Ne zaman Recep T. Erdoğan’ın adı geçse, ne zaman bir sözünü buraya yazmak istesem, aklıma 17 ve 25 Aralık büyük yolsuzluk, rüşvet, nüfuz ticareti operasyonları geliyor. Çünkü o bu operasyonların  “sembol ismi” oldu.
17/25 Aralık dosyaları, iki savcı marifetiyle -şimdilik- rafa kaldırıldı.
Tek beklediğim şuydu: Recep T. Erdoğan, bizleri ikna edebilmeliydi; göğsünü gere gere  “Yolsuzluklarla, soygunlarla, havuzlarla, nüfuz ticaretiyle asla ilgim, ilişkim, kanunsuzluklara dahlim olamaz.”  diyebilmeliydi
Onun için de, çocukları için de çok üzülüyorum. Hakikaten üzülüyorum.
Bizi muhalif görebilirler. Niçin devleti yöneten kişiye muhalif olalım ki... Devlet bizim.
Sapmalara karşı tavrımızı koyduğumuzda  “muhalif”  görünüyoruz.
İsterdim ki başbakanlık yapmış, cumhurbaşkanlığına çıkmış zat-ı muhterem, hepimizi dinlesin.
Bize soru sorma imkânı verilmiyor.
Eğer  “Müslüman’ım” diyorsanız, sorduracaksın; her soruya cevabınız mutlaka olacaktır.
Peygamber Efendimize herkes gelmiş ve her aklına geleni sormuştur. Eğer  “Onun önündeyim.”  diyen varsa, söyleyecek sözümüz olamaz.
Her inanışın bir ahlâkı vardır. Ateistin ahlâk anlayışı yaşadığı çevreyle bağlantılı vicdanına ve mevcut kanunlara göredir.
“Müslüman’ım”  diyenin ise, bütün soruların cevabını bulacağı yüce bir dini vardır. Kur’ân’ı yürekten hisseden insan, sorudan asla kaçmaz. Peygamber’in yolunu takip eden onun yaptığını yapar.  “Sünnet”  budur.
“Muhalif” biz değiliz.  “Muhalif”  bizim halk adına sorduğumuz sorulara cevap vermeyenler/veremeyenlerdir.
Devlet yönetiminde, şu soru sorulacak, şu soru sorulmayacak diye bir kaide konulamaz. Ülkenin güvenliği dışında, hele şahsıyla ilgiyse her soru sorulabilir.
Bir gazetecinin çıkıp da  “Yolsuzluk meselesi nedir?”  diye sorabildiğini görmedim.
Zat-ı muhteremlerin ellerinde öyle bir süzgeç var ki onların tembihlediği soruların dışında soramıyorsunuz. Tembihlemeseler bile, nelerin sorulup sorulmayacağı size karineyle öğretilmiştir.
İstiyorum ki 17/25 Aralık’ta  “kumpas”a ikna olsam da Recep T. Erdoğan’ın çok önemsediğim şu sözü üzerine daha ayrıntılı durabilsem:
 “Biz Sevr Antlaşması’nı yırtıp atmış hür bir ülkeyiz, Türkiye’yiz. İçeride ya da dışarıda Türkiye’ye bunun dışında farklı bir gözle bakanlar varsa bunu değiştirsinler.”  Ve çıkıp karşısına  “Bu Sevr Antlaşması’nı yırtıp atan organizasyonun başında kim vardı?”  diye sorabilsem.
Mustafa Kemal liderliğinde Sevr yırtılıp atılmıştır.
Mustafa Kemal üzerine övgü düzmeyeceğim. Zamanında övgü düzenler, gerçekleri görmemizi engellemişlerdir. Gerçekçi olacağım.
Bu sıra M. Kemal Atatürk ve dönemi üzerine yapılan ilmî çalışmalara göz atıyorum.  
Kaç seferdir yazıyorum; Sevr’i yırtıp atan  “ülke”den, Sevr’i yırtıp atan kişiye gelelim ve Sevr’in nasıl yırtılıp atıldığı üzerinde kafa yoralım. Ülke birliği için bu şart.
Siz,  “çözüm”  dediğinizin nasıl bir  “çözülme”  olduğunu, Mustafa Kemal’in yaptıklarını tahlil ederseniz, sebep ve sonuçları üzerinde düşünürseniz belirgin görülür.
Hepimiz, Sevr’in nasıl ve niçin yırtıldığına kafa yormalıyız.