de parası.

Kazım Ağa, ne dükkânında ne de kahvede bu konuyu açtı. Dedikodu, Dadaş’a yakışmazdı. Lakin etrafta fısıltılar başladı:

“Kazım Ağa, safmış. Koskoca malı tanımadığı adama verdi!” şimdi ise kendi vereceklerini veremiyordu. “Beş kese altın gitti, artık iflasa yakın.” Ne verdiği söz nede aldığı söz para etmiyor. Kazım Ağa bu sözleri duyuyor, ama sessiz kalıyordu. Ailesi ve yakın dostları ise perişandı. Borçları sıkıştırmaya başlamış, dükkânın kapısına kilit vurma tehlikesi belirmişti. Dostları ona yalvarıyordu:

“Ağa’m, git o adamı bul! Ya da bir senet, bir belge çıkar!”

Kazım Ağa’nın cevabı hep aynı oldu: “Dadaş’ın verdiği söz, yazılı senetten daha kıymetlidir. O adam ya namusunu kurtarır gelir, ya da sözünün altında kalır. Ben, sözümün bedelini ödemeye hazırım. O, bir dadaştı kimse Dadaş’ın sözü de mi artık para etmiyor dedirtmezdi.”

Aylar sonra, Kazım Ağa, tüm varlığını satmak zorunda kaldı. Dükkânı elden çıktı, evi küçüldü. Artık eski itibarından eser yoktu. Ancak o, yüzünü hiç asmadı, kimseye sitem etmedi. Mertlik, sadece kazanmak değil, onurunla kaybetmekti de.

Bir sabah, Kazım Ağa, kahvede tek başına oturmuş, sadece bir bardak çay içiyordu. Kapı açıldı ve içeri, üç yıl önce malı alan o tüccar girdi. Üzerinde en pahalı kumaşlar, yanında atları ve kasalarıyla. Tüccarın yüzü kireç gibiydi.

Tüccar, Kazım Ağa’nın karşısına dikildi. Herkes nefesini tutmuştu.

Tüccar, büyük bir utançla: "Kazım Ağa… Üç yıl önce verdiğim sözümün bedeli. İşlerim battı, kalktı, iflas ettim, ama yemin ettim. O beş keseye, On beş kese daha ekledim. Senin o mertliğin, benim Ocağımı kurtardı."

Tüccar, önündeki yirmi torba altını gösterdi. Ardından hıçkırarak ekledi: “O zamanlar senet isteseydin, sana borcumu ödemezdim. Ama sen, benim SÖZÜME güvendin. Senin o Dadaş sözün, benim yeniden doğuşum oldu.”

Kazım Ağa, ne o an zenginliğin sevinciyle ayağa fırladı, ne de tüccarı azarladı. Sakin bir sesle:

“Dadaş” dedi, “Bizim buralarda söz yere düşürülmez. Ben o malı sana değil, kendi sözüme emanet ettim. Sen namusunu kurtardın, beni de sözümden utandırmadın. Şu beş keseyi alayım, gerisi senin helalindir.”

Tüccar şaşkınlıkla: “Ağa, ama ben sana Yirmi kese getirdim!”

Kazım Ağa gülümsedi: “Benim sana verdiğim mal beş keseydi. Geri kalanı, senin namusunun ve helal kazancının karşılığıdır. O parayı al ve bu topraklarda dürüstlüğün ne demek olduğunu herkese anlat. Unutma, Dadaşlık zenginlikle değil, onurla ölçülür.”

Kahvede çıt çıkmıyordu. Kazım Ağa, sadece beş kese altını aldı. Diğer on beş keseyi tüccara geri verdi.

Gerçek Dadaşlık, servetle değil, sözüne bağlı kalmakla, en zor durumda bile onurundan taviz vermemekle ölçülür. Kahramanlık, düşmanla savaşmak kadar, sözünün bedelini tek başına ödeyebilmektir."

DADAŞ OCAKLARI GENEL BAŞKANLIĞI