O kadar çok meselemiz var ki; nereye baksak bir feryat işitip, dost ilhamıyla yazmaya devam ediyoruz. İran Avşarlarından olup, Türkiye'de yüksek tahsil yapanbir öğrenci kızımız:
     "İran kökenliyim deyince 'Aaa! Arap'sın o halde… Niye Türk'üm diyorsun ki o zaman? Asimile mi oldunuz?' diyen "hümanist" okul arkadaşına hitaben: 
     "Türkler sadece Türkiye'de yaşamıyor. İran'da Afşar, Türkiye'de Avşar derler bize!.." diye dert anlatıyor. Ben de Avşar olduğum için bu "müfredat çocuğu"ndaki cehalet, bana da dokunuyor. 
Fuzuli'nin hemşerisi Türkmenlere "Türkçeyi ne güzel konuşuyorsunuz; nerede öğrendiniz" diye soranını çok gördük de hem, İran'ı "Arap toprağı" zannedip hem de İran'daki 40 Milyon Türk'ten haberi olmayan cahil görünce dayanamayıp yine yakın tarihe dalıyoruz. 

     Bizim yanıldığımız çok önemli iki nokta var. Bunlardan biri, bu ülkede bir "eğitim birliği" olduğunainanmamız. Diğeri de bir "tarih birliği" olduğunu düşünmemiz. 
     Bu ikisi yoksa "millet olunamayacağını" bildiğimiz halde buraya yeterince dikkat etmiyoruz.   
     Diyeceksiniz ki; "Azerbaycan'la eğitim birliğimiz mi var? Türkmenistan'la aynı müfredata mı tabiyiz de Tek millet olmaktan bahsediyoruz?" 
Hayır, onlarla Turan olmak için "öğretim birliğine" ihtiyacımız yoktur. Ama Anadolu'da millet olmak için vardır. Atatürk bunun için Halifeliği kaldırdığı gün "Tevhid-i Tedrisat Kanunu"nu da çıkarmıştır.
     Azeriler, Tatarlar, Türkmenler, Özbekler, Kırgızlar ve Kazaklar bizim gibi Milliyetçiliği kendi elimizle yasakladığımız ve içinde Memlukler gibi "hilafet askeri" olduğumuz bir İmparatorluktan çıkmadılar. Onlar, Rusların milli yasaklarına tepki göstererek Sovyetler Birliğinden çıktılar ve direkt bizim "bakiye- i aliye"nin "kısm-ı azamı" olan "Oğuzlar"a yazıldılar.

Oğuzun, Türk olmak için terbiyeye ihtiyacı yoktu. Bu ülkelerin etnik girintisi, çıkıntısı ve bunları yeni bir millet tanımının içine yerleştirme mecburiyetleri de yoktu.
1930'larda "Yunan mucizesi"ni yenmek için Sümer- Hitit araştırmaları başlatan Atatürk'ten sonra CHP, işin kolayına kaçıp "Anadoluculuk" siyasetine girişmişti. Bizde hiçbir milli his uyandırmayan Hitit güneşi ve geyiği, Ankara'nın her yerinde karşımıza çıkıyordu da1893'te dili çözülen Orhun Yazıtları, akademinin duvarlarınıhenüz aşamamıştı.
Babil KralıHammurabi'yi biliyorduk ama Bilge Kağan'ı bilmiyorduk.Tanrıça Kybelekitaplara kurulmuş oturuyordu da Tomris Hatun daha romanlara bilegirmemişti.
1990'a kadar Türk dünyasının varlığını bir biz biliyorduk; bir de Başbuğ'un 1962'de kurduğu Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü…

     Türk çocuğu, Türk mekteplerinde,Turani kahramanları ve Türk Milliyetçiliğini öğrenerek yetişmedi. Bizim çileli öksüzlüğümüz ve uzayanmuhalefetimiz,daha ziyade buradan ileri geliyor.
     Türkçülüğün, Turancılığın yargılandığı 1944'lerden bahsediyorum. 1945'te Boraltan köprüsünde kurşuna dizilen 150 Azerbaycan Türkü'nün acısını sadece bir avuç Türkçü'nün hissettiği yıllardan…
Üzerine bir de Marksizm, Liberalizm,İslami karşı devrim binmiş böyle bir Türkiye'de, Türk Milliyetçisi bir partinin "% 17,6 oy alması başarıdır" deyince de adımız "gaz almacı"ya çıkıyor.
     Ne başarısı?Mucize mucize!..

Milliyetçi bir partinin asla oy zemini olmayan bu kültür ortamında neyi kaybettik de neyi arıyoruz?
     Bizim aklımıza "Trablusgarp" deyince Enver Paşa, Mustafa Kemal, Teşkilat-ı Mahsusa,yerden açılan ateşle vurulan ilkpilotfilan geliyor.Müfredatın çocukları, daha Trablusgarp'ın yerini bilmiyor.
     Başbuğ seminerdeTuranişuuruölçmek için"Apşeron yarımadası"nın yerini sorardı. Vatandaş,"Ayrılık"tan başka Azerbaycan'a dair hiç bir şey bilmiyor; onun da sadece melodisini biliyor.
     Biz bütün vatandaşların Ocak seminerlerinden, sohbetlerinden, teşkilatın tavsiye ettiği raflar dolusu kitaplardan beslenerek büyüdüğünü mü zannediyoruz?
     Bu umumi cehalet, sadece Osmanlı tarihiyle veya Turan coğrafyası ilesınırlı da değil!..

Milleti millet yapan, mideye ve bağırsaklara omurga kazandıran, maymunu insan, köleyi soylu yapan "Tarih şuuru" yok insanımızda… 
     Yani biz "demirin güzelliklerini" anlatıyoruz.Bunun bir de "paslanmazçeliği" var; o da "Turan" diyoruz."Vatandaş" kil çömleğipişirmenin ve içine pekmezkoymanın derdinde!
Bu analiz, sakın ola bir "koyun edebiyatı"gibi algılanmasın. Ben başka bir şeyden bahsediyorum.
"Vatandaş" ile "Türk"ü,"müfredat adamı"yla "dava adamı"nı ayrı ayrı anlamayı ve siyasi kanaatlerimizi, buna göreyeniden tanzim etmeyiöneriyorum.