16-17 yaşlarında bir genç düşünün… Bir bakmışsınız; Nihal Atsız'dan veciz bir söz paylaşmış; bir bakmışsınız, Necip Fazıl'dan bir beyit…


     Bir gün Devlet Bey için şiir yazmış, "Başbakan sen ol da adam görsün şu Ankara" diyor. Bir başka gün… Muhsin başkanın ölüm yıldönümünde ona dua yolluyor.

     Başbuğu sanki çok yakından tanıyor. Atatürk'ü asla Sosyalist döneklere bırakmıyor. Gün geliyor, sayfasında Seyit Ahmet Arvasi'nin ferasetini, Yusuf İmamoğlu'nun yiğitliğini kuşanıyor.

     Sonra bir Taş medreseli edasıyla, Ruhi Kılıçkıran'dan Cengiz Akyıldız'a kadar bütün Ülkücü şehitlere sahip çıkıyor.

     Sanki Kıbrıslı Rauf Denktaş, onun "Milli Mukavemet"ten yoldaşı, Kazak şehit Osman Batur, kırk yıllık silah arkadaşı…

     Abdullah Çatlı'yı unutmuyor, Ebulfeyz Elçibey'i yanık bir yürekle özlüyor. Sanki yıllardır bütün Milliyetçi yayınları tarıyor, seminerlerden geniş kapsamlı, sarsılmaz bir Ülkücü şuurla çıkıyor. 

     Bergamalı genç Ülküdaş Can, her sözünde, her cümlesinde yaşından yıllarca büyük bir "Ülkücü gerçekliği" paylaşıyor.

     Bir süredir izlediğim ve haklı çıkışlarını gözlemeyip zaman zaman da haberleştiğim Can, Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili yazılıp çizilenlere daha fazla dayanamamış; bir mektup göndermiş.

     Bu genç Bozkurt, bin yıllık tarih okumaları ve kırk yıllık Ülkücü birikimlerle, ince elenip sık dokunmuş siyasi analizlere göre serdedilmiş görüşlerle birebir örtüşen bir feraset örneği sergiliyor. 

     "Ne yani bir çocuğu referans alarak mı düşüneceğiz?" diyenler olabilir. Ancak unutmamak gerekir ki; genç Ülküdaşlarımızda gördüğümüz beklentisiz çıkışlar, dürüst yaklaşım ve samimiyet, bazen yürek tazeleyen, bizi gençleştiren bir "kök hücre tedavisi"nin yerini alabiliyor.


     İşte bu sebeple bugün ben "Can'ın Mektubu"nu, virgülüne dokunmadan buraya alıyorum:

     "Başkanım, Facebook'ta birçok Ülkücü sayfa, Ekmeleddin Bey hakkında çeşitli şeyler yazıyorlar. Ben bir ülkücü adayı olarak rahatsız oldum ve bu konu hakkında bir yazı yazmayı düşündüm. Biraz yazdım ama devamını, şahsım adına değil de ailem olan Milliyetçi-Ülkücü camiaya zararı olmasından çekindiğim için yarıda bıraktım. Eğer yazım birçok kesim tarafından ve sizin açınızdan yanlış anlaşılacaksa lütfen dikkate almayın ve beni yazmamış kabul edin. 

     Biliyorum üstüme vazife değil ama Milliyetçi sayfaların, Türk Milletinin Cumhurbaşkanı Adayı Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu hakkında yaptıkları yorumlar çok tutarsızca… 

     Çatı adayının "parti yanlısı olmaması" özellikle araştırıldı ama Ekmel beyin kayınpederi eski Türk Ocakları başkanlarından… Kendisinin, Başbuğ'un verdiği çeşitli görevlerde bulunması bizim camiadan oy alması için yeterlidir sanırım… 

     Şahsiyetine, efendiliğine kimsenin diyeceği bir şey yok; ama adayın CHP tarafından önerilmesinin belirli bir kesimi rahatsız etmiş olması garip? Adayımızın önemini açıklamama gerek yok sanırım Türkiye'nin çıkmaza girmesinin son dönemeci… 

     Eğer her parti, kendi parti adayını çıkarırsa AK-PKK'nın bu seçimi de dinimizi kullanarak kazanması kesindir… Kazandığı takdirde başımıza gelecekleri, az çok hepimiz tahmin edebiliyoruz. Bu yüzden, Ekmel Bey son çıkar yoldur."

     Şimdi 16,5 yaşındaki, kendi ifadesiyle bir "Ülkücü adayı" bu gerçeği görüyor da acaba bazı abiler, ablalar, dayılar ve amcalar neden "bununla olmaz" edebiyatına devam ediyor?

     Benim futbolda en sevdiğim hareketlerden biri, hücum oyuncusunun, attığı depar topu rakibin avut çizgisinden çevirmeye yetmeyince kayarak topu taca çıkarmasıdır. Nedir burada amaç?

     Hücum eden takım topu kazanmış mıdır? Hayır! Orta yapabilmiş midir? Hayır! Zaman kazanmış mıdır? Eh, belki… Peki, var gücüyle koştuktan sonra yetişemediği topu, kayarak avut yerine taca atan futbolcu takımına ne kazandırmıştır?

     Rakibin, topu avut atışıyla 70 metreye değil, taç atışıyla 10 metreye atabilmesini; yani topun rakip sahada kalmasını, hücum vaziyetinin devam etmesini kazandırmıştır. Pres devam edecektir.

     Ülkücü, "nasıl olsa o topa yetişemem" diye düşünerek, koşmaktan vazgeçemez. Hiç olmazsa taca atar ve takımına pozisyon kazandırır. Ama belki de top yavaşlar; orta yapar ve gol olur.  

     Eğer "ümit en son terk edilen"se Ülkücü, 90+3'te bile, tribünden "ümitsiz" gibi görünen deparını, o "can-ı gönül koşusu"nu mutlaka tamamlamalıdır.

     Can kardeşimin şahsında, tribünlerin sağırlaştıran uğultusuna rağmen takım disiplinini bozmayan ve akıl koşusunu son çizgiye kadar sürdüren bütün genç Ülküdaşlarımı yürekten alkışlıyorum.