Eski ATO Başkanvekili Mehmet Aypek koruması tarafından öldürüldü Eski ATO Başkanvekili Mehmet Aypek koruması tarafından öldürüldü
Çok değil, yalnızca birkaç yıl önce Ergenekon ve Balyoz gibi darbe davalarında soruşturmayı yürüten savcı ve operasyonları yapan polislere methiyeler düzüyordu Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AKP'liler. 17-25 Aralık yolsuzluk dosyalarının ortaya çıkmasıyla birlikte fikirleri değişti. Başbakanlığı döneminde, ‘Ergenekon'un savcısı' olduğunu söyleyen ve “Bu planları ortaya çıkartanları alkışlamamız lazım.” diyen Erdoğan'nın kurucusu olduğu parti, bugün TSK'ya kumpas kurulduğunu dile getiriyor. Sadece Erdoğan ile kalsa iyi. Pek çok iktidar temsilcisi de fikir değiştirdi, mesela Egemen Bağış. Birkaç yıl önce neler dediğine bakalım: “Türkiye, iki yıldan uzun bir süredir, Türkiye'deki demokratik sisteme karşı kökleşmiş planları ortaya çıkarmayı amaçlayan karmaşık ‘Ergenekon' davasını sürdürmektedir. Dava, hükümet dâhil hiçbir dış gücün kendilerini etkileyemeyeceğini veya engelleyemeyeceğini sık sık vurgulayan ‘bağımsız savcılar ve hâkimler' tarafından kovuşturulmaktadır.”

Türkiye'nin uzun yıllardır kanayan yaralarından biri Kürt meselesi. Son yıllarda çözüm süreciyle birlikte farklı bir yola giren bu mesele bugün itibarıyla yine tıkanmış durumda. Müsebbipleri arasında ise tabii ki devlet yetkilileri var. AKP'nin belki de en büyük çarkı oldu Kürt meselesine bakışı. Bir kere de değil, sürekli değişti. Misal, bir gün ‘PKK ile görüşen şerefsizdir' diyen Erdoğan, ertesi gün ‘Hükümet değil, devlet görüşmüştür' diyebildi. Başka bir zaman ise ‘Oslo görüşmeleri tekrar başlayabilir' diyerek, birbiriyle tezat oluşturacak cümleler kurdu. Son seçimlere kadar çözüm süreciyle ilgili oldukça yapıcı bir söylem geliştiren Erdoğan ve AKP'liler, HDP barajı geçince tam tersi bir söylem içine girdi. Yıkıcı söylemleri bir yana, parti kapatma senaryoları bile konuşulmaya başlandı. Dönemin Başbakanı Erdoğan, DTP ile ilişkilerde de zikzak çizdi. “Terör örgütünün uzantısı bir partiyle görüşmem.” diyen Erdoğan, bu kişilerle aynı masaya oturdu.

Türkiye'nin siyasî jargonunda sürekli değiştirilen bir gömlek hadisesi söz konusu. Bu gömlek değiştirme meselesini en çok gerçekleştiren parti AKP. Başlarda Milli Görüş gömleğini çıkardık demişlerdi fakat sonrasında oy alabilmek için din, pek çok kez siyasetin emrine tesis edildi. Medyaya namaz kılma görüntüleri servis edildi, mitinglerde Kur'an-ı Kerim gösterildi. Farklı görüş sahipleri dışlandı, ‘bizden' ve ‘bizden olmayan' ayrımına hız verildi. Kutuplaştırıcı bir dil kullanıldı. Milli Görüş'ün temsilcisi olan siyasî partilere müdahale edilerek içten parçalanması için çalışıldı.

Aslında en trajik maddelerden biri bu. Parti kapatma gibi mağduriyetin had safhaya çıktığı bir konuda yine bir partinin kapatılma konuşmalarının gündeme gelmesi pek de iç açıcı bir durum değil. İşin garibi, bir zamanlar bu yasakçı zihniyetten belki de en fazla muzdarip olanların, aynı şeyi kendilerinin yapmaya çalışması. Parti kapatma ve dokunulmazlıklara dün karşıydılar, şimdi ise HDP engelini aşmak için dokunulmazlıklar meselesini tartışmaya açar hale geldiler.

Bir zamanlar CHP'nin camileri ahır yapması meselesi her İslamcının dilinde olan bir konuydu. Tarihsel gerçeklikler ve vesikalar göz önüne alındığında evet, CHP tarafından birçok cami, özünden farklı amaçlarla kullanılmıştı. Fakat işin tuhaf tarafı, yıllar 2015'i gösterdiğinde, yine bir cami kapatma hadisesi ama bu sefer başrolde AKP var. Mevzu kısaca şu: Tarım ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Kütahya'da cuma namazı için gittiği Ulu Cami'de namaz çıkışı gurbetçi vatandaş Mevlüt Dönmez'in, “Sayın bakanım, Kütahya'da 36 yıllık camiyi neden kapattınız? Ben Kur'an okumayı orada öğrendim.” sorusuyla karşılaştı. Bunun üzerine Kütahya Valisi Şerif Yılmaz, “Kapatılan camide İsrail uşaklığı öğretiliyor, ben kapattım. Ona söyleyin. Hainlerin tüm müesseselerini kapatırım, kapatacağım.” dedi. Böylelikle cami bayraktarlığı yapan bir parti döneminde cami kapatılmış oldu.

İktidarının ilk yıllarında askerî vesayete karşı mücadele veren AKP'nin hedefi, AB'ye tam üyelikti. Nitekim bu yönde müzakerelerin başlaması için yapılan anlaşmanın altına da Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan birlikte imza attı. Önceleri, “ AB'ye giremesek te Kopenhag kriterlerini yerine getireceğiz.” diyen, hedefin tam üyelik olduğunu söyleyen Erdoğan, sonrasında, “Eyyyy Avrupa Birliği, AB önce kendine baksın.” demeye başladı. Ve yönünü Rusya, İran ve Çin'in başını çektiği Şanghay Beşlisi'ne çevirdi. Putin'e giderek, “Bizi Şanghay Beşlisi içine alın, biz de AB'yi unutalım.” dedi.

AKP'nin neredeyse bütünü, iktidarlarının ilk dönemlerinde ‘milletvekilleri lojmanda oturmayacak, halkın arasında olacak' şiarıyla hareket edeceklerini dile getirmişti. Fakir sofrasına misafir oldular, halkın içinden gelmekle övündüler. Fakat sonrasında resmi rakamlara göre bin 150, gayri resmi rakamlara göre 2 bin odalı lüks saraya geçtiler. Tevazu derken şatafata döndüler. Geçmişte söylenenler unutuldu. Tek bir bardağı bin lira olan bardaklarda içecekler içilmeye başlandı.

Bazen iyi ki arşivler var diye düşünüyor insan. Geçmişte söylenenlere bakıldığında birbirine tezat olan ne kadar da çok şey var. Televizyonlarda, stadyumlarda ve pek çok yerde methiyeler düzülen kişilere ertesi gün terörist, haşhaşi, sülük, sahte peygamber ve daha bir sürü hakaretler sıralanabiliyor. Devletin bütün imkânları kullanılarak, hak ve hukuk gözetilmeksizin toplumsal bir yapıya saldırılabiliyor. Bunu yaparken kendilerine taraftar buluyor, bu taraftarlarla şiddeti daha da artırabiliyorlar. Lakin beşer unutsa da tarih bunları unutmuyor. Dün başka, bugün başka diyenleri tarih yazıyor ve bunlar arşivlerdeki yerini alıyor. Bakalım bugün cemaat için haşhaşi, virüs gibi pek çok şekilde hakaret edenler, dün ne diyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Yaşatmak için mübarek bir ideal uğruna, ölmek için yola çıkmış sevgili öğretmenlerimizi tekrar tekrar tebrik ediyorum.” diyerek selamlıyordu Türkçe Olimpiyatları'ndaki insanları. Bekir Bozdağ, “Yurtdışındaki Türk okulları Türkiye'nin şanıdır, Türkiye'nin gururudur. Bizim gönüllü büyük elçilerimizdir.” diyordu. Başbakan Davutoğlu'nun o günkü düşünceleriyse şöyleydi: “Bugün burada gördüğümüz kızlarımız, çocuklarımız yeni bir dünyanın müjdecisidirler. Aslında medeniyetler ittifakının tek başına vicdanını da oluşturuyorlar.” Bülent Arınç ise şunları söylüyordu: “Bütün bir siyasî hayatımın hülasasını bir tarafa koysanız ve ikiyle çarpsanız, şu çocuklar için yapılan hizmetin yanında sıfır derecesinde kalır.”

Bir zamanlar Tayyip Erdoğan ile Suriye lideri Beşşar Esed arasında su sızmazdı. Devlet olarak ilişkilerin iyi olması bir yana, aileler arasında da bir hukuk gelişmişti. Şam ve İstanbul, iki kardeş şehir iken sonradan düşman haline geldiler. Şam'da cuma namazı hayalleri kurulmaya başlandı. Bu hayal uzun sürmedi ve arkada yüz binlerce ölü ve milyonlarca yersiz yurtsuz insan bırakıldı. Bakalım Erdoğan, o yıllarda Esed ve Suriye için neler söylemişti: “Biz geldik, Esad kardeşimle oturduk, Türkiye ile Suriye'yi bölgenin iki kardeş, iki dost ülkesi haline getirdik mi? Evet. Her alanda işbirliğine gittik mi? Evet. Suriye ile Türkiye arasındaki mayınları temizlemek için adımlarımızı attık mı? Evet. Suriye ile aramızdaki vizeleri kaldırdık mı? Ona da evet. Şimdi benim Gaziantepli kardeşim cebine pasaportunu koyuyor, istediği gibi Halep'e, Şam'a gidiyor.” AKP'nin ‘komşularla sıfır sorun' politikası da neredeyse bitti zira iyi ilişkilerimizin olduğu komşu kalmadı.

Geçtiğimiz seçim sürecinin en çok konuşulan konularından biriydi başkanlık sistemi. Geçecek miyiz geçmeyecek miyiz, Türkiye için iyi mi kötü mü tartışmaları yaşadık. Fakat AKP'nin bu konuda da bir çarkı var. Birkaç yıl önce Erdoğan, “Başkanlık sisteminin ortaya çıkışı bir özentinin sonucu ya da Amerikan emperyalizminin bize bir tavsiyesi.” diye konuşurken daha sonra, “Başkanlık sistemi konusu, partimizin yönetim sistemi noktasındaki teklifidir. Yani, yürütme noktasında bizim öyle bir teklifimiz var. Siz kabul edersiniz, etmezsiniz ayrı bir konu. Bu müzakere edilsin, tartışılsın.” diyerek tarihi bir U dönüşüne imza atmıştı. İki yıl önce ise Bekir Bozdağ, “Türkiye eninde sonunda başkanlık sistemine geçecek.” demişti.
Editör: TE Bilisim