IŞİD'in Kobane (Ayn el-Arap)'yi kuşatmasını gerekçe gösteren terör örgütü yandaşlarının çeşitli kentlerimizde giriştiği yakıp yıkma hareketi dolayısıyla otuzdan fazla vatandaş hayatını kaybederken, yüzlerce kamu binası, ambulanslar, belediye otobüsleri, mağazalar ve özel araçlar da kullanılamaz hale geldi. Kan bağışı toplayan Kızılay araçlarının bile hedef alındığı bu barbar kalkışmanın ilk işaretini, olayların iki hafta öncesinden avukatları aracılığıyla açıklama yapan teröristbaşı Abdullah Öcalan vermiştir. Öcalan "Halkımızın yüksek yoğunluklu savaşa karşı yaşamını şekillendirmesi gerekiyor. Sadece Rojava halkı değil, kuzey ve tüm parçalardaki Kürt halkının buna göre yaşamını şekillendirmesi gerekiyor. Bütün Kürt halkını bu yüksek yoğunluklu savaşa karşı direnişe geçmeye çağırıyorum" demiş ve Kürtlerin Türkiye de dâhil her yerde yüksek yoğunluklu bir savaşa hazır olmasını istemiştir. Öcalan'ın yüksek yoğunluklu savaş çağrısını HDP'nin kendi tabanına yönelik sokağa çıkma çağrısı takip etmiş, peş peşe gelen çağrılar Kurban Bayramı'nın dördüncü gününden itibaren karşılık bulmuş ve Türkiye sokakları yüksek yoğunluklu bir savaş provasına sahne olmaya başlamıştır.

     Kobane meselesi son dönemde merkez medyayı adeta kaplayan PKK sempatizanları tarafından insani bir mesele olarak sunulmaya çalışılıyorsa da, Türkiye sınırından içeriye göçler neticesinde Kobane'de neredeyse hiç sivil kalmadığı ve çatışmaların IŞİD terör grupları ile PYD-PKK terör grupları arasında cereyan ettiği biliniyor. PYD-PKK'nın IŞİD karşısındaki yetersizliğini Türkiye üzerinden kapatmaya çalıştığı ve sanki Kobane'yi korumak Türkiye Cumhuriyeti'nin asli vazifesiymiş gibi "Kobane düşerse Ankara da düşer" tarzında tuhaf sloganlar üretildiği görülüyor. Saflarında yığınla Kürt militan bulunduğunu görmezden gelerek IŞİD'in hedefinin PYD-PKK değil de topyekûn Kürt halkı olduğunu ve Kobane'yi ele geçirdiği takdirde önüne gelen bütün Kürtleri katledeceğini söyleyen PKK'nın maksatlı dezenformasyonu belli ölçüde işe yaramış olacak ki, ana muhalefet partisi CHP'nin genel başkanı Kobane'yi kurtarmak için yeni bir tezkere çıkartılmasını ve Türk askerinin IŞİD'e karşı savaşan PYD-PKK unsurlarına siper olmasını teklif edebiliyor.

     Halep'te, Humus'ta, Lazkiye'de, Musul'da, Telafer'de, Tuzhurmatu'da Türkmen soydaşlarımıza saldırıldığında, Musul'daki konsolosluğumuz basılıp diplomatlarımız rehin alındığında ve ülkemizin toprağı sayılan Süleyman Şah Türbesi kuşatıldığında harekete geçirilmeyen Türk ordusunun Kobane'de sıkışan PYD-PKK'yı kurtarmak adına harekete geçirilmesini teklif etmek neresinden bakarsak bakalım ahlaksız teklife girer. Şimdiye dek asker, polis, korucu, öğretmen, doktor, imam, kadın, çocuk demeden binlerce insanımızı öldüren ve sırf öldürdüğü bebek sayısı beş yüze yaklaşan PKK'nın canilikte IŞİD'den aşağı kalır tarafı olmadığı gibi, otuz yıldır namlu doğrulttuğu da Türk devleti, Türk milleti ve Türk ordusudur. Öte yandan PKK'nın tasfiyesi gerçekleştirilmeksizin IŞİD'in bölgeden temizlenmesi demek, Irak'ın kuzeyinden sonra Suriye'nin kuzeyinde de bir Kürt yönetiminin belirmesi ve böylece Kuzey Irak petrollerinin Kuzey Suriye güzergâhından direkt olarak Akdeniz'e ulaştırılmasına yarayacak Kürt koridorunun açılması demektir. Kerkük'ün de aynı koridora eklenmesiyle gerek Türkiye, gerekse Türkmenler tümüyle denklem dışına itilecek ve elimizde iki milyonu aşkın mülteciden başka hiçbir şey kalmayacaktır.

     Görüldüğü üzere Suriye'nin kuzeyinde PKK'nın hâkim olması, Türkiye'nin uzun vadeli menfaatleri açısından en az IŞİD'in hâkim olması kadar ve belki de ondan daha tehlikelidir. Mevcut şartlar altında Türkiye'nin sergileyeceği en uygun hareket şekli, CHP liderinin teklif ettiği gibi Suriye'nin kuzeyinde IŞİD ile çatışan PYD-PKK askeri yapılanmasına arka çıkmak değil, IŞİD'le beraber PYD-PKK yapılanmasının da imha veya pasifize edileceği kapsamlı bir çözüm planını hayata geçirmektir. Fakat iktidarı ve ana muhalefetiyle PKK'ya teslim olduğu görünen Türk siyaseti, bu sağlam iradeyi ortaya koyma potansiyelinden maalesef çok uzaktır